Bölüm üç…Bu hikaye, dört kadın, dört kuşak ve bir tokanın hikayesidir…Susmak ve itaat etmek…

Havva saçında kemik beyaz bir toka, ağzında sigara gün boyu temizlik yapar, çocuklara bağırır, sonra baş edemediği noktada çocuklara afyon verir ve küçük bir dinlenme verirdi kendine. Yedi oğlanla uğraşmak kolay mıydı?Kız ona yardımcıydı ama hepsine birden verirdi otu. Hem bu yaygındı. Zararlı olabileceğini hayatı boyunca düşünmeyecekti. Çocukların çocuklukları yarı otla geçecekti.
Havva kadın evlendiğinde kendini Adapazarı denilen bir yerde buldu. Selanik’i bir daha görmedi. Öz ailesini aramaya hiç kalkmadı, üvey halasını bir daha görmedi. Hayatı tercih değildi ki, kaçırılan ananın 13’ünde evlendirilen ve hemen hamile bırakılan küçük kalbiydi…Tek istediği geleceğinin eski denilenden birazcık, sadece birazcık daha iyi olmasıydı… bu kadar.Hava kadın ne sevilmeyi bildi ne yaşamayı… Kocası olmadığında bu çocuklarla nasıl başa çıkacağını kendi de bilmiyordu, hiç bilmedi de. Okuma yazması hiç olmadı. Bir şey isteme özgürlüğüne sahip olduğunu ise hiç bilmedi.Hava az yemek yer, yediği zamanda yoğurtlu biber kızartması yer, günde 5 demlik çay içer ve iki paket sigara içerdi. Başı kapalıydı ama ne namaz kılar ne dua okurdu. Hava kadının lakin sezgileri çok güçlüydü.Komşuların hayatını dahi çok önceden hissederdi. Görünmeyen varlıkları çocukluğundan beri görürdü. Bundan korksa da görürdü. Ölümleri de çok önceden gördüğünden çok korktu ve dua etti bolca tanrıya ‘Gösterme bana bunları’ dedi.Havva sezgi anlamında farklı bir kadındı. Her şeyi bilirdi bir fala baksa, ama bakmazdı. Ne yaparsan yap bakmazdı çünkü o zaman korkudan uyuyamazdı. Zaten kocası da yoktu yanında, yalnız geçiyordu geceleri. Kimseye sarılmadan geçen yıllar…Havva saf bir kadındı, kim ne derse inananlardandı. Sonra inandığı kişiye karşı bu yalancı dense ona da inanırdı. Ağlar ardından güler, ardından hüzünlü bir şey konuşulursa ya da hüzünlü bir şey aklına gelirse o yine hemen ağlayıverirdi, içli içli…Havva oldukça sağlıklı bir kadındı. İncecik bedeni hiç ağrımazdı. Dinçti. Havva’nın bir yanı da hayat doluydu, hayat. Yemekler yapardı, sevdiklerini toplar, komşularına kimi zaman Yunan yemeklerini tattırırdı.Hamur işleri en güzel yaptığı yemeklerdendi. Torunları çok sonra Yunanistan’ın bir tek hamur işi var sanacaklardı bu yüzden. Kendi dilini çoktan unutmuştu.Havva saçında kemik beyaz bir toka, ağzında sigara gün boyu temizlik yapar, çocuklara bağırır, sonra baş edemediği noktada çocuklara afyon verir ve küçük bir dinlenme verirdi kendine. Yedi oğlanla uğraşmak kolay mıydı? Kız ona yardımcıydı ama hepsine birden verirdi otu.Hem bu yaygındı. Zararlı olabileceğini hayatı boyunca düşünmeyecekti. Çocukların çocuklukları yarı otla geçecekti.Komşuluk ilişkilerinin olduğu zamanlardı. Kapıların kilitlenmeden uyunabildiği zamanlardı. Az paranın olduğu zamanlardı. Umudun kapı bacasından her an kaçacakmış gibi durduğu zamanlardı.Bir yandan da yurtta tam da her türlü karışıklığın olduğu zamanlardı. İnsanın içine korku salan herkesin birbirine bir yandan ‘Aman ha!’ dediği zamanlardı.Bu zamanlarda ne yaşamak kolaydı ne kocanın uzakta olması, ne parasızlık ne de bu koşullar içinde sekiz çocuğun sorumluluğunu almak kolaydı Havva kadın için.Havva kadın ömrü boyunca hiç tatile gitmedi, hiç denize gitmedi, yazlığı olanlardan hiç olmadı. Bahçesine güzel çiçekler dikip, güzel entariler giyen kadın hiç olmadı. Süslenip kocasını bekleyen kadın olmadı.Havva kadın hiç ‘Sen benim her şeyimsin, seni seviyorum, aşkımsın.’ demedi. Havva kadın gece kremi gündüz kremi, boyun kremi, kadın bakımı nedir bilmedi. Saçlarına iyice beyazlayıncaya kadar ellemedi.Sonrasında da kendi saçı gibi yine kızıl yaptı, anasının saçları gibi ve onun da anası gibi aynı. Kınaladı bu sefer ördüğü uzun saçlarını beyazlayınca epeyce. Tokasını da saçından çıkarıp Zeliha’ya verdi.
Hiç kuaföre gitmedi. Alışverişe çıkıp o mağaza benim bu mağaza senin kredi kartını boşaltanlardan olmadı.Hangi partiye oy vereceğini hiç bilmedi. Parti ne onu da bilmedi. Ona ne derlerse onu yaptı.Hayata uyandı, hayat ona uymuyordu, uymazdı da. Belki de tek bildiği hayatın ona hiç ama hiç uymayacağıydı.
Kocam beni aldatıyor mu gibi dertleri de hiç olmadı, zaten kocasının yüzünü öyle az görüyordu ki…Bir kocası vardı değil mi? Mahmut şehir dışından geldiğinde -ki bu iki üç ayda bir olurdu ortalama- her gece Havva’yı alırdı altına. Havva’ya hiç sormazdı. ‘İstiyor musun bu gece, nasıl istersin?’ diye… Havva’nın yok deme şansı da yoktu zaten.Günde defalarca sevişirdi Havva’yla. Böyle zamanlarda çocuklar sürekli afyonlanırdı. Keyfi bölen sopanın alasını yerdi. Havva hayır diyemezdi.Zor kullanıldığını çok bilirdi. Böyle zamanlarda sonradan üzülse de vururdu ona kocası ve sonra yine alırdı altına Havva’yı. Bitmeyen saatlerdi, bitmezdi. Uzar giderdi. Demek ki, kadınlık böyle bir şeydi. Katlanmak gerekti.
Havva sessiz ve tepkisiz durup gözlerini kapatır her şeyin bitmesini beklerdi… Bu kadar da olmazdı ki, sürekli, sürekli, sürekli, sürekli… Bu kadar sevişmeye rağmen Havva kadın orgazm olmak kelimesini hiç bilmedi. Öyle bir şey var mıydı? Anlamı neydi?Bu sadece erkeğin zevk aldığı bir şey değil miydi? Bir deliğe sahip olduğu için sürekli seks yapılması gereken kişiydi o. Kadınlıktı. Zaten kadınlık denen de buydu. Susmak ve itaat etmek… Susmak ve itaat etmek…
Havva çoğu zaman dertli dertli cam kenarında oturur ve sigarasını yakar, ellerini çenesine dayar; düşünürdü öyle uzaklara bakar. Sessiz sessiz durur, üflerdi dumanını, içindekiler de dumana karışıp gitsin diye…Gider miydi?
Başka bir hikâyedir onunkisi. Herkesin ki hayattır, kimilerin ki ise yazılmayan hikâyelerdir.Üçüncü bölüm sonu…(Üçüncü ve dördüncü kadına tokanın geçişiyle hikâye devam edecektir. Dördüncü kadında hikaye son bulacaktır. Kim bilir, işte bu hikâye belki gerçektir belki yalan…)(Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.)