Pencerenin kenarındaki koyu kırmız koltukta kurulmuş, acı kahvesini içiyordu son kez…

Çok geçmeden kahveden daha acı gerçek oturdu içine; bu son kahvenin son yudumundan sonra onu deli gibi seven adama bir daha tatlı dil sunamayacaktı, bunu bilerek daha bir keskin yutkundu, boğazını tamamen temizleyerek sözcüklerin ağzından daha emin çıkmasını sağladı.Sevdiği adamın hem bakışlarını yakalamak, hem o iri ela gözlerinden kaçmak istercesine yüzüne baktı; sağ elini saçının tokasını oynamak istercesine kaldırdıysa da havada yumruk yapıp, pes etmiş bir yarışçı edasıyla dizinin üzerinde duran sol elinin yanına koyabildi ancak.Mahallenin en orta yerindeki evin o koca camını yaramazca sapan atarak indiren hınzır ama pişman kız çocuğu olmuştu bir anda…İddialı, sevgi dolu, dişi ve dünyada en çok sevdiği o erkeğe hâkimiyet kurmuş ana kraliçe gitmişti artık…Sevdiği adamın gözlerine bakamayacağını kesin bir şekilde anladı ve yere dikti kendi üzgün gözlerini çaresizce:— Bitti…Adam çoğunlukla yaptığı gibi sevgilisinin boş kahve fincanını eline almıştı az önce ama her zaman yaptığı gibi el çabukluğu ile sehpanın üstüne bırakamamıştı bu sözcüğü duyunca…Geveze, neşeli, sürekli gülümseyen kadını bomboş gözlerle yere bakıyordu bir suçlu gibi. Kadının mahzun, mahcup tavırları yüzünden adamın elindeki kahve fincanı eline tutkalla yapışmış vaziyette dahası adamın oturduğu taburede kalakalmasına sebep olmuştu.Kadın; bitti kelimesiyle fincanı sehpaya bıraktı, rahatlamıştı. En azından fırtınadan önceki sessizlik bitmişti.Ya peki fırtına?Fırtına gelmişti…Gururundan yere burnu düşse almayacak karakterde olan adam, hazırlıksız yakalandığı bu aşkın başkahramanı hayran olduğu kadına o büyük gurundan dolayı sebep soramadı, sadece sığ bir had bildirme çabası ile:— Sen aşkı ne sanıyorsun, şaka falan mı? Diyebildi…Güçlü görünme çabasını elden bırakmayan kadın afalladıysa da bir an toparlanarak:— Ne şakası, bunun şakası mı olur, bitti diyorum…— Öyle mi? Hışımla kapıyı gösteren adam, işe kapı! Serbestsin git!— Gideceğim ama bir şey istiyorum senden…— Ne isteği bu saatten sonra? İstek mi kaldı, git diyorum sana…Adam pencereye döndü, bir sigara yaktı, az önce kadının oturduğu kırmızı koltuğa oturacak olduysa da, içini kaplayan ani kızgınlıkla duraksayıp kendi taburesine tekrar oturdu yavaşça…— Lütfen! Son bir ricam var! Yalvarmıştı kadın, heybetli ve kararlı ayrılık kararındaki ses tonunu düşürmemeye çalışarak naifçe…O kadar çok provasını yapmıştı ki beyninde bir önceki gün ayrılmanın, çok emindi, kolaylıkla aşacağına bu dakikaları.Lakin kafasında planını yaptığı bu sahne gel gelelim eyleme döküldüğünde niyet ettiği bu adımın ne kadar zor olduğunu anlayıverdi, başa çıkamadı ve ağlamaya başladı. Ama kararından pişman değildi.— Dikkatini çekti mi? Sana niye bitti diye sormuyorum!Adam neredeyse bu cümleyi önüne geçemediği gururunu, şu ana dek kadın hissetmediyse ona acımasızca hissettirmeyi görev bilmişçesine acıtarak söylemiş, sevdiği kadına bu özelliği ile son bir kez gövde gösterisi yapmayı resmen hedeflemişti. Ekledi sonra:— Altı ay geçmiş, sözler verdin, ben zaten hata yapmam, suçlu değilim, gitmek istiyorsun, git o zaman ne isteği bu? Hemen git!Kadın iyice kontrolünü kaybetmiş, bütün kaleleri düşmüş, istemediği her duygu her hissediş yüreğine gelip saplanmış bir vaziyette havlu atmış bir şekilde kendini saklamadı artık:— Lütfen! Hıçkırıklara kapılmıştı kadın, neredeyse terk edilen oydu, ezilen, hor görülen…— Bir kez… Dedi son olarak kadın, yere yığıldı, bittiğini o an anlamış ağlama krizinin içinde yok olmuştu neredeyse…Neden sonra adam sigarasını kül tablasına aniden bırakıp kadının olduğu yere çömeldi, sevdiği kadının yüzünü tokasından çıkan saç tellerinden ayıklayıp temizledi, sadece sağlığı ile ilgileniyordu, terk edilmişti…— Ne istiyorsun, son rica dediğin ne? Bitmesini istemiyor musun? Bu halin ne?Kadın kendine gelebildi zorlukla, elinin tersiyle burnunu sildi kabaca ve:— Bir kez beni sevdiğini söylemeni istiyorum, bari giderken söyle! O yüce gururundan yaşadığın şeyi söyleyemiyorsun, aşk mı? Bilmiyorum, hiç söylemedin… Sana göre her şey yolunda; aynı filmleri seviyoruz, aynı renkleri yüceltiyoruz, evet tabi hayatım siyah asil bir renk sana da çok yakışıyor o t-shirt’ ü giy… Biliyorum sen bana sevgililer gününde de kırmızı gül alacaksın, eksiklik duymamayım diye! Ama o kocaman ve hiçbir yerlere sığdıramadığın gururundan sadece evet sadece beni sevdiğini söyleyemedin, bana bunu hissettirmedin……Altı ay değil, altı yıl geçse de söylemeyeceksin, usulca hayatına girdiğim için ne denli şanslı olduğunu hiç belli etmeyeceksin, ama ben seller gibi fazla olan sevgimi yerli yersiz, umarsız hayat boyu sana hep hissettireceğim, yorulacağım yalnız yol almaktan… Son ricam ondan buydu; beni sevdiğini söyle; ilk kez, son kez…Kadın bunları ağlak sesinin tükenmişliği ile bir çırpıda, kendini de şaşırtır bir şekilde sıralayıvermişti.Adam olduğu yerde kalakaldı, gururu, kendine biçtiği o kıyafet usulü giydirme yüceliği elinden alınmıştı,kadın gitti.