bu ben değilim:)
İlkokul günlerini herkes hatırlar. Beyaz yakalıklar, cebinize üçgen biçimde katlanıp konulmuş mendil, özellikle pazartesi gününe mahsus tırnak kontrolleri, istiklal marşı ve saygı duruşu sonra bahçede sıra olurken kolların tren biçiminde öndeki arkadaşın omzuna değecek biçimde uzatmalar… Her gün yeniden iki belik şeklinde örülen saçlar.Her sabah neye yemin ettiğinizi bilmeden hep bir ağızdan okunan andımıza eşlik etmeler ve aceleci bir koşuşturmayla hapsolduğunuz sınıflar. Beyaz tebeşirin kara tahtada çıkardığı o acayip ve tüylerimi hala diken diken eden o ses. Tahta silme yarışında tavşan sıçrayışları. Çöp kutusu kenarında kurşun kalem açma sevdalıları…
bu da ben değilim:)
Beslenme saati ve sınıfı saran garip kokular. Teneffüste niye koştuğunu bilmeden deli gibi sağa sola seğirtmeler. Vc de uzun bekleyişler. Sonra derste tuvalet ihtiyacını hatırlayan öğrenciye öğretmenin ters çıkışları.Boynumuza kaybolmasın diye annemiz tarafından iple asılan silgiler ve silgisi olmayan sıra arkadaşınızın kurbanlık koyun gibi boynunuzdan tutup sizi çekiştirmesi.Resim dersinde hem elimizi yüzümüzü hem de acemice resmi renklendirmemize yarayan sulu boya çalışmaları. İp ve patates baskıları. Renkli el işi kâğıtlarıyla yapılan yırtma-yapıştırma çalışmaları…
bu hiç hiç ben değilim:)
Her teneffüs sonrası öğretmenim falanca saçımı çekti, öğretmenim filanca bana eşek dedi şikâyetleri… Kalbinizi küt küt attıran ve tüm sınıfı sol kol yukarı kıvrılmış şekilde tahta önünde sıraya dizen aşı günleri.Bit kontrolleri ve annelerce uygulanan sirke ayıklama çalışmaları. Bit şampuanın iğrenç kokusu… Hatta gaz yağı denen sıvı ile bit öldürme operasyonları. Kısa kesilmek zorunda kalan saçlarınızın tutam tutam önünüze dökülüşü…Seri seri cin aliler, Fatma topu tut, kaya şeker al fişleri. He-ce-le-me-ler…. Okumaya ilk başlayan öğrenciye öğretmence yapılan jestler, kıskançlıklar. Mavi ve kırmızı kurdele takma seremonileri…23 Nisan’lar 19 Mayıslar 10 Kasımlar ve daha niceleri…Pamuklar arasında fasulye, nohut ve buğday yeşertme çalışmaları, sınıfça yapılan deneyler…Her sabah mütemadiyen tekrar edilen sınıf yoklaması…Üstünden çok uzun yıllar geçse de hepsi aklımda ve hiçbir zaman unutmayacağıma ant içerim.
yorumlar
aman efendim yoğun istek üstüne yazdığım ikinci ilkokul yazım sayfalarınızdaah be ah neydi anacım o günler ya:)
ikinci ilkokul ne ya?kurduğun cümleye bak lavinya seni okutan hocanın………..ellerinden öperim
Hafif’te arasan bunun gibi ahh ilkokul, ahh ortaokul türevi daha iyi daha kötü 40-50 tane daha yazı bulabilirsin lavinya76. Ki biz ahali olarak seri yazılardan bunalan bir kitleyiz. Sakın o olaya girme. DerimHatta şöyle bir iyi haberim var. Hergün içerik göndermek zorunlu değil.
ha ha hay:)))allah razı olsun kardeş yazma yeter diyorsun yaniolmaz yazmam lazım ilkokuldan sonra ortaokul var ki ben daha birinci sınıftan başladım:)))
yası başka güselde resimlerin altındaki yorumuna çok güldüm. evet bizde o oğlan çocuğunun sen olduğunu sanmıştık iyi olmuş ben değilim diye yasman:))))
bit temiz insanı severmiş derlerde dorumu bilmem ama bende bi kere bitlendim.itiraf:))bizim o zaman oturduğumuz köydeki okulun öğretmeni bile bitlenmişti. ayıp bişey değil demi
”Bitlenmedim” diyen yalan söyler..
şimcik şu resimdeki kızdan daha uzun saçım vardı. örüp örüp gidiyorduk işte. annem çalıştığı için evde bir yardımcımız vardı. o gördü ilk kafamdaki bitleri.aman ondan sonra kadın dedi keselim bu kızın saçını annem dedi bit şampuanı geçirir. annem bit şampuanıyla, emine teyze gaz yağıyla yıkadı saçımı her gün:))en son emine teyze götürdü kuaföre kısacık kestirdi.kurtulduk:))sonraki bir taramalarının sonucu temiz çıktıhalen bitsizim:D
pbk sende mi:)
lavinya, avi’yi dinle..yaz ama, bitleri yaz,bokböceklerini yaz..haşarat mı kalmadı?
çok hikayeleri burada 2lira, hadin buraya:)
he sencebence ya ama inan 2 lira bilem etmiyormuş ben sordum öğrendim. yazdım yazdım daha 1 dolarım bilem yok nerde iki liraya tanesi:)))
keşke kendi fotoğraflarını koysaydın lavinya:)
jafar, benim çocukluk resimlerimin hepsi annemde. aklıma gelmedi değil hani:S
🙂
ben ilkokul öğretmenimden nefret ederim hala. ayrımcılık yapardı hep öğrenciler arasında…bir gün arkadaşımın kitabında bir leke gördüm bak çizilmiş dedim istersen sileyim. silmek için silgimi kullandım aniden çekti kitabı ve küçücük yırtıldı.sonra tuttu benim kitabımı ortadan ayırdı sayfaları. bizi muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak öğretmen ne dese beğenirsiniz: ” arkadaşın kitabına çalışamasın diye silmek istedin,değil mi?”25 soruluk testlerde,ben soruların hepsini doğru yapınca;kopya çekti oluyordum,onun sevdiği öğrenciler yapınca;çalışkan, örnek alın diyordu…çocukluğumu yaktı hain… ne oldu sonunda,sevdiği öğrenciler düz ortaokula gitti ben hem ortaokul hem liseyi Anadolu Lisesinde okudum.
benim ilkokul öğretmenlerim çok iyiyidi hala saygı ve hürmetle anarım ama şu dediğin olayın benzerini de yaşamadım değil..bir arkadaşımın babası okul bahçesinin yeşillendirilme işini gönüllü olarak üstlendi diye tembel! arkadaşım tüm notları yükselmişti:))o yaşta bile gözden kaçmıyor böyle şeyler. ama mutlaka mesleğinin hakkını veren çok öğretmen de var.
🙂
yazıyı okurken burnuma sınıf kokusu geldi. ne hoş anlatmışsın. kara önlüklerin üstünden kaç yıl geçti? görseller çok sevimli
sınjob, lavinya öğretmenler de insan mutlaka zaafları oluyordur ama keşke olmasa. benim çocukluğumda bi de sıra dayağı falan vardı:) çok şükür artık öyle şeyler kalmadı
mucizemsin ne güzel bir link vermişsin sağol ya bayağı güldüm yaniama nerde sevdalımhayatonu da mı küstürdünüz:)
marconi haklısın şimdilerde öğretmen dayağı çok daha az rastlanır bir halyine de hiç yaşanmaması dileğimiz…
ilkokula başladığımın ikinci haftasında ikinci sınıfa atlattılar beni. ne tür bir mantıkla yapılırdı bilmem ama eskiden vardı böyle bir uygulama. öğretmenin sorduğu soruya sınıfta tek ben parmak kaldırınca da bütün sınıf tiksindi benden. eve gittim hayvani ağladım. annem okula geldi, akşam babam gelince kızım öğretmenin ‘ çocuğu birinci sınıfa geri alalım ama eline okuyacak çok şey vermeyin kitap dergi gazete filan okumasın çok ilerde’ dedi dedi. milli eğitimin 85li yıllardaki hali bu işte. hatun beni en arkaya attı. birinci sınıfı en arka sırada olaydan kopuk bir halde bitirdik o şekilde. kitap filan da okutmuyorlar. başladık plakaydı, tabelaydı okumaya. büyüdüğüm ilçedeki muayenehane sahibi doktorların ve serbest çalışan avukatların hemen hepsinin adını bilirim. bazıları karı kocadır bunların. aynı kattadırlar. israf olmasın diye tek tabela yaptırmışlardır. al sana posttravmatik stres bozukluğu üzerine obsesyon. o gün bugün toparlanamadım ben hala. hala bulunduğum odadaki kalebodurları, fayansları sayar, araba plakalarından kelime üretir, gayrı ihtiyari tabelalardaki telefon numaralarını ezberledrim. zihin bu kadar abuk bilgiyle meşgul olunca da haliyle kalan zeka ancak bazal metabolizma kıvamında oluyor. mal gibi yaşıyorsun kalan ömrünü.ortaokuldaki ebebiyatçıda han duvarlarını ezberletmişti yahu. türk edebiyatının en uzun şiirlerindendir herhalde. hala kabus gibi ezberden okurum;yağızatlarkişnedimeşinkırbaçşakladıbirdakikaarabayerindedurakladınedensonrasarsıldıaltımda…..
üşenmedi şiiri bulup ekledim ruh halimin neden bu halde olduğunun kanıtıdır ahanda;han duvarlarıyağız atlar kişnedi, meşin kırbaç sakladıbir dakika araba yerinde durakladıneden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,gözlerimin önünden geçti kervansaraylar…gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,ulukışla yolundan orta anadolu’yailk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…arkada zincirlenen yüksek toros dağları,önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…ellerim takılırken rüzgarların saçınaasıldı arabamız bir dağın yamacına,her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,yalnız arabacının dudağında bir ıslıkbu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar,uykuya varmış gibi görünen yılan yollar.başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.serpilmeye başladı bir rüzgâr ince ince,son yokuş noktasından düzlüğe çevrilincenihayetsiz bir ova ağarttı benzimiziyollar bir şerit gibi ufka bağladı bizigurbet beni muttasıl çekiyordu kendineyol, hep yol, daima yol… bitmiyor düzlük yine.ne civarda bir köy var, ne bir evin hayalisonunda ademdir diyor insana yolun hali,arasıra geçiyor bir atlı, iki yayanbozuk düzen taşların üstünde tıkırdayantekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor…kendimi kaptırarak tekerleğin sesineuzanmış kalmışım yaylının şiltesine.bir sarsıntı… uyandım uzun süren uykudan;geçiyordu araba yola benzer bir sudankarşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;agır agır önümden geçti deve kervanı,bir kenarda göründü beldenin viran hanı.alaca bir karanlık sarmadayken her yeriatlarımız çözüldü, girdik handan içeri.bir deva bulmak için bağrındaki yarayatoplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağıgurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,şişesi is bağlamış bir lambanın ışığıheryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,gitgide birer ayet gibi derinleştileryüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler…yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,aygın baygın maniler, açık saçık resimler…uykuya varmak için bu hazin günde, erken,kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerkenbirdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;bu dört mısra değil, sanki dört damla kandıben garip çizgilere uğraşırken başbaşaraslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;”on yıl ayrıyım kınadağı’ndanbaba ocağından yar kucağındanbir çiçek dermeden sevgi bağındanhuduttan hududa atılmışım ben”altında da bir tarih. sekiz mart otuz yedi…gözüm imza yerinde başka ad görmediartık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;araya gitti diye içlenme baharına,huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuksoğuk bir mart sabahı… buz tutuyor her solukufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleriarkamızda kalıyor şehrin kenar evleribulutların ardında gün yanmadan sönüyor,höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor…yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlarbiz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,iki dağ ortasında boğulan bir geçidesıkı bir poyraz beni titretirken içimdengeçidi atlayınca şaşırdım sevincimdenardımda kalan yerler anlaşırken baharlaönümüzdeki arazi örtülü şimdi karlabu geçit sanki yazdan kışı ayırıyorduburada son fırtına son dalı kırıyorduyaylımız tükenirken yolları aynı hızlasavrulmaya başladı karlar etrafımızdakarlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü…gönlümde can verirken köye varmak emeliarabacı haykırdı “işte araplıbeli!”tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalanabiz menzile vararak atları çektik hana.bizden evvel buraya inen üç dört arkadaşkurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaşçıtırdayan çalılar dört cana can katıyorkimi haydut kimi kurt masalı anlatıyorgözlerime çökerken ağır uyku sisleriçiçekliyor duvarı ocağın akisleribu akisle duvarda çizgiler beliriyor,kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor:”gönlümü çekse de yarin hayaliasmaya kudretim yetmez cibaliyolcuyum bir kuru yaprak misalirüzgarın önüne katılmışım ben”sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktıgüneşli bir havada yaylımız yola çıktıbu gurbetten gurbete giden yolun üstündeben üç mevsim değişmiş görüyordum üç gündeuzun bir yolculuktan sonra incesu’daydıkbir han yorgun argın tatlı bir uykudaydıkgün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandımbaşucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!”garibim namıma kerem diyorlaraslı’mı el almış haram diyorlarhastayım derdime verem diyorlarmaraşlı şeyhoğlu satılmış’ım ben”bir kitabe kokusu duyuluyor yazındakorkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazındaey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı!az değildir, varmadan senin gibi yurduna,post verenler yabanın hayduduna kurduna!arabamız tutarken erciyes’in yolunu,”hancı, dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu’nu?”gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,dedi:”hana sağ indi ölü çıktı geçende!”yaşaran gözlerimde her sey artık değiştibizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti…gönlümü maraşlı’nın yaktı kara haberi.aradan yıllar geçti, işte o günden berine zaman yolda bir han raslasam irkilirim,çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirimey köyleri hududa bağlayan yaslı yollardönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!ey garip çizgilerle dolu han duvarları,ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!…
manson ben de aynı durumdayım. parkeleri pencere camlarını falan sayıyorum. ben de çok zekiyim diye aşağılanmıştım. kader arkadaşım benim:))ben bir de tüm mazimi sayfa sayfa değil satır satır hatırlıyorum.tüm rehberi ezbere biliyorum bir tek kendi numaramı bilmiyorum. 112 yi arayayım mı:))
bir de ilkokul deyince süper fonksiyonel bir bardağımız olurdu. sarı kırmızı ve siyah beyaz çeşitleri vardı. içe içi geçerdi. suluk filan kullanmazdık. çeşmeden ağzımızı dayayıp içmeyelim diye annemiz cebimize koyardı. resmini bulamadım ama mantığı şöyle bişeydi.
manson siz sosyete miydiniz kuzum? biz suluktan içiyorduk:))sonra minik pet şişeler çıkınca kantinden onları almaya başladık.ay o sulukları bir de boynuımuza asıyorduk ya. ne akla hizmet:))
sosyeteden ziyaden büyük ihtimalle sana oranla yaşlıyım. ben ilkokuldayken kantinde şalgam simit ayran vardı. kola bile yoktu. kola lükstü zaten.
hımm evet jenerasyon farkı olabilir. güzel yorumların ve katkın için müteşekkirim:))
Aşılı KolumUzun teneffüsteGri okul bahçesindekiSiyah beyaz koşuşturmanınTam ortasındayımVe sen aşılı kolumsun.Ebru Cündübeyoğluçok sevdiğim bir şiir yeri gelmişken paylaşayım dedim…
şşşşt!!!öğretmenlere laf yok!
oldu hocam başüstünetöbe töbe
Termos matara, modası çıkmıştı..Tom & Jerry li aldırmıştım..Her tenefuste içini seyrederdim film gibi..Derken Mustafa bir pattattı kafama, termos da dağıldı ben de..
ilahi pbk yakafa bir yana termos bir yana ha:))))))))))benim hiç termosum olmadı abla:(
benim okul zamanımda beslenme çantası diye bir şey bile yoktu. annem bezden bir torba dikmişti.onun içine koyuyorduk beslenmemizi. o bez torbayıd a okul çantasının içine hadi marş marş okula:)ama suluk ve benzeri şeylere dair bir şey hatırlamıyorum. belki de hiç yoktu o zamanlar?
benim okul zamanımda beslenme diye bir kültür yoktu yahu. bi tek yerli malı haftasında beslenirdik biz.
ilkokul öğretmenimiz o kadar iştahlı bir adamdı ki, bize sürekli; ” anneleriniz değişik şeyler koysun beslenmenize, akşamdandan kalan güzel yemeklerden de olabilir ” der, hatta çoğu zaman gözüne kestirdiklerine -ki bunlar durumu iyi öğrencilerin mutfakta hamarat anneleri olurdu, beslenme saati için sipariş verirdi…
manson biz de her yerli malında pasta börek, patlamış mısır götürür bir de saçma sapan şiir ezberlerdik. “yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı” diye..o yersiz yerli malı haftaları yüzünden hala kötü bir şiir zevkim var:))
kelebeklerözgürdür, ooof offfffokuma bayramı, yıl sonu müsamereleri gibi günlerde öğretmenler liste hazırlayıp kura ile dağıtırdı. revaniden yaprak sarmasına kadar yüz çeşit yemek hazırlanır okulun tüm öğretmenleri afiyeletle yerdi:)biz hariç:D
sağol marconi bak bir de bu var. yılsonu müsameresi deyince:)