bildirgec.org

kahvekokusu

12 yıl önce üye olmuş, 17 yazı yazmış. 711 yorum yazmış.

TÜRK ROMANCILIĞINDA POSTMODERNİZM

kahvekokusu | 23 March 2010 15:01

: paintingsbybrims.com
: paintingsbybrims.com

Son zamanlarda yaşamımızdaki tüm kargaşayı yüklediğimiz Postmodern sözcüğü, hayatın hemen her alanında karşımıza çıkmakta. Bir çeşit anlamsızlık, kaos, reddetme biçimi olarak giyim kuşamımızdan, konuşmamıza kadar yansıyan bu sözcük sokakta takım elbise altına giyilen spor ayakkabı ya da türban-kot pantolon eşliğinde farklı tarz yaratma peşinde olan insanların tercihi iken, konuşma dilinde ise internet dili diye tabir edilen yanıyla kendini gösteriyor. Yarım kesik cümleler, Chat tarzı mesajlaşmalar, konuşma dilinin aynı şekilde yazıya yansıtılması Postmodern kabul edilen jargonun bir parçası.

Bu yazının amacı; tüm bunların dışında son dönem Türk romanında oldukça geniş bir etkiye sahip olan, okurun çoğu zaman şaşırdığı ya da anlamlandıramadığı postmodern roman tarzını sizlere tanıtmak ve daha keyifli, tatminkâr okumalar elde etmenizi sağlamak.

POSTMODERN SÖZCÜĞÜNÜN TANIMI VE KÖKENİ:

sebahattincucu.com
sebahattincucu.com

Esasında postmodernizim sözcüğü edebiyattan mimariye, siyasetten felsefeye kadar geniş bir alanı kaplamakla beraber en çok edebi metinlerde kafa karıştırıcı bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Postmodern sözcüğünün romanda; modernden sonra, eklektizm, öncü, absürt, tözsüzlük, gruplaşma/bireyselleşme gibi kavramları karşıladığı söylenebilir.

20.yy ile birlikte kullanılmaya başlayan sözcük ilk olarak mimaride ve ardından edebiyatta yerini bulur. Teknolojiyle birlikte değişen toplum yapısının ortaya çıkardığı bir sürece bağlı olarak önce dünya edebiyatında ardından Türk edebiyatında kullanılmaya başlanmıştır.

Postmodern romanın kökleri Postmodern durumun ya da düşüncenin ortaya çıkmasından ya da bu şekilde adlandırılmasından çok daha eskiye dayanır. Hatta klasik roman içinde dahi Postmodern öğeler taşıyan eserler yazıldığı bilinmektedir. Jale Parla, Cervantes’in meşhur eseri Don Kişot’un roman türünün öncüsü olduğu kadar içerdiği parodi, ironi, üst-kurmaca gibi özellikler bakımından Postmodern romanın temelinde bir eser olarak kabul edilmesi gerektiğini savunur.

Gitmeyi ezberleyenleri durduramaz kapı kollarının tanıdık dokunuşları

kahvekokusu | 11 January 2010 09:33

www.fotolog.com
www.fotolog.com

O gitti bir avuç tuz bırakıp kirpiklerime… Sırtımı yasladığım kayaydı şimdi devriliyorum yokluğunun üstüne. Zindan karası bir dehlizin yalnızlığını reva gördü, koynunda ısıttığı şiirlerimi ayaz bir geceye savurdu kül gibi… Yanık ve yarım bir sigara gibi kalakaldım, ne sönebiliyorum ne yanmamın anlamı var şimdi… O gitti aldırmadan alınmış hallerime, Süngüsü düşmüş bir savaşçı gibi kalakaldım ateşin orta yerinde… Kana susamış bir kurşun saplanıyor bu kez göğsüme… Kaç kez ölünür ki öldükten sonra?
Kefenime kan damlıyor vedalarından. Tırnaklarımla kazıyorum mezarımı, tırnaklayarak büyüttüğüm sevdayı gömüyorum içime… Layık mı bu sevda bu cinayete?

GEL…

kahvekokusu | 03 January 2010 13:02

Öyle bir zamanda gel ki yeter dediğimde yetmeyeceğine inansın kendi sesim. Bezirgân birikmişliklerin çoğalırken heybende, bereketli tövbeleri unutmuş olsun dilim. Beşik gibi sallanan bir nümayişin son secdesi olsun sahte imana… Biriktirdiğim hınçlarımı dudaklarına bıraksın asil debdebelerim…

Filistin’in, Kudüs’ün sapana sarılan çocuklarınca büyüsün kaderim. Bosna’nın yitik devrikliğine dirensin işkencelerine ket vuran beynim ve Çölemerik’in ve Amid’in ve Dersim’in yalnızlığıyla içerlesin sana bir kez daha terk ettiğin kimliğim.

Romanda Teknik Unsurlar 1 :Bilinç Akışı

kahvekokusu | 28 November 2009 12:42

www.kafehaber.com/?mxz=KA&kid=118
www.kafehaber.com/?mxz=KA&kid=118

Sanat eserlerinde anlatılacak şeyden çok anlatım biçimi önemlidir. Çünkü biçim anlatılacak olan konuyu, felsefeyi, mesajı okuyucuya ulaştırmada en önemli vasıtadır.
Romancı eseri ortaya koyarken anlatmak istediklerini en etkili biçimde okura sunabilmek için bir takım anlatım tekniklerine başvurur. Bu teknikleri yalnızca yazarın bilmesi yeterli olmaz. Okurun da bundan haberdar olması gerekir ki yazarın ne yapmaya çalıştığını kavrayabilsin. Anlatım tekniklerini bilmeyen bir okur yeterince sağlam bir okuma elde edemez ya da çoğu zaman okuduğumu anlamıyorum hissiyle kafası karışır. Günümüz romanları eskiye oranla çok daha karmaşık bir yapı barındırır. Ancak anlatım teknikleri romandan çekip çıkarılacak olsak geride ya bir psikoloji ya bir sosyoloji ya da salt bir tarih kitabı kalırdı. Bu nedenle bilinç akımı tekniğinden başlayarak anlatım tekniklerine değinmek istedim. Bilinç akımı esasında psikoloji biliminin romana bir armağanıdır. Önceleri psikolojiye ait bir terim olup roman sanatının gelişimiyle yazıya intikal etmiştir.
Bilhassa insanı ve iç dünyasını ele alan eserlerde ya da psikolojik romanlarda insanı en doğal haliyle karşımıza çıkarmayı planlayan romancı bilinç akımı tekniğine sık sık başvurur. Peki, nedir bilinç akımı ya da bilinç akışı? Bilinç akımı roman kahramanının zihninden geçenlerin aralıksız, seri halde bir iç konuşma şeklinde okura verilmesidir. Bu teknik kahramanın kafasından geçenleri okurun adeta izlemesini sağlar. Hiçbir gramer kuralı sentaks, yapı vs. gözetmez. Yazar, bu tekniğin kullanıldığı yerlerde imla bile gerek duymadan hiçbir noktalama yapmadan akış buyunca ahengi bölmeden, kahramanın zihnini ortaya döker. Bu uygulamanın en kapsamlı ve ilk kabul edilebilecek örneğini Joyce’un Ulysses romanında kullanılmıştır. Yazar 45 sayfalık bir bölümde bilinç akışı tekniğini kullanırken hiçbir noktalamaya yer vermez. Çünkü zihnin imlası yoktur.
Bilinç akımı romanın niteliğini etkileyen en önemli tekniklerden biridir. Bu tekniğin kullanıldığı romanlarda psikolojik bir derinlik mutlaka vardır ve kahramanın ne yaptığından çok ne düşündüğü vurgulanır.
Bilinçaltından geçenlerin yazıya aktarılması özel bir dil kullanmayı gerektirir. Bu nedenle de çoğu zaman kendi kendimize ne denmek istiyor? Gibi sorular sormamız kaçınılmazdır. Ancak eline bir kâğıt ve kalem alan okur sadece zihninden geçenleri, üzerinde durup düşünmeden yazıya dökecek olursa yazarın yaptığına yakın bir deneyim elde etmiş olacaktır.
Bilinç akımının psikolojik bir boyutu olduğunu söylemiştik. Bu nedenle zihinden anlık geçen düşünceler ya da kelimeler çoğu zaman bir imaj ya da sembolün ardına saklanmış olarak da ortaya çıkar. Bu semboller ise romanda daha evvelden anlatılmış bazı konuların zihinde yeni bir şekle bürünmesinden başka bir şey değildir.
Dünya ve Türk edebiyatında sıkça kullanılan bu teknik özellikle post-modern romanda daha dikkat çekici bir boyuta ulaşır. Tolstoy-T. Mann-Proust-Faulkner-Joyce-V. Woolf gibi romancılarda en fazla kullanılan tekniklerden biri olmuştur. Türk edebiyatında ise Oğuz Atay- Tutunamayanlar, Peyami Safa- Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Adalet Ağaoğlu- Romantik Bir Viyana Yazı örnek verilebilir.
Konunun daha anlaşılır olması bakımından Romantik Viyana Yazı’ndan kısa bir bilinç akımı paylaşalım:
“…E peki küvet boş mu temiz mi ip orada mı yoksa başka yere gitti mi lafa bak uçak kaçtı olur mu taksi parası yok diye dönmüş geri hani ne oldu komşu havaalanındaydı hani ben sana söyledim bunlar çekmez yolun altında silkeleyiverirler dedim şimdi yeni bir bilet alması gerekecekmiş Bülent’in plak sabun paralarını da çaldırdım artık siz ödersiniz değil mi Hoca somon füme seviyor boş ver bir duş alırım sonra…”

Bir Gecenin Koynunda İki Yalnız Döşektik Biz

kahvekokusu | 23 November 2009 16:59

fotografmakale.wordpress.com/2008/11/12/sandik/
fotografmakale.wordpress.com/2008/11/12/sandik/

Çeyiz sandığında saklanan oyalı yazmalar gibi gün ışığına çıkarıyorum senden biriktirdiklerimi. Sandık sarısına bulaşmış düşlerimin gelin kuşağı kırmızısında kanayışı akıyor gözlerimden. Gidilmemiş bir masal şehrinin kapısı kilitlenmiş üstüme. Cezalı çocuk kimliğim kapatılmış odaya, çığlık çığlığa ağlıyor yine. Dilimde acı biber tadı… Senin kadar yaralı, senin kadar aşka küskün bir düş yanığıyım şimdi ben de…

Anne, ben yazmadım bu masalı…

Soluyorum Seni Yeşerdiğim Yerden

kahvekokusu | 19 November 2009 14:38

 www.blogcu.com/etiket/kartanesi
www.blogcu.com/etiket/kartanesi

Kendimi kaybettiğim anda buluyorum seni,
Seni kaybettiğim anda ben oluyorum..

Can veren bir yüklemin ağzında soluyorum yine. Kilidi mühürlü zamanları açma telaşı içinde kanamalı yaralarım. Sorgularımı sorguluyorum müebbet sevdalarda. Darağacına asılı vebalimi bir yarasa ağzı somuruyor. Zamanın dişi deliyor vicdanıma asılan hesaplarımı…Düşlerime gebe düşkünlüğümden bir kez daha düşüyorum sancıyarak…Faside hesaplarımı bir kez daha geçiriyorum pusulamdan…

MAVİNİN ÖYKÜSÜ

kahvekokusu | 11 November 2009 10:44

Bıraktığı yerde öylece kalakaldım… Yorgun, umutsuz, yıpranmış… Biliyor mudur acaba şimdi nasıl hasretle beklendiğini ya da ne kadar umarsızca sevildiğini…

Takvimlerden habersizim… Zamana kattığı değerle biliyorum ancak aylardan ne… Mevsimlerden hangisindeyiz… Bedenime can verecek, kendi varlığıyla varlığımı anlamlandıracak olan O, neden yok şimdi…

Tek değildim biliyordum… Olamazdım da… Benzerlerim o kadar çokken… Her gün bir başkasıyla sarmaş dolaş arşınlarken şehrin kaldırımlarını, böyle deliler gibi bekleten neydi bana gelmesini… Üzerimdeki hala onun kokusu mu, tüm zerrelerime, tüm ilmeklerime işlemiş olan?

Keşke Atatürk Ölmeseydi, Değil mi Anne

kahvekokusu | 10 November 2009 12:15

Adını koyamadığım bir hüzünle uyanırdım hep o sabahlarda… Boğazımda çözülmeyen bir düğümün yumrusu… Acı acı çalan siren seslerinde sel olurdu gözyaşım… Keşke Atatürk ölmeseydi, ben ölseydim onun yerine derdim, her 10 Kasımda…Annem kucağına alır, teselli eden şeyler söylerdi…Neden sen ölüyormuşsun derdi annem, sen daha minicik bir çocuksun, güzel günler göreceksin, güneşli günler.. Sen ve akranların sahip çıkacaksınız Atatürk’ün emanetlerine… Sonra gülümserdi… Ben burnumu çekerek ağlamaya devam ederdim keşke ölmeseydi diye…

Romanda Vak’a ve Olay Örgüsü

kahvekokusu | 09 November 2009 09:20

Daha önceki yazımda roman sanatında anlatıcının kimliği ve işlevi üzerinde durmuştum. Romanın genel yapı itibariyle bir anlatıcı ve anlatı üzerine kurulduğunu söyledik. Ancak anlatıcı romanda bir araç özelliği taşır. Romanın amacı ise bir olayı ya da vaka’yı okuyucuya sunmaktır. Vaka kelimesinin sözlük anlamı : Olup geçen şey, demektir. Romancı romanın epik yapısını bu olup geçen şeyle kurar. Vak’a anlatıma dayalı masal, hikâye, roman gibi türlerin asli elamanıdır. Geleneksel roman anlayışında çok önemli yer tutan vak’a, modern ve post-modern romanda mümkün olduğunca soyutlanmaya ya da tecrit edilmeye çalışılsa da tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Vak’a en güzel tarifle bir mağazanın vitrinidir. Romanın diğer unsurları yani zaman, mekân ve kişiler vak’a etrafında yerini alır. Bir romanda peş peşe dizilen vak’a parçaları romanın anlatı sistemini oluşturur. Kimi zaman okuduğumuz romanı bir çırpıda karşı tarafa özetlemememizi sağlayan hadise budur. Peki, akla hemen şöyle bir soru gelebilir: Her romanda vak’a var mıdır? Elbette vardır. Vak’asız bir roman düşünülemez. Az veya çok, er veya geç, her romanda vak’a ile karşılaşırız. Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın Huzur romanında bir vak’a ile karşılaşabilmek için oldukça çok beklemek gerekir. Buket Uzuner’in Kumral Ada – Mavi Tuna romanında çok sık olarak yeni bir vaka ile karşılaşmak mümkündür. Roman sanatı ise belli vak’a grupları etrafında oluşturulur:

NEFESİ TÜRKÜ KOKAN YARİM

kahvekokusu | 05 November 2009 14:34

Biri vardı… Uzak dağ köylerinin serinletici poyrazıydı nefesi… Başım her derde düştüğünde derdin derdimdir, demesini sevdim.
İğde ve çam ağaçlarının rayihası dolarken havaya, ben onun kokusunu duyardım kaç kilometre öteden…

Gözleri gözlerime değdiğinde ruhum muydu eriyen? Ben O’nda eriyip O’nunla birleşmeyi sevdim…
Korkmazdım O yanımdayken engebelerden, uçurumlardan, derin mavilerden…
Aşkıyla hemhal olmuş kalbime güveni de sunmasını sevdim…