İnsanlık tarihi boyunca zaman zaman kafamızı kurcalayan birçok soruya cevaplar aradık durduk. Her şey algılama ve arkasında barındırdığı merakla gelişti. Bir şeyi merak ettiğimiz andan itibaren artık ona bir cevap bulmamız zorunlu hale geliyordu. Bulduk da. Geçmişten günümüze bulduğumuz cevaplar çok değişti ama temel sorular hep aynı kaldı.
Önce yaşadığımız çevre ilgimizi çekti. Rüzgar esiyordu, bulutlar toplanıyordu, çiçekler açıyordu, yağmur yağıyordu… Sonra müthiş bir güç ile bir kaç saniyeden fazla bakamadığımız bir ısı ve ışık kaynağı yükseliyordu ufuktan. Tüm bunlar neydi? Ya o yıldırımlar, devasa sesler ve ateş? Her yer kapkaranlık olduğunda havada beliren binlerce parlak ışığa ne demeli? Bir de karanlığın gücünü kıran başka bir ışık dairesi vardı havada. Gündüzü aydınlatan o güçlüğü ışığın yerine geceyi boş bırakmamaya çalışan donuk kardeşi nöbeti devralıyordu adeta.
Merakla birlikte düşünceler oluştu ve keşifler başladı. Bir yandan ateş yakmasını, taşlardan çeşitli aletler yapmasını öğrenen insanoğlunun aklını diğer yandan çevresinde gelişen doğal olayların meydana gelişi kurcalıyordu. Gelişimle beraber zamanla soruların kapsamı da genişlemeye başlamıştı. Yavaş yavaş çevredeki doğal olayların yanı sıra tüm varlığını sorgulamaya başladı insan. Nerede yaşıyordu? Her şey nasıl meydana gelmişti? Olan biten bunca şeyin kaynağı neydi? Ellerine dikkatlice bakarak incelerken varolmak ne tuhaf bir şey diye düşündü.
Gaia
Yüz yıllar, bin yıllar birbirini kovaladıkça, merak karşısında cevap üretmenin dayanılmaz cazibesi galip gelmeye başladığında, artık ilk soruların cevapları da hazırdı. Zamanla oluşturulan masalımsı efsaneler bu cevapların bir kaynağı haline gelince, mitler insanoğlunun merakını gideren en güçlü olgu konumuna geldi. Yağmur niçin yağar sorusunun cevabı Uranos ağladığı içindi. Onun gözyaşlarıydı yeryüzüne ulaşan yağmur damlaları. Her şeyin temelinde ise Khaos vardı. Toprak ana Gaia ve gökyüzü Uranos, Khaos’ tan türemişti. Mitler tüm evreni açıklıyordu ve başka hiçbir şeye ihtiyaç yoktu.
Thales
Mitlerin insan merakını doyurucu etkisi uzunca bir süre devam etti. Fakat zamanla bu etkinin erimesi kaçınılmazdı.
Anaksimandros
Doğayı anlamak için sorulan soruların cevaplarının gene doğanın içinde olduğu düşüncesi yeşermeye başlayınca felsefenin de temelleri atılmış oldu. Buna öncülük eden Thales, her şeyin temeline “su” yu yerleştirmişti. Anaksimandros suyu yeterli görmeyip sonsuz büyüklükteki evreni meydana getirmek için sınırsız madde gerekir diye düşünmüştü. Maddenin hiçbir şekilde bölünemeyen, en küçük mutlak parçalardan oluştuğunu düşünen ve bunlara atom ismini veren ise Demokritos olmuştu. Efsanelerde aranan cevaplar, yerini artık düşünerek elde edilen bilgilere bırakmıştı.
Kopernik
Galileo
Düşüncelerin somut gözlem ve deneylerle desteklenmesi, onların daha gerçekçi bir platforma oturmasını sağlayarak bilim olgusunu ortaya çıkarmıştır. Gökyüzü, bin yıllar boyunca insanoğlunun merakını en çok cezbeden alan olmuştur. Dolayısıyla gözlemlerin de eninde sonunda gökyüzüne odaklanmasına şaşırmamak gerekir. Geliştirdiği teleskopla birçok gözlem yapan Galileo, dünyanın ve diğer gezegenlerin güneşin etrafında döndüğünü açıklayan Kopernik‘in düşüncelerini doğrulamıştı. Böylece dünya, evrenin merkezindeki ihtişamlı konumunu kaybetmiş oldu.Bugüne geldiğimizde ilk çağlardan bu yana insanlığın kafasını kurcalayan sorulara cevap arama serüvenimizin kuramsal fizikle devam ettiğini görüyoruz. Evrenin oluşumu, hangi yapıda olduğu, nasıl son bulacağı, büyük patlama gibi birçok konuyu anlamaya çalışıyoruz. Newton‘un öklid geometrisine dayalı klasik algıya hitab eden deterministik evreninden bu yana kuramsal fiziğin ve evreni anlama çabalarının gelişimine tanık oluyoruz.
Newton
Newton’a göre zaman mutlak bir olguydu ve sonsuz geçmişten gelip, sonsuz geleceğe doğru akıyordu. Uzay boşluğu da her yöne sonsuz olarak devam eden bir yapı sergiliyordu. Tek problem sonsuz uzayın içindeki sonsuz maddenin nasıl olupta kütle çekim etkisiyle bir araya toplanmadığı idi. Daha sonra evrenin tek bir noktadan doğup genişleyerek bugünkü durumuna geldiğini öngören büyük patlama kuramıyla bu sorun çözülecekti. Böylece sonsuz Newton evreni, yerini sınırları olmayan ama sonlu bir yapıya bıraktı.
Einstein
Einstein özel görelilik kuramıyla 3 boyutlu evrene dördüncü bir zaman boyutu eklemiş, genel görelilik kuramıyla da kütleçekimin uzay ve zamanı büktüğünü ortaya koymuştu. Einstein’a göre evrende mutlak bir zaman ve hız yoktu. Her objenin hız ve zamanı bir diğerine göre göreceliydi. Işık hızı ise evrendeki hız limitiydi. Bu hıza yaklaşan bir obje için zaman diğerlerine göre daha yavaş akıyordu. Kozmoloji, kuantum mekaniği ve kuramsal fizik, Einstein’in kuramları ile şekillendikçe evreni tanımlayan kurallarda yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı.
Makro evreni anlamanın yolu mikro evreni anlamaktan geçiyordu. Bu doğrultuda oluşturulan sicim kuramıyla 3 artı 1 boyutlu evrene 6 yeni mikro boyut eklendi. Max Planck‘ın ortaya koyduğu planck uzunluğu ölçeğindeki evrende sicim kuramının kuralları geçerli oluyordu. Sicim kuramıyla 10 boyutlu olarak düşünülen evren, M kuramıyla 11 boyutlu oldu. Makro ve mikro evreni tanımlayan kuramları birleştirerek her şeyin kuramı olarak nitelendirilen M kuramı şu anda evreni anlama konusunda bilinen en güçlü kuram konumunda.
Büyük Patlama
Bugün büyük patlama kuramı doğrultusunda evrenin yaklaşık 13,7 milyar yıl önce meydana geldiğini ve hala genişlemesini sürdürdüğünü biliyoruz. Evrenin nasıl meydana geldiği, nasıl son bulacağı, paralel evrenlerin varlığı gibi konular ise kuramsal fizikçilerin teori, gözlem ve deneyleriyle aydınlatılmaya çalışılıyor.
Stephen Hawking
İnsanoğlu varoldukça yaşadığı evrene duyduğu merak hiç bitmeyecek. En meraksız ve düşünce tembeli olanımız bile karanlık gökyüzündeki yıldızları gördüğünde, uzayın derinliği karşısında, çeşitli düşünceler oluşturur kafasında. Merakımızı tatmin edecek cevapların karmaşıklığı ise zaman içerisinde akıl amaz boyutlara ulaşmıştır. İşte Michio Kaku ve Stephen Hawking gibi bazı popüler kuramsal fizikçiler, bilimsel çalışmaları ve kuramlarıyla sadece bu soruları cevaplamakla kalmadılar; yazdıkları kitaplarla minimum fizik bilgisine sahip insanlara bunları aktarma konusunda ne kadar usta olduklarını da gösterdiler. “Zamanın Kısa Tarihi” ve “Ceviz Kabuğundaki Evren” bu konudaki başarılı örnekler olarak gösterilebilir.
yorumlar
bu kadar bilimsel bir yazıyı nasıl bu kadar masalsı bir uslüpla anlatmayı başardığını bilmiyorum ama bir solukta okudum..eline sağlık
HARİKA BİR ANLATIM.ELLERİNE SAĞLIK.
Teşekkür ederim Kahvekokusu, bilimi sıkıcı olmadan aktarabildiysem ne mutlu bana.
colpadan, kesinlikle öyle, hiç ilgimi çekmeyen bir konuyu bir yudumda içtim adeta. hala şaşmaktayım kendime:) teşekkürler tekrar böylesi bilgilendirici bir yazıyı keyifli okuma şansı verdiğin için
senin kalemin bu colpadan. bırak şiiri falan.
Massay ve Aerc ikinize de yüreklendirici yorumlarınız için teşekkür ederim.
Eline sağlık, gerçekten çok akıcı ve fizik ve evrene merakı olmayan biri için bile bir nefeste okunan bir yazı olmuş. Tebrikler.
son derece güzel, kutlarım..bence şiiri bırakmayın..çünkü bilimsel bir yazıyı bile şiir gibi anlatmışsnız
Masal dinliyecek yaşı çoktandır geçtik… yüzeysel bilginin kimseye bir yararı olmayacağının kanısındayım… bizlere merak edinince bulunması zor bir o kadarda günlük hayatımızda birşeylerde öğrendık dedirtebilecek yazıları tercıh ederim.
Bu düşüncenin üzerine gidilirse daha tartışmacı ve ilgi çekici bir yazı olabilirdi. Belkide yazının devamı gelecektir. hafif de böyle hafif konular takipcilerini pek tatmin etmediğini söylemeliyim…(kısa bir diyalog)–savunduğunuz düşünceler öyle dayanıksız ki.. kimi niçin alıkoyduğunuzu dahi bilmiyorsunuz.–sen peki, sen ne düşünüyorsun…–beni merak mı ediyorsun. Şu an beni sorgulamak yerine kendini sorgulasan. Hiç aramadığın o gerçekleri bulabilirsin belkide…
Masal dinliyecek yaşı çoktandır geçtik… yüzeysel bilginin kimseye bir yararı olmayacağının kanısındayım… bizlere merak edinince bulunması zor bir o kadarda günlük hayatımızda birşeylerde öğrendık dedirtebilecek yazıları tercıh ederim.
Bu düşüncenin üzerine gidilirse daha tartışmacı ve ilgi çekici bir yazı olabilirdi. Belkide yazının devamı gelecektir. hafif de böyle hafif konular takipcilerini pek tatmin etmediğini söylemeliyim…(kısa bir diyalog)–savunduğunuz düşünceler öyle dayanıksız ki.. kimi niçin alıkoyduğunuzu dahi bilmiyorsunuz.–sen peki, sen ne düşünüyorsun…–beni merak mı ediyorsun. Şu an beni sorgulamak yerine kendini sorgulasan. Hiç aramadığın o gerçekleri bulabilirsin belkide…
Teşekkür ederim Viyolanist. Şiir desteği de iyi geldi gerçekten 🙂 Şiiri bırakmayı düşünmüyorum zaten. İşte içimden geldikçe karalıyorum bir şeyler. Zamanla gelişmeyi umuyorum. Şiirlerim (ya da her nasıl isimlendirmeyi tercih ederseniz) yazılarım kadar anlaşılır olmuyor. Daha anlaşılır yazmaya çabalıyorum bakalım.
Yorumunuz için teşekkür ederim. Tabi tek bir yazı ile siz de takdir edersiniz ki herkese hitab etmek çok zor. Okuyucu sayısı kadar beklenti çeşitliliğine sahip bir okur topluluğuna yazıyoruz hepimiz.
Einstein’ın artık bilimsel literatürde yasalaşmış teorilerini burda açıp üzerinde fikir yürütmek çok fazla teknik detaya boğulacağı için tercih etmediğim bir tarz oldu. Ama daha düşünce jimnastiği tadında bahsettiğiniz konulara giren bir yazı yazmayı düşünürüm. Tekrar teşekkürler…
Bir ara bütün önemli soruların cevabını vereceksin sandım 😀 ama arkadaşların dediği gibi masal anlatmışsın ama iyiydi 😀
Büyük soruların aslında öyle beklediğiniz gibi büyük tılsımlı cevapları yok ki. Ha 2 bin sene öncesine giderseniz şu an değer vermediğiniz cevapların o zaman nasıl da tılsımlı hale geldiğini görürsünüz. Anaksimandros dünyayı silindir biçiminde düşündüğünde M.Ö 500 lü yıllarmış. Küre biçiminde olduğunu anlamak insanlığın gene 2 bin yılını almış.Cevaplar büyük oranda verilmiş zaten. Cevapları verecek olan ben değilim, başlıkta da belirttiğim gibi şu anda kuramsal fizik bilimi veriyor cevapları. Eskisi gibi birkaç cümlelik cevaplar da yok artık malesef koca koca kuramlar 🙂 Sonuçta anlamaya çalıştığımız şey artık 40 bin kilometrelik bir küre değil. Aklın mukayese yeteneğini kaybettiği bir büyüklükten bahsediyoruz.Evren hakkında oluşturulan modeller var. Bunların hepsi birer olasılık şu anda. Fakat gerçek, bu olasılıklardan birisi olmak zorunda. Örneğin, sadece bizim evrenimiz mi var yoksa başka evrenler de var mı? Başka evrenler var ise daha başkaları da olacağı için sonsuz sayıda evren olacaktır. O zaman gerçek şu noktaya kitleniyor; ya sadece bizim evrenimiz var, ya da sonsuz sayıda evren var. Sadece bizim evrenimizin varolduğu (universe) durumun modellenip açıklandığı senaryolar var, sonsuz sayıda evren var ise (multiverse) bu yapıyı anlamaya yönelik yaklaşımlar var. Her ikisinin de kendine göre handikapları var. İşte Cernde olduğu gibi devasa parçacık hızlandırıcılar da bu işleri biraz daha iyi gözlemleyip anlamak için kuruluyor.
massayın dediklerine birebir katılıyorum:))
ışık hızının boşluktaki,havadaki,sudaki değerleri farklı farklı. buradan yola çıkarak suda zaman daha yawaş ilerliyor diyebilirmiyiz.hani ışık hızına yaklaştıkça zaman daha yawaş ilerlyorduya ona binaen.hatta buradan şöylede dersek pek bi havalı olurışıl suya çarptığı anda zaman 2 ye bölünüyor.
Şöyle diyebiliriz: ışık suda boşluktakine oranla 1.5 kat daha yavaş gidiyor. Işık hızına yaklaştıkça zaman yavaşladığına göre, ışığın sudaki sürati zamanın oldukça hızlanmasına yol açar. Yani şöyle bir örnekleme yaparsak:Tam ışık hızında zaman duruyor. Bu yüzden uzay boşluğundan dünyaya doğru gelen bir ışık ışını bize göe donmuş bir zamanla geliyor. Atmosfere girince hızı biraz yavaşladığı için zamanı bize göre yavaşta olsa akmaya başlıyor. Suya girdiği zaman hızı iyice düşüyor bu yüzden zamanı daha da hızlanıyor ve bize yaklaşmış oluyor.Burada hemen belirtmeliyim. Görelilik kuramıyla dişe dokunur bir zaman farklılığı yaratmak çok zor. Çünkü ışık hızının yüzde 90’ıyla bile gitseniz zamanınız diğerlerine göre çok az yavaşlıyor. Esas büyük farklar yüzde 98 -99 undan sonra başlıyor. Yani oldukça keskin bir logaritmik eğri söz konusu.
ışığın sudaki sürati daha yavaş olduğu için sudaki zamanın daha yavaş olması lazım değilmi? yani sudaki cisimler ışık hızına daha yakın hızda hareket etmiş oluyor.
Hayır ışığın bulunduğu ortamlara göre referans almıyoruz. Bizim için tek bir mutlak hız var o da ışığın boşluktaki hızı.Sudaki cisimler ışığın sudaki hızına daha yakın hareket edebilirler ama burada önemli olan bu değil. Cisim ister suda olsun ister havada ister boşlukta, nerede olduğuna bakılmaksızın ışığn boşluktaki hızına göre olan hızı esastır. Yani şöyle de düşünebiliriz: Işığın hızı dediğimiz zaman boşluktaki hızından bahsediyoruz. Işık suya girdiği zaman yavaşlıyorsa bu ışığın sorunu:)
Hayır ışığın bulunduğu ortamlara göre referans almıyoruz. Bizim için tek bir mutlak hız var o da ışığın boşluktaki hızı.Sudaki cisimler ışığın sudaki hızına daha yakın hareket edebilirler ama burada önemli olan bu değil. Cisim ister suda olsun ister havada ister boşlukta, nerede olduğuna bakılmaksızın ışığn boşluktaki hızına göre olan hızı esastır. Yani şöyle de düşünebiliriz: Işığın hızı dediğimiz zaman boşluktaki hızından bahsediyoruz. Işık suya girdiği zaman yavaşlıyorsa bu ışığın sorunu:)
Konuyu ele alış tarzınız ve anlatım biçiminiz gayet güzel.Yalnız takıldığım nokta ışık hızı ve zaman ilişkisi. Bilinen en hızlı şey ışık hızı olduğu için sanırım(?). Şimdi ben ışık hızında hareket etsem ve filmlerdeki gibi siz hiç farketmeden bi ton iş halletsem zaman durmuş mu olacak buna anlam veremiyorum. Zaman yine geçiyor ama ben daha fazla iş yapmış oluyorum. Karşımdaki bu zamanı algılayamıyor. ama bir süre geçiyor. En hızlı algılama organımız gözümüz olduğu için mi zamanı ışık hızı ile anlamaya çalışıyoruz. Sadece işiten bir tür olsak ta bu sefer sesi mi referans alacaktık zaman için acaba?Benim gibi konu ile önceden fazla alakadar olmamış kişiler için güzel bir giriş yazısı olmuş tekrar teşekkürler.
bunuda tuttum.
İlginiz için çok teşekkür ederim Afk605Işığın hızına mutlak olma özelliğini kazandıran ne bizim gözümüz ne de algımız. Suyun sıfır derecede donması ne kadar fiziksel ise, zamanın ışık hızında donması da o kadar fiziksel bir olay. Aslolan şey bizim aldığımız referanslar değil, ölçüm yapılan fizik kuralları.Hepimizi, tüm evreni kapsayan ortak ve mutlak bir zaman kavramı yerine, hızlarımız nasıl birbirimize göre göreceli ise uzay ve zaman birbirinden ayrılamayacağı için, zamanlarımızında hızlarımız doğrultusunda farklılaştığını söylüyor bize Einstein. Dolayısıyla “şu an” diye tüm evreni kapsayan ortak bir anın varlığı söz konusu değil. Sadece aynı hız ve doğrultuda yol alan objeleri kapsayan bir şu an olabilir.Aslında daha basitçe anlayabilmek için zamanı, akan bir olgu olarak düşünelim. Zaman eğer akıyorsa bir de akış hızı olmalı. İşte bu hız ışık hızıyla aynı. Dolayısıyla bu hıza yaklaştıkça, zamanın akış hızıyla aramızdaki hız farkı azaldığı için zaman artık bize göre daha yavaş akıyor. Eğer zamanın akış hızıyla aynı hızı yaparsak, zaman bize duruyormuş gibi görünür.
Konu ilgimi daha çok çekmeye başladı.Biz zamanı hep bir kavram olarak ele alıyoruz ama Einstain onu var olan bir madde gibi ele alıyor.Senelerce okullarda hız birim zamanda katedilen mesafedir şeklinde zamanı hızı tanımlamak için kullanılan bir kavram olarak ele aldığımız için şimdi zamanında kendi hızına sahip olabilmesi biraz ürkütücü geldi bana. Aslında hangisi hangisine bağlı. Biraz kafa karıştırıcı. Hani matematik derslerinde anlatılan alt alta aynı ifadeleri tekrar eden rasyonel sayılar gibi oldu bi anda hız formülü kafamda.
diyede aklıma bir düşünce geldi.
Bu cümlede biraz kafamı karıştırdı biraz daha açabilirmisiniz? veya bunlarıda ayrı yazı konusu yaparsanız sevinirim.
Ne güzel işte sizde kendi düşüncelerinizi üretmeye başlamışsınız. Zaman tüm yönleriyle kesin aydınlatılmış bir konu değil. Bu yüzden zamanı kavrayabilmek için “akış hızı” gibi betimlemeler faydalı oluyor diye düşünmüştüm.Einstein zamanı uzayın ayrılamaz bir parçası olarak tanımlamış. Düşünün ki uzay boşluğunu 3 boyutlu olarak algılıyoruz. İçinde yukarı, aşşağı, sağa ve sola hareket edebileceğimiz bir mekan. Bir an için 2 boyutlu olduğunu düşünün. Kağıt gibi ama kağıdın kalınlığına bile sahip olmayan bir evrendesiniz. Sadece sağa ve sola hareket edebilirsiniz. Hep 2 boyut içinde yaşadığınız için 3. bir boyutun nasıl olacağını aklınıza bile getiremezsiniz. İşte 4. boyut olan zaman da bizim için biraz öyle. Einstein uzay 4 boyutludur demiş. Zaten düşünürseniz eğer sadece 3 boyutlu olsaydı o zaman herşey bir resim karesi gibi duruyor vaziyette olurdu. 3 boyutlu uzay boşuluğunda birşeylerin hareket edip olabilmesi için 4. bir boyut gerekiyor. İşte uzay ve zamanın ne kadar sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğunu buradan anlayabilirsiniz.Sorunuza gelirsek; zaman göreceli bir kavram dedik. Aynı hız gibi. Zaten zaman ve hız aslında birbirine çok yakın kavramlar. Çünkü sizin kendinize ait olan zamanı hızınız belirliyor. Yol kenarında oturan gözlemciye göre 30 km/s hızla giden bir aracın içinde olduğunuzu düşünün. Yanınızdan gene yolun kenarındaki gözlemciye göre 40 km/s hızla başka bir araç geçsin. Yol kenarındaki kişi için hızları 30 ve 40 olan iki araç var. Sizin için ise yanınızdan 10 km/s hızla geçen bir araç ve 30 km/s hızla geçen bir gözlemci. Hız göreceliği böyle. Aslında zamanda böyle. Araçların içine birer saat koyalım. Bir süre yolculuk yapıp yol kenarındaki gözlemciyle buluşsunlar. Üçü bir araya gelince kronometreleri durdurup baksınlar. 40 la giden aracın saati 12 dakika, sizin saatiniz 18 dakika, yol kenarındaki gözlemcinin saati ise 36 dakika gösterir. (burda örnek olsun diye abartılmış rakamlar veriyorum herhangi bir hesaba dayanmıyor) Yolculuk esnasında hepinizin zamanı, hızlarınızdan dolayı ayrı ayrı size özel işlediği için üçünüze ortak olarak “şu an” diyebileceğimiz bir andan bahsedemeyiz. Ama artık buluştunuz ve üçünüz bir aradasınız. Dolayısıyla birbirinize göre “duruyor” konumda olduğunuz için zamanlarınız senkronize. Şu an dediğimizde artık üçünüzüde kapsayan bir anın varlığı söz konusu.
Büyük hadron çarpıştırıcısındaki son durum
Emeğinize sağlık…
Teşekkür ederim Turritopsis.
CERN’de proton ivmesi rekoruEvrenin meydana gelişi ve mikro evreni anlama yolunda atılan büyük adımlar bunlar. Hedefledikleri enerji seviyelerini elde ettiklerinde binlerce yıldır merak ettiğimiz soruların cevaplarına ulaşılmış olacak.
bu yazı bu filmsiz olmaz. teşekkürler, 🙂
oo güzel video. Ben teşekkür ederim katkı ve paylaşımın için.Videodaki ilk cümleye takıldım: “Başlangıçta boşluk vardı” diyor. Aslında boşluk yoktu.
İşler karışacak şindi.
heh heh niye karışıyor yahu 🙂
boşluk diye çevrilmiş olan kelime “void”.”hiçlik” anlamı da taşır. belki yanlış uyarladılar.
void kelimesi genelde boşluk anlamında kullanılıyor ama hiçlik anlamı da olabilir tabi.Ama hiçlikte yoktu dicem :)) Hiçlik sadece teorik bir kavram. Pratikte hiçlik durumu diye bir şey olanaksız. Başlangıçta tekillik vardı. Evreni oluşturan tüm enerjinin tek bir noktaya toplanmış hali.
“big bang” öncesi diyorsun yani.
evet big bang denilen patlamanın olduğu “an” dan 1 an öncesi. Zaten daha öncesi yok çünkü zaman, mekanla beraber big bang ile başlıyor.
Karışacak demiştim.
@belesh yavrum, bu çok önceydi. şu an big bang’in seni yıpratması ihtimali biraz zor.
Yok şimdi bu gayet sade bir şekilde fırında pişti soğumaya bıraktık. Üstüne karşıt görüş serpilmedi daha 🙂
Yahu big bang dediğin nedir ki, bugün vaar yarın yok. Hiç iplemem.
günler 24 saat değilde 10^150 yıl sürseydi iplemediğiniz kadar var derdim 🙂
O kadar sürmediğini nerden biliosun ki.
nasıl yani? 1 gün 24 saat değil mi 🙂
deyince, ben de 1 gün = evrenin ömrü olsaydı aynen dediğiniz gibi olurdu “bugün var yarın yok” o anlamda demek istedim.
Gezegenine göre deişir.
O kadar yavaş dönebilen bir gezegen var mıdır bilmiyorum 🙂
Cok guzel bir makale olmus, bilimle ilgilenmeyenlerin bile dikkatini cekecek, rahatca okunabilecek sekilde yazmissiniz. Yalniz su yorumda http://www.hafif.org/yazi/en-buyuk-sorularin-simdiki-cevabi#yorum-630909 zaman ile ilgili yazdiklariniz ile ilgili olarak bazi seyler soylemek isterim. Oncelikle sanirim onceki yorumlarinizdan biraz karismis olacak ki zamani da diger 3 boyut gibi vektorel bir boyut olarak ele almissiniz ve bunun uzerinden dusunmeye sevk ederken olaylar biraz karismis. Boyutlar 3 adet vektorel ve 1 zaman boyutu seklindedir. Dolayisiyla zamani dusunurken vektorel bir boyut gibi dusunursek yanilgiya duseriz. Guzel yaziniz icin tesekkurler.
Bunlar biraz tartışmalı kavramlar aslında. Zaman, çok da böyle kafamızda canlandıramadığımız bir boyut. Bazen anlayabilmek için vektör gibi de algılamak işe yarayabiliyor. Zaten vektorel diye tanımladığınız o 3 boyutlu boşluğun ayrılmaz bir parçası. İçinde bulunduğumuz evreni bir düşünün. O boşluğun içinde nereye gidersek gidelim boşluğun dışına çıkamıyoruz. Oysa ki bu boşluk sonsuz değil. O zaman nasıl oluyor da hiçbir sınırla karşılaşmadan aynı boşluğun içinde dönüp duruyoruz? en- boy- yükseklik diye ‘dümdüz’ çizgi vektörler ile tanımlanan boşluk aslında tahmin ettiğimiz gibi dümdüz değil de ondan.Boşluğa, algımızda canladırmakta zorlandığımız, büyük ölçekteki bu gizemli yapısını veren şey nedir diye sorarsak 4. boyutu da biraz olsun anlayabiliriz.İlginiz için ben teşekkür ederim.
Bir onceki yorumumda da bahsettigim gibi zamani 4. vektorel boyut olarak algilamak sorunlar yaratacaktir. Zaman elbette diger 3 boyutla bagimsiz degil ve ic ice ama 4. vektorel boyut dersek bu tamamen baska bir olay. http://en.wikipedia.org/wiki/Fourth_dimension Su adrese bakarsaniz ortak paydada bulusabiliriz diye dusunuyorum. Sonucta zaman boyutu diger boyutlarla butunlesik ama bu yapisinin ayni oldugu manasina gelmiyor, zaman boyutu diger 3 boyutun evrene kattigi ozelliklerden oldukca farkli. Boslugun icerisinde donup durma olayi ise tamamen baska bir konu. Burada bu konulardan bahsederken herhangi bir teori degil de genel kabul gormus olani tercih etmemiz gerekecektir ve o zaman da sinirlar hakkinda kesin konusmamiz dogru olmayacaktir.
Zaten ortak paydada buluşmuş durumdayız. Elbette zaman boyutu 4. bir boyut olarak diğerlerinden farklı. Farklı olmasa 3 boyutu nasıl şak diye vektorel olarak gözlemleyebiliyorsak zaman boyutunuda aynen öyle gözlemler ve bir bakışta 4 boyutlu bir uzaydan bahsederdik. Ben zaman da aynı diğer 3 boyut gibi vektorel bir boyuttur demiyorum ki. Herhangi bir teoriden de bahsetmiyorum. Sadece zaman gibi algıda yer etmesi zor bir olguyu, hele ki 4. bir boyut olarak tanımladığımızda vektorel bir benzetmeyle anlamak daha kolay olacaktır diyorum. Nitekim sizin verdiğiniz sitede de hep vektorel çizimlerle açıklamaya çalışmış.Boşluğun içinde dönüp durma işine gelince öyle tamamen ayrı konular değil bunlar. Çünkü uzay ve zaman birbiriyle iç içe demiştik. Basit bir örnek verilir bu konuda hep: dünya üzerinde sürekli bir yöne doğru dümdüz ilerlerseniz sizi engelleyecek bir duvarla veya dünyanın sonuyla karşılaşmazsınız. Sonsuza kadar döner durursunu dünyanın üstünde. Ama dünya yüzeyi sonsuz değil sonludur. İşte uzay boşluğu da böyle. Sadece bir boyut fazlası. Algımızda canlandırması zor. Tıpkı zaman boyutu gibi.Büyük ölçekli uzay boşluğu sadece 4 boyutla tanımlanıyorsa, o zaman boşluğun, sınırları olmayan ama sonlu bir yapıya sahip olmasını sağlayan boyut ile zaman diye adlandırdığımız olgu aynı boyuta denk geliyor. Bu da bir yerde zamanın vektörel tezahürü değil mi ?
Benim verdigim sitede zaman degil 4. bir vektorel boyut fikri modellenmis. Boslugun icinde donup durma durumu bir teori alternatif evrenlerle ic ice gecme ayri bir teori, ama su anda kabul goren sey son dedigimiz yere ulasamayacagimiz, dolayisiyla sosuza kadar donme ornegi bir fikirden (concept) ibaret. Ileride kanitlanir ya da kanitlanmaz, ben sadece su andaki genel kanidan yola cikiyorum. Zaman boyutu Dunya’da da mevcut ama sanirim sizin zamani boyut olarak algilama sekliniz biraz farkli. Uzay ve zamanin ic ice olarak algilandigi kisim, kutle cekiminin her ikisini de bukmesi. Aslinda zaman boyutunu canlandirmasi zor degil, hatta basit bir ornek var su yazida bahsedilmis. http://ilker.utlu.net/blog/4-boyutu-kavramak/Sinirlari olmayan ama sonlu bahsi sadece bilemedigimiz bir gercekle ilgili yuruttugumuz fikirden ibaret. Siz de uygun gorurseniz daha fazla uzatmayarak, bunun ardindan sizin yorumunuzla konuyu kapatalim 🙂
Aman efenim ne güzel konuşuyorduk böyle sohbetler benim için keyif:) Verdiğiniz şu son site çok güzel anlatmış beğendim.Sınırsız sonlu evren modeli konseptden çok daha öte big bang ciddiliğinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü big bang’in yapısına en çok uyan model bu. Yoksa newtonun her yöne sonsuza kadar uzayıp giden boşluk düşüncesi çokdan terkedildi. Zaten içinde hareket etmemizi sağlayan mekan (boşluk ya da uzay) artık biliniyor ki kendi küçük ölçekli sicim zar yapısı yüzünden aslında boş değil. İçinde tek bir fotunun dahi bulunmadığı en temiz boşluklar bile bu boşluğu meydana getiren yapının doğası itibariyle dolu. Boşluğun bu yapısı onu çok büyük ölçeklerde sınırlı kalmaya zorluyor. Unutmayalım big bang ile tanımlanan genişleyen evren, sonsuz bir boşluğun ortasında patlayıp da bu boşluğun içinde genişliyor değil. Evren dediğimiz şey bu mekanın kendisi zaten. Dolayısıyla nereye gidersek gidelim evrenin içindeyiz. Evrenin dışı diye bir şey yok. Evrende sonsuz olmadığına göre, sınırları olmayan ama sonlu bir boşluk yapısının içinde bulunmuş oluyoruz.
Bilgi için teşekkürlerboy uzatmaboy uzatma egzersizleriboy uzatma yöntemleriboy uzatma ilaçları
güzel konuya değinmişsiniz teşekkürler.Şapkat-shirtpromosyon t-shirtpromosyon ürünleripromosyon
teşekkürler güzel konu.kadınkadın güncelkadınlar hakkında güncel bilgiler
teşekkürlerhediyesevgiliye hediyeilginç hediyelerdoğum günü hediyelerihediye kutusu
teşekkürlerbest email serviceemail service providersmtp serveremail marketing softwareemail marketing services