Bir zamanlar bazı şeyler vardı. Bunların ortak özelliği sadece bize ait ve artık kullanılmıyor olmaları. En azından ben öyle sanıyorum.
1. Ötücü plastik sürahi: Masaüstü/ ortaboy/ şeffaf/ su dökerken kuş sesi çıkarır.
2. Kestane tekne: Karadeniz işi/ suyun üstünde kalan kısmı çok yüksek/ balık için/ pıt-pıt-pıt diye sesi gelir uzaktan/ yavaş gider.
3. Yol aynaları: Yolun gözükmeyen kısmını gösterecek şekilde açılandırılmış. Sonuncusu Tavukuçmaz (şimdi Akyol sokak-Cihangir) yokuşunun Kazancı’yla kesiştiği küçük kavşağın sağındaydı. Fındıklı’dan çıkan, sola sapmadan önce Tavukuçmaz’dan inen vasıtayı görürdü- vice versa.
4. Sıcak su torbası: İçine sıcak su konur/ yumuşak plastik/ ağzı kapanır/ kışın yatağına alır istediğin yerine koyarsın/ üşümezsin/ acayip kadın hayali kurdurtur.
5. Zombi-zambo: Çiklet/ üzerinde zenci kadın ya da arap kadın resmi var/ almadan önce ambalajını yırtmadan kenarından içindeki artist resmini çıkartmaya çalışırsın/ sende varsa başkasını almak için/ hafif baharatlı tuhaf bir tadı vardı.
6. Paket taşımaçı: O zaman ne dendiğini unuttum/ o yüzden bu yeni uyduruk lafı buldum/ naylon torba falan yoktu o zaman/ paketler ipe sarılırdı/ ip beyazdı/ sicim açıkkahve veya griydi (ne alakası var konuyla)/ epeydir o beyaz ipten de yok ortalarda/ neyse ip eli kesmesin diye paketin ortasında buluşan iplerin üstüne iki yanı kıvrık bir cisim takılırdı/ kalın karton/ rulo yapılmış/ küçük/ elin sığacağı boyda, kavrayabileceği kalınlıkta/ 12 cm falan/ bu tuhaf şeyi eve gelince açardım/ meğer tek bir kalın kağıtmış bu rulo/ 0’lar, 1’ler ve küçük kareler olan satırlar vardı üzerinde/ bilgisayarla ilgiliydi herhalde/ o zaman bilgisayar ne arasın/ en yakın alet teleks.
7. Sefertası: Metal/ yuvarlak/ çapı 15 cm civarında/ yapılmış yemek konur içine/ öğlen veya akşam, tası ateşin üstüne koyup ısıtırsın/ yemeğini yersin/ 1’den çok olabilirler/ bir çorba, bir yemek, bir de ekmek için mesela/ bu durumda üstüste raptedilebilmek için yandan kulakları vardır/ en üstte de taşımak için sapı bulunur/ öğlen dışarda yiyecek parası olan çocukların, evden sefertası getirenlerle dalga geçmesi ve bu sonuncuların da utanması sonucu terkedilmiştir/ ismi çok güzeldir.
Başka şeyler de olmalı. Hatırlayamadım şimdi.
yorumlar
Paket taşımaçı hamal değilmi?
Hammal sırtındaki küfede öteberi veya arkalıkta yük taşır. Bir insandır. Benim tarif ettiğim şey küçük bir eşyacık. İsmi başka olabilir. Uydurdum dedim ya.
başka yerlerdede.. örnein yola koyunan dışbükey aynalar.. yüksek duvarlı sokaklardan işlek caddelere felan girerken konulan.. var başka memleketlerde bunlardan almanyada görmüştüm, filmlerde görmüştüm…
Birde hani omuzları silkip CIK deris ya o da sadece türklere özgüymüş.
şu gibi örneğin!
Evet cık da var ama hala kullanılıyor; kaybolmadı. Bir sizin dediğiniz gibisi var, bir de başı iki yana çevirerek cık cık cık diye devamla söylenen ve ‘Allah Allah’ anlamına geleni var. Peki bu ses neden ‘cık’ diye yazılmış? Okuyunca o sesle ilgisi yok. ‘Tzzç’ gibi bir şeye daha yakın sanki.
Kedi taşıyıcı da çok iyiymiş birader. Taşımaçın çok gelişmişi tabii.
Nedense benim aklımda o kelimenin “nırç nırç” olarak yazıldığı kalmış. Öyle değil mi?
denri bizim oralarda.
aynalarından bazı hafif metro istasyonlarında da ver, özellikle yer altında olanlarında, makinist yukarıdan gelen yolcu varsa biraz daha beklesin diye..
-zambo cikletini kadıköydeki ali muhiddin hacı bekir’de bulabilirsin.
-kestane tekneden bir tane rumelihisarında sahilde gördüm demirlemişti ama şu yemek felan verilen teknelerden birisi haline getirilmişti. iki üç sene öncesine kadar, haydarpaşa iskelesinin önünde 3-4 tane falan olurdu onlardan.
-sıcak su torbası da var yaw eczanelerde falan, kalan turuncu kauçuktan yapılma.
-sefertası da hala bulunan ama az kullanılan bir şey. geçenlerde salı pazarında gördüydüm.
benim göremediğim ise elvan gazozu. yok artık hiç bir yerde. ne kadar da severdim halbuki
ağaç dallarından yapılan ok, yay, mızrak türü şeylerimiz vardı bir de tahtadan atımız…
güzel olmuş. bunlarda kalmadı artık…
kalmaz olur mu ya, pazarlarda satılıyo hala zibil gibi 🙂
Bambi’de de satıyorlar Sıraselviler’deki…
vardi yine tasimaya yarayan.
cevre dostu, israfa önlem.
Yoğurtçu vardı çıngıraklı. Atarabalı sütçü, galeteci. Pamukhelvacı, macuncu (meyve aromalı şeker, çubuklara dolanır), Küçüksu’da meydana, Çengelköy’de yol kenarına kurulan büyük mısır kazanları. Tabiikiii Çengel Hıyarı. 🙂
Ossuruk ağacından yaptığımız çadırlarımız, patlangoçlarımız (çitlembik atılır, paaat diye ses çıkartır). Bilyeli arabalarımız (şimdinin sukuutırı).
Boğaz köprüsünden yürüyerek geçerdik (ne alak şimdi)
Ahhh ahhh diye bir iç çekiş.
olurdu bir de. sokakta dev bir yay gibi bir şeyle gezerlerdi. yorganların içini şöyle bir harmanlamak gerekirse eve gelir, yorganı açar içini tuhaf bir işleme tabi tutarlardı. bizim küçük bir beton bahçemiz olduğu için o bahçede yapılırdı. ben de büyülenmiş gibi seyrederdim. komik de bir ses çıkardı bu işlem sırasında..
deniyordu onlara. Pamuktan yapılma yorganların içi yumaklandığı zaman hallaça götürülür ya da gezici hallaçlara evde attırılırdı. Hallaç pamuğu gibi atmak deyimi buradan gelir.
Kalaycılar, bileyciler vardı sokak sokak dolaşan. Adanalılar cevap verin hala var mı bici biciciler, sırtlarında dev ibriklerle kambur kambur gezinen aşlamacılar (meyan kökü satıcıları)?
kalaycı ve bileyiciler halaa var, arada bir hallaç’ta görmekteyim.
Eskiciler, neeeyyloooooonccuuu-lar. Yollukçular vardı. Hanımlar evdeki eski çorap, bez parçaları vb. şeyleri toplayıp götürürlerdi, onları kalınca ip haline getirip el tezgâhlarında dokurlardı.
Bisiklet kiralayıcıları vardı.
Fruko dondurmacılar vardı bu algidalar falan çıkmadan önce, bi arabanın içine koydukları dondurmayla akşama kadar dolaşırlardı dondurma erimezdi akıl sır erdiremezdim. Ayrıca Ege bölgesinde hala çok nadiren görünen karcılar vardır. Bunlar bir at veya eşek üzerinde yazın dağlardan getirdikleri karları satarlardı. Ayı oynatıcıları vardı bir de, iyi ki yasaklandı da artık görmüyoruz onları. Ayıların burnuna bir halka takar dans ettirilerdi mahalle aralarında. Hamamda karılar nasıl bayılır şeklinde bir replikleri vardı. Ayı dediklerini yapmaz ise burunlarındaki halkayı çekiştirir acı verirlerdi zavallı hayvana. Daha sonra bu ayıların kızarmış saclar üzerinde tef çalarak klasik koşullanmayla eğitildikleri ortaya çıkmıştı. Pavlov’un Köpekleri gibi yani, ayı tef sesini duyunca ayaklarının yanacağını düşünüp sallanmaya başlardı.
o ayılardan ne korkardım çocukken, manyaklar. koca ayıyı sen mahalleye sok, çoluğun çocuğun merakla karışık ödünü kopart. hem deli gibi merak edersin, hem de deli gib korkarsın, annen bağırır balkondan gel burayaaaa diye. aman ya.
sürahi olayınıbaya iyi yakalamışsın. bizde yoktu ama o sürahiler bana çok sıcak gelirdi, annem asla odama su götürmeme izin vermezdi, odamda sürahim olsun isterdim bende o plastiklerden, komşuda falan vardı kıskanırdım.
hala-hoplar vardı eskiden. mavi olurdu en çok da.
macuncular vardı,.. mahallede her aldığımda azar işitirdim annemden,..
pamuk helva, leblebi tozu, un helvası,.. hay allaam yaa,nerden çıkardınız şimdi,..
Lahmacuncular vardı. Kollarına taktıkları beyaz sepet içinde lahmacun satarlardı. Korkuma hiç yiyemezdim. Kedi etinden yapıyorlar derdi annem. Hep merak etmişimdir. Ama hiç yiyememişimdir.
diye bagiran adamlar vardi bi de.ne sattiklari malumunuz..toros veya kartal arabayla gofretçiler vardi.muzlu filan olurdu..alaska frigocu,bozaci hala var da,onlar nerede??
bizim yazlık mekan hala köy iken, beyaz önlüklü yaşlı kişi “krep” satardı,.. başka bi isimle bağırıyordu, ama bildigin krepti yahu,..
bici biciciler de aşlamacılar da hala var NuMB. ellerindeki bakırdan tasları birbirine vurarak ” soğuuuukkk, buz gibi aşlamaaa…” diye gezineniyolar, görüyorum yazları…
bi de kaynamış nohut -bol kimyonlu- satarlardı, kağıttan külahların içinde verirlerdi.. nohut dedim aklıma geldi; bi de bunun tazesi vardı. at arabalarının üstünde sokak aralarında ya da pazarlarda falan satılan taze nohut…
ben ikisini de görmüyorum artık…
Benim çocukluğum istanbulda geçmedi ama, bir zamanlar hem büyük olması hem şekerli olması hemde tofaş ve renodan başka otomobil göremeyen bizler için acaip otomobil resimlerinin olması nedeniyle turbo sakızı acayip hit olmuştu. Onların üzerindeki sayıları kullanarak kumar oynar, birbirimizi “üterdik”.
Dandy sakızı vardı… 100 tane hayvan’ın resmi çıkardı içinden, 100 ünü tamamlamak çok zor hatta neredeyse efsaneydi, birileri biyerlerde tamamlamış denilirdi. Aklımda kaldığı kadarıyla 76 numara Tukan çok zor bulunurdu, ilk gördüğümde heyecanlanmıştım. Alt mı üst mü, duvardan atmaca, büyük çeken kazanır oynardık. Ve evet birbirimizi üterdik…
turbo olayını biz de yapardık. katkat turbolar. tadı da ağzını sürekli sulandırırdı, yapış yapış. yoksa biz çocukluk arkadaşıyız da haberimiz mi yok. tabii bi de gazoz kapağı kapış kapışı..
fırıldak vardı, ortasındaki deliklerden ipe takıp çevirirdik. fırr fıurrr diye ses çıkarırdı.
çubuk şeklinde çukolatalar vardı. çok ucuzdu.
esem sporlarda pek bi popülerdi.
hadi bunları anladım ama bir de “dön baba dönelim” bitkisi vardı. kahverengileşmişlerini koparıp muz gibi soyardık. o soyulan parçalar kendi kendine dönerlerdi. ona ne oldu?
bitkilerden aslan ağzıda gerçekten muhteşem bi oyuncaktı… bıcbıcı çok enteresan bi olaydı… yemesi hoştu hala adanaya gittiğim zaman yiyorum… bi de sadece kartlar vadrı he-man falan ayrıca rambolar arnoldlar ünlüler… bizimkiler çok kızardı kağıdaa para veriyonuz diye… ama bzi oynar eğlenirdik bilmezlerdi ki…
bi de bu trende satılan rambo çikolataların hakkı yeniyo gibi geliyo.. çok güzel bir çikolata o ya…
şu hani ucunda çıngıraklı bir tekerlek olan sopadan oluşan oyuncağı hatırlayan var mı? Tintin miydi neydi onun adı? Bi de plastik hatta naylon arabalar olurdu, bir tel vasıtasıyla ilerletirdik onları henüz remote control olaylarının olmadığı dönemlerde, bazı tesisatçı mahalle delikanlıları hemen yukarıda bahsettiğim tintin mahlaslı oyuncağın tekerleğini arabanın telinin ucuna bağlamak suretiyle direksiyon haline getirirler, muhtelif boncuk ve gelin pullarını iğne ile arabaya saplamak suretiyle arabayı kız gibi yaparlardı. Benimki hep orcinaline sadık kalırdı. (İtiraf ediyorum çocukluğum Pakistanda geçti) Ve de last but not least, bakkallarda satılan karton maskeler vardı, 2 modeli olurdu onların sadece, bi tanesi korkunç, diğeri şapşal bi tipti.
olmasada en sağlam ayakkabı Mekap’tı. Nev’î şahsına münhasır acayip sarı bi renkte olur idi. Hep düşünürdüm niye böyle bir renkte ısrar ediyorlar acaba diye?
o zamanlar alt komsumuz buranın coca-cola bölge bayisiydi. hiç kapak sıkıntım olmadı. ve çok arkadasım oldu. hatta kapak karşılığı satın alırdık elemanları. bak ya ne günlerdi. sonra misket günleri. bi arkadasla çok iyi oynuyoduk. eküri:). herkesi yenerdik sonra misket alamayan çocuklara dağıtırdık. robin hood u yeni izlemiştik gazada gelmiştik yani. sonra biraz daha büyüdük kızlarla falan ip atlardık. bu kadınlar insanı yoldan çıkarır:) sen gül gibi misketleri bırak git ip atla. 🙂
olmasada en sağlam ayakkabı Mekap’tı. Nev’î şahsına münhasır acayip sarı bi renkte olur idi. Hep düşünürdüm niye böyle bir renkte ısrar ediyorlar acaba diye?
O na biz “çınçın” derdik :))
herhalde gerçek adı da oydu.
yeryuzu: mekap kalite ayakkabıydı, herkes alamazdı. lastik çizmelerle okula giderdik. pehh…
Geçenlerde eve gelirken yolda “yılan” (yere tebeşirle yılan çilir, gazoz kapağıyla oynanır) oynıyan çocuklar gördüm :)) vaaay be dedim sizin aklınıza nerden geldi bu diye. izim çocukluk oyunumuzdu o.
“Niyet” yapardık.
Teksas, tommiks, zagor, kızılmaske, mandrake, mister no, teks, kaptan swing ve daha neler. Okuduklarımızı yol kenarlarında satardık.
Tenekede midye.
Mahalle savaşlarımız vardı. Karton kolilerden zırh yapardık :)) Oklarımız, mızraklarımız, çineto ve kireçleri kâğıtlara sarıp el bombası yapardık :)) Resmen meydan muharebesi olurdu :)) Counterstrike bizden esinlenmiş.
çın-çındı onun adı. bi ayağına takardın öbür ayağınla sek sek sekerdin. oyunlarımıza hiç girmeyelim çıkamayız. ohoo
“eeeskimo vaar, var eeeeskimo var, çukulatalıı kaymaklıı faaaaabrika eeskimosu vaaar”: bunu adanalılar mutlaka hatırlayacaklardır. bisikletle gezer, sekizinci hamur lacivert kağıda sarılı eskimo satarlardı. bi de bazı kapıcıların içi boş ilaç kutularında evde yapıp sattıkları eskimolar vardı.
“simideeee, tazze tazze simiiidde, kazan gevrek simiid”: en tiz sesleriyle ciyak ciyak bağırır örgülü simit satardı bu abiler.
“tallaş böriiii”: talaş böreği satan tonton bir amcaydı. yazın tam hanımların çay saatinde gelirdi sokağa. kışın da salep satardı aynı tablada.
mataralarımız vardı plastik. ya tek kol asardın ya da boynundan aşağı sarkıtırdın. okuldan eve deli gibi terlemiş, önlüğün cebi sökülmüş çantayı sürükleye sürükleye dönerken mutlaka bakkala uğrar kolalı topitop alırdın. çpk değerliydi bi zamanlar kolalı topitop, on-on beş topitopun içinde bir iki tane anca olurdu. o olmayınca mecbur elmalı alırdın, yeşil ambalajlı.
sazlardan ok yapılırdı. ucuna da gazoz kapağını ezerdek ok başı gibi olurdu.. ağaç dalından yay , misinadan tel.. günlerce savaşa hazırlanırdık, ilk yaralanmada anneler bize girişi oklar yaylar kırılırdı. oklarımı yukarı doğru 30 -40 metre giderdi..
Yav çok acaip bişey hatırladım çocuk manyaklığı işte nereden bulduysak, bilmiyorum yapanınız var mı çocukken: Evimize yakın inşaatlar, şantiyeler olurdu sıkça ve oralarda karpit bulunurdu. Karpit çalardık o inşaatlardan, küçük bir kuyu kazardık yere, içine su doldurur karpitide içine atardık. Sonra altından çiviyle delinmiş bir konserve kutusunu kapatırdık üzerine. Gazeteleri kıvırararak yapılan meşaleyi yakıp çivi deliğine tutardık; Sıkı bir patlamayla sağımıza solumuza çamur sıçrarken konserve kutusu nerdeyse dokuz katlı apartmanımızın boyuna kadar yükselirdi. Karpit patlatmak derdik adına, kendi havai fişeğimizi kendimiz yapıyorduk işte. Annelerimizin ödü kopardı…
diye bisi cikmisti bir ara sonra cemil cumle okullarda yasaklanmisti. iki plastik sert topu asagi yukari hareket ettirip ses cikartirdin. galaktika yillariydi onlar
ya böle elektrik boruları vardı, kağıtları eski bakkalların 100 gram zeytini koymak üzere gasteyi enteresan bir şekle (o şeklin adı neydi, ismi neydi?) soktukları gibi sokar, sonra da o kağıdı boruya sokar bi üflerdik ki füze gibi giderdi maşallah. kibrit kutularını bantlıyoduk al sana kaleşnikof.
bi mısırcılardaki mısırın tadını hiçbi zaman evde annemin yaptığı mısırlardan alamadım. ama annem çok kızardı, mısırcılar o kazanda çamaşır yıkıyo derdi, bi türlü cesaret edip alamazdım, arkadaşlar yerken bi tarafım şişerdi.
astronot olamayacağımı kavradıktan sonra da eskici olmaya karar vermiştim. çok manyaktı işleri ya bütün gün geziyolardı ve böylece ben de büyüyünce bütün gün sokakta olup, oyun oynayabilirdim. hele bi de “demiğraliiiyooo” diye bağırışları vardı ki, kimisi heybetli kimisi cılız.
gazoz kapaklarını kaldırım taşlarına dizerdik. parmaklarımızla 3’er kere vurur, kaldırımın bittiği noktaya ilk önce ulaştırmaya çabalardık. yere düşünce yeniden başlanıyodu.
bi de futbolcu kartları vardı. onlarla pişti gibi oyunlar oynardık. böle sayıları vardı, sırayla atardık, son rakamı aynı gelince kartı edinirdik, sevinirdik.
oo bi de torpiller, özellikle bayramlarda, sokakları ortadoğuya çevirirdik bom! bom! fişekler de vardı. fiyuuuv diye ses çıkarır döne döne uçardı, macun da yerdik, çilekli falan, of, canım çekti.
“Külah”
Biz abartırdık uçlarına iğne takardık :))
Füzeler vardı, konserve kutularını ters çevirip içne füze koyardık. Ne patlardı beee :))
renkli telefon kabloları vardı, yere atarlardı. onları toplardık. bi de şırınga tabii. geberip gidicez haberimiz yok. dül-dül ler vardı. f1 arabaları gibi, demirden. tam önünde kocaman numara yazardı. pedalları vardı. deli gibi ayak çırpardın, çocuklar sıraya girerdi bi kere biniyim mi lan diye.
hehe.
o bahsettiğim torpili bi keresinde cam bi şişe içine koyup patlatmıştık, şişe de patladı ama ne patlayış, her tarafımıza, sokaktan geçenlere falan sıçradı parçacıklar, yaralandık öyle.
hihi.
turbo sakız deyince… sayfalarca yapistirip kendimce albüm yapmistim. bilmiyorum, aslinda üzerinden o kadar da zaman geçmemiş gibi…
Amma çok dinozor varmış meğerse. Allah bilir siz 25 kuruşa Neşe Gazozu da içmişsinizdir.
Bir de yere çivi atarak iki noktayı çizmek suretiyle rakibi hapsetmeye yönelik bir oyun oynardık ki ne güzel çıngar çıkardı be.
çivi dedin de aklıma geliverdi. arkadaş tahtayı halı saha ebatları orantısıyla kestirip futbolcu niyetine çivileri çakıvermişti oraya buraya. sonra bozuk parayı parmakla ite ite gol atmaya çalışıyoduk kalelere. geçennerde tvde haberlerde gördüm. bu oyuncaa epey geliştirmişler neredeyse düşünce gücüyle mekanik top hareket edecekti vs. vs.
25 şuruşu bilmiyorum ama 3 liramı alıp kömürlükte sana kayaka yaptırıcaz diye kandırmıştı beni bi abiler. ben de anneme şikayet ettim. hatta evde canlı kayıdı var. annem bana diyo ki:- e annesine söyleseydin kızım. ben de diyorum ki:- annesini dövdümm.
bahsettiği boru silahına “tüf” (abartıp dürbününü de yapardık), Psychedelic in çivisine de “pes” derdik biz.
milliyet kardeş veya çocuk dergisinin verdiği iple havada daireler çizdirerek uçurduğumuz plastik uçakları da unutmayalım.
uçurtmaları hatırlayanınız varmı, hani defterin orta sayfası yırtılır ve katlanarak garip bir uçurtma yapılır. Kuyruğuda kağıttandır onun. Annemin ince sicim ipliklerini çalardım dikiş kutusundan, uçurtma uçuracam diye, sonra üsküdarın dar yollarında koşup dururduk.
patlangoç yapardık kâğıttan. Sallamaktan kollarımız ağrır iptal olurdu :))
tekerlekli çın çınlardan hala görüyorum bazı oyuncakçılarda ; hula hup çevirirdik – çamura çivi atardık – şimdiki kızlar lastik bile atlamıyo ya -iki kız karşılıklı arada lastik…önce bilekte, sonra dizde ,sonra bel en son koltuk altı..ortada da bi kız atlardı…seyyar şemsiyeli dondurmacılar geçerdi ; arkasından koşar yetişirdik -kalamıştaki lunapark güzeldi bayramlarda yalvar yakar giderdik ; zincirli dönen tek kişilik uçan şeylere annem izin vermezdi ağlaya ağlaya eve dönerdim ; atari vardı…
karakutular, komodorlar ve onların kafa ayarları tornavidalar, eski zeki alasya – metin akpınar tiyatro kaset kayıtları, bi de ilkokulda denediğim ilk sigara olan birinci.
…bir de şey vardı. Sanırım Ülker firması çıkartıyordu. Altın şeklinde çikolatalar vardı. Eğer çikolatalar erimişse, paketi açmak, tam bir işkenceydi.
Leblebi tozu ise benim çocukluğumun hayalidir. Boğazınıza kaçınca pek iyi olmadığını da bilirsiniz.
Kiremit gibi dokuz taşı üstüste dizerdik. İki ekip olurdu. Topla taşlar yıkılmaya çalışılırdı,taşlar yıkılınca yıkan ekip elemanları etrafa dağılır diğer elemanlar da onları yakalamaya çalışırdı (tam böyle olmayabilir). O arada taşlar tekrar üstüste dizilir arada kaçan karşı takımın “güçlü” oyuncularınca yıkılmasını engellemek gerekirdi. Şimdiye niye oynanmıyor sanki? Yakantop ve yılandan sonra en sevdiğim oyunlardan biriydi, sanırım büyüklerle oynuyorduk o yüzden..annem karanlık olmadan eve girmemizi isterdi ve hep 10 dakika daha için tartışırdık..Malum karanlık olunca ortada cinler periler geziyor ! Erkekler gece saklambacı (abim mesela) oynardı balkondan seyretmekle yetinirdik..
Dizlerim hep kabuklu,çünkü sürekli kabuk düşmeden soyulmaya çalışılırdı..Eller de yılan oynamaktan hep çatlak içinde..
Tipitip’in karikatürlerini 100 tane yaptığında postalıyordun, çıkartma gönderiyorlardı..hala da eski buzdolabının üstünde bir kısmı duruyor…yazın “aluc” satılırdı,kolye gibi bir ipe dizili,sarı ve kırmızısımsı oluyordu ekşi bir tadı vardı bayılırdım…
celik comak vardi. Bir uzun bir kisa sopayla oynar, zerde pilav diye olcu birimi kullanir, cok hizli vurup uzaklara gonderecegim hirsiyla kafamizi filan yarardik..
dekman diye bi oyun vardı. sopaları tabanca gibi kullanıp birbirimizi vururduk. vurma efekti ise oyuna adını veren dekman’dı. oyun hep bi tarafın cıvıması ile sonlanırdı.
-dekman tekman..
-dekman, vuruldun çık.
-hadi yaa, önce ben furdum. sen çık!
-ben senin kafanı görür görmez dedim bikerem.
…hiç kaçırmazdım, Yalvaç Ural’ın iğrenç bilmecelerini okur, sonra bilmece yarışmaları düzenlerdim arkadaşlarımla…
o eski arabalarıyla gelirdi. peslerine takılır arabanınn arkasına binmeye calısırdık..
bilmeyenler için zerzevatci bir nevi arabalı manav 🙂
mahalle aralarında tablalarıyla dolaşarak selle sepet satanlar vardı bi de…
kocaman, çevirmeli telefonlar vardı. bazılarının altında kutusu vardı, kilitlenebiliyodu. Allahım ne işkenceydi onlarla numara çevirmek.
bozacılar vardı sonra kışın her akşam bozaaaa ( a’ yı o kadar uzatırdı ki) diye nasıl canım çekerdi.
horoz şekeri vardı kırmızı paso ondan alırdık.
bir gazetenin iç sayfasından dev bir uçak yapıyorum, atıyorum düşüyor, zaten ağır, zaten yamuk, düşüyor. neden lazım, “neden düşüyor?” … evet, uçak yanıyor, vurulmuş, kolonya yada gaz yağı, hatırlamıyorum, döküyorum, yakıyorum, atıyorum, bir, iki, çok iyi, yanıyor ve düşüyor, gecenin karanlığını yarıyor (aman aman) bir iki sorti, alt balkona düşüyor, hemen içeri kaç, onbeş dakika, siren sesi, kırmızı ışık duvarda yansıyor, sönüyor, yansıyor, titriyorum, alt katın balkonundaki, neden tutuştuğu bir türlü anlaşılamayan, sobalık odunları söndürüyorlar.
…Tüm gazeteler, bizi bilim adamı yapmak için didinip durdular.. Sonra, iyi hatırlıyorum, sabah gazetesi, o tek kuponda birden çok ürün hikayesini başlattı… O zaman ufak olan tüm çocuklar, emekli olunca yapacakları gibi, ürünlerini almak için kupon kuyruklarında beklerlerdi. Hatta Posta Gazetesi, Halı vermişti. Sabah ezanından kuyruğa girenler olmuştu…
Gunun sicakligi etkisini aksam serinligine terkederken toplanir top (futbol) oynardik. iki tastan olusturulan kaleleri macin gidisatina gore yarim metre bir metre daraltir, itiraz olunca da “mac baslarken boyleydi zaten” deyip gecistirirdik. Ust direk diye birsey olmadigi icin kaleye kisa boylu birini ya da ufak bir cocuk gecirir; 1.5 metre ustten giden top icin ‘avut’ karari verirdik. Macta hakem olmaz, oyun icindeki tartismali pozisyonlarda en buyugumuz ya da en iyi top oynayanimiz karar verirdi. Bazen verilen karari icimize sindiremez kavga ederdik. Kimse atilmazdi oyundan kafa goz yarilsa da… 6’da devre 12’de biter hesabiyla baslayan mac bazen 90 dakikadan daha uzun surerdi. Kimse ne saat tutar ne de “yorulduk birakalim artik” derdi.
Sonra bir kadin sesi oyundakilerden birinin adini seslenirdi yuksek volumden. “Aliiiii, Uzay 1999 basladiiiii!..” diye. Bir anda herkes evine dogru kosmaya baslardi. Oyun ne kadar cekismeli ya da gerilimli olursa olsun birkac kisi disinda kimse kalmazdi arsada.
Evde televizyonun karsisina oturur, Kartal 1 ile Kartal 3’un ve diger onlarca kartallarin maceralarini seyrederdik siyah beyaz ekranlarda.. Bizim televizyonumuz Arcelik (Beko da olabilir) markaydi. Acma kapama dugmesinin uzerinde mikadan kucuk bir parca daha vardi. TV anahtari diyorlardi ona. Onu yerinden cikarinca acma-kapama dugmesi calismiyordu. Babam cogunlukla kendisi isten donene kadar ben ders calisayim diye o mika parcayi yaninda tasirdi hep. Gunduz yayini olmadigindan annem de sesini cikarmazdi bu duruma.
Dizi ya da seyrettigimiz “kacirilmamasi gereken seyler” bitince yine firlardik disari. Toplasir, seyrettigimizi yorumlardik. TV’de 7 Gun diye bir dergi cikardi o aralar. Haftalik , yarim gazete boyu, yarisi renkli yarisi siyah beyaz ve 60 ila 100 sayfa arasinda cikardi. Tirajinin 100 binleri devirdigi soyleniyordu. Tek kanalli hayatimizda bu dergiyi hic kacirmaz, dizi, film her neyse onceden okur, anlattiklarimla muthis bir caka satardim etrafa. Her gece adim sayilarini bile ezberledigim askerlerin Istiklal Marsi torenini seyreder, “televizyonunuzu kapatmayi unutmayiniz” yazisini bir bes dakika seyrederdim; belki birsey cikar diye. Yatardik sonra.
Ertesi gun, yukarida anlatilan “SEYLER” ile yine baslardi hayat. Boyle surer gider mutlu ve bahtiyar yasardik. Komsu bahcelerine dalmaktan SIKILINCA en yakin bogurtlen caliligina gider, ellerimiz suratimiz mosmor olana kadar bogurtlen yerdik. Mahalle bakkalimiza haftalik servisini yapan gazoz kamyonlari gelince uygun bir yerde sotaya yatardik. Yanlari acik oldugu icin hizli gidemeyen bu kamyonlar virajlarda cok yavas donerdi gazoz, kola kasalari devrilmesin diye. Boyle bir viraji alirken kamyonun yanina gelir icinden sise ya da kasayi ceker alir ortadan kaybolurduk. Kamyoncu cogu zaman farketmezdi. Farkettigi zaman da kamyonu birakip pesimizden gelmeyi goze alamazdi.
Patlayana kadar Ankara, Fruko, Elvan gazozu ya da Akola icerdik. Ganimetimizi saklamak gibi bir huyumuz yoktu. Nasil olsa kamyon yine gececekti. ?cemedigimiz siselere bel hizasinda bir yere dizer, kus lastiklerimizle (sapan) uzaktan onlari vururduk. Atis yapmadan once siseleri iyice bir sallardik. Vurulan sise oyle bir sesle kirilir ve icindeki sivi oyle bir tazyikle dagilirdi ki ayni kovboy filmlerindeki hazzi duyardik.
Boyle yasamistik cocuklugumuzu. Bu “SEYLER” bir yerde hayatin anlamiydi bizim icin. Yukaridaki yazilari okuyunca icim burkuldu.
Bugun 9 yasinda olan kizima ve onlarin oyunlarina bakiyor “ne kadar zevksizler” diyorum. Hos, zaten cok fazla oyun da oynamiyorlar. Cogunlukla tv ya da vcd seyredip bilgisayar basinda geciriyorlar zamanlarini.
Evden disari cikiyorum. Bir zamanlar erik, incir caldigim ya da topladigim yerlerden yukselen beton yiginlarina bakiyor, civi, dokuz tas, yakan top, misket ya da saklambac oynadigim yerde kurulan marketten bir gazete alip, gazoz kamyonunu soydugumuz yerden bir taksiye binip ise gidiyorum.
biz bu güzellikleri yaşayan ya da çocukluğunu bu şekilde yaşayan son kuşağız gibi geliyor.
üç korner bir penaltı..
oyunlarda bi öncelik durumu veya dediğimizin doğru olduğunu ispat vaziyetlerinde kırmızısını öpen kişi öncelik sahibi/haklı olurdu….
bide istop oyununun renkli olanı vardı, topu tutan kişibi renk söyler ve o rengi tutmayan kişiye koşarak topla vururdu. bi keresinde şortumun ipine bulunmayan renklerden eflatun bağlamıştım hemen ulaşabilmek için…
Eagle Bey. Bir zamanlar ‘kartal’ oldugumuzu hatirladik. Cocuklugumuzda gordugumuz yaslilarin durumuna, ortayasliligimizda dusmus bulunuyoruz. Bu hal giderek daha da geri cekiliyor galiba. Huzur kalmadi. Herkes kendini ‘iyi hissetmek’ icin debel debel debeleniyor. Ruzgar vardi eskiden; sehrin icinde dolasabiliyodu; buyuk binalar yapilmadan once. Gecti.
bunlar ya. Oturup ağlıycam nerdeyse. badcat’in dediği kırmızı horoz şekerini görmüştüm bikaç yıl önce. Bi heves aldık üç beş arkadaş. Ne iğrenç bi tadı vardı anlatamam. Sanki mazotla yapmışlar. Acayip ağır bi koku, ufff leş gibi. Bizim mi ağzımızın tadı gitmişti, şekerciler mi bozmuştu bu işi. Vay bee. Daha sonraki yıllarda Güneş Gençlik diye bi dergi vardı. Arka sayfasında artist yada şarkıcı resimleri olurdu dört tane. TRT 3’te de yabancı müzik çalan bi program vardı. Her çarşamba ekrana yapışıp onu beklerdik. Hatta onu sunan hollandalı bi çocuk vardı. Bütün kızlar hastaydı çocuğa.
Baby700, haklisin ruzgarimiz bile kalmadi. 30’u 7 gece ya da 40’a 3 kala birdenbire bu seylerle bir tuhaf oldum. Sorgulamaya basladim kendimi… Yaptiklarimi, yapamadiklarimi, hayal ettiklerimi…
Galibarda’nin yaptigi gibi cocukluktaki seylerden arasira rastlarsam aliyorum. Hakikaten bozmuslar hepsini.. Igrenc olmus sekerlerin tadi.
Elinde baltasiyla yasli bir adam dolanirdi benim cocuklugumda. Para karsiligi agac keserdi. Oturup seyrederdim onu. O yasli bedeniyle bahcemizdeki yasli meseleri keserken. Mese dedim aklima geldi, en son ne zaman mese palamudu gordugumu bile hatirlayamiyorum artik.
Fotografci dolanirdi mahallelerde. En olmadik zamanlarda cikageldigi icin fotograflarimiz da en dogal, en sahici durumumuzu yansitirdi siyah beyaz..
Bu siyah beyaz anilar grilesiyor, kayboluyor yavas yavas… Istemiyorum bunu.. Ya onlar griden renge donsun, ya da ben doneyim geriye. Sorumsuzca ve tasasiz yasadigim haylazligimi istiyorum yeniden. Topacimin ipini kesen cocukla bir daha kavga etmek istiyorum…
Ilkokula giderken, derslerden bunaldigimda toplam egitim suresini hesaplar, “offf gecmez bu seneler” derdim. Ortaokul bitecek de liseye gecilecek, 3 yil lise bitecek de universiteye gidilecek filan falan. Gecmezmis gibi gelirdi gozume. Sonra bu yillar gecerse annem ve babam yaslanacak diye istemezdim yillarin cabucak gecmesini… Onlar yaslanirsa benim icinde hayat bitecekmis gibi gelirdi..
Nerden okudum bu SEYLER’i ya. Sinirlerim altust oldu birdenbire. Aglamak geciyor icimden. Kazik kadar adam olduk… Hala cocuklugumuzu ozluyoruz.. Yoksa buyumedik mi ne?.. Anneme gidecegim aksam. Kafami koyacagim kucagina. Cocukken yaptigi gibi saclarimi karistirtacagim. Sonra onun da anilarini eseleyecegim… Bakalim neler anlatacak… Iyi icecegim bu aksam. Bir de Coskun Sabah’tan “anilar” sarkisini bulmam lazim…
Ulan ne yapiyorum ben be? Kafayi yedim resmen. Bu konuyu acana bir kizdim simdi anlatamam.
Be kardeş ne istersin bizden?
Hadi duygulandın, özlem duydun, …
Offff… Okuyunca fena oldum yaa…
Bir daha o zamanlara asla dönemeyecimi bilmek acayip koydu şimdi..
Kusura bakmayin. Doldum birden… Is yapamaz oldum su an. Rahatsiz olan varsa simdiden ozur dilerim. Ama yazmak, anlatmak sanki biraz rahatlatiyor.
Anilarim dizilmis siraya, “bunca zamandir nasil unutursun bizi” diye gozleri iki cesme agliyorlar.
Oyle geliyorlar ki ustume, cuceler ulkesindeki Guliver gibi bagladilar her yanimi…
Herkes bilirdi birbirini eskiden. Oyle bugunku gibi apartmanin posta kutusuna bakarken selam vermeden gecmezdi kimse. Emine teyze hasta olmus derlerdi. Uzulurduk. Selime teyze yemek yapar butun mahalleye yayilirdi koku. Canimiz cekerse gider yerdik. Kimse kimseyle kavga etmez kusmezdi kolay kolay. Oyle cok buyuk gelir ucurumu da yoktu mahallemizde. Annem yemek yaparken bakar yag bitmis, bir fincan verirdi elime “git Fatma abla’dan biraz yag al gel” derdi.
Toplasirdi butun mahallenin kadinlari bizim evde agda yaparlardi. Seker midir nedir birseyi tavada pisirirler yapis yapis ama bir o kadar da guzel kokan bir “sey” yaparlar, sonra kakara kikiri icinde herkes bacaklarini ortaya serer, aylar, oflar icinde bacaklarina yapistirip dururlardi o seyi… Bu durum cok enterasan gelirdi bana. Biraz da erotik tabii ki… Baska odaya gecer anahtar deliginden rahat rahat bakardim kadinlara. Icim giciklanir bir hos olurdum. Iple cekerdim gelecek agda gununu.
Ilkokulda tenefuslerde “yakalamac” oynar birilerini ebelerdim. Bu kosusturma icinde duser kafami gozumu yarar, hademe tarafindan hastaneye goturulurdum. Dikisler icinde eve getirilince butun mahalle basima ususurdu. Tombul bir komsumuz vardi. Onun kucagina yatardim bingil bingil.
Plastik bir oyuncak arabaya uzun bir telle direksiyon yapar, ampul ve pillerle farlar, kornalar eklerdim ona. O oyuncagima “aksesuarlar” eklemek en buyuk zevkimdi.
Oyle zirt pirt calan telefon da yoktu. Ezilmekten korktugumuz vizir vizir gecen arabalar da. Muslugu actigimda akan suyu kana kana icibiliyordum. Biraz klor tadi oluyordu bazen… Babam kizardi anneme cayi klorlu suyla yaptigi icin.
Bir sunnet, nisan, dugun gibi birsey oldu mu acaip sevinirdik… Toplasirdik butun mahalle.
Selime teyzenin karadutuna ciktigim zaman hep kizardi annem bana. Elimi yuzumu boyamadan yiyemedigim icin.
Plastik toplarla oynarken dikenli ciceklerin, civili tahta citli evlerin uzaginda olmaya ozen gosterirdik. Hemen patlardi meret bir gulun icine dustugunde.
Babam 1 lira 2.5 lira harclik verdiginde nereye harcayacagimi sasirirdim. Yazlik sinemaya gider, cikarken makinist amcadan kopmus film parcalarini isterdim. Sonra eve gelir buyuk bir karton kutunun dibine 5 santimetrekarelik bir delik acar bir ampulle ilkel bir projeksiyon zimbirtisi yapardim. Sonra evin bodrumuna inerek, sinemacidan aldigim film parcalarini o bes santimlik deligin üstune koyar ampulle iki metre otedeki beyaz kartona goruntuyu dusurur, seyrederdim hepsini. Sonra bu iste biraz ustalasinca adam basi 25 kurusa butun mahallenin cocuklarini evin bodrumuna toplar, kare kare film seyrettirip para kazanirdim bir de.
Az hergele degildim yani. Baska mahalleden cocuklarla dalasinca yerden tas alip “kafani yararim senin” der atardik tasi kafasina. Hepimizin kafasinda bir tas izi vardir bizim mahallede. Ben de iki tane.. Bugun dusunuyorum da nasil atarmisiz o taslari kafalarimiza. Benim cocuguma biri yapsa cildiririm herhalde.
Yaa boyle iste. Yazarim aklima geldikce baska seyler.
ama böyle de yapılmaz ki…
babamın yıllar önce “aaaaaahhhhh nerde o eski günler…” diye iç çekerek anlatmaya başladığı ve hepimizi kopardığı anlara döndürdün şimdi beni bu yazılarınla…
“o zamanlar insanlık vardı..” derdi; lafın özü bu sanırım..a
O zamanlar bu unuttugumuz terkettigimiz seylerle birlikte insanlik da vardi.
Zaten anlattigimiz ve ozlem duydugumuz bu “SEYLER”in hemen hepsi buram buram insanlik kokuyor.
Yapaylik ve sogukluk yoktu hicbirinde…
Onun icin bugun burada yazilanlari hatirlayinca bir tuhaf oldum. Makine degil ki gidip satin alarak yeniden yasayabilesin.
Yukarida anlattigim bir oduncu vardi ya… Oglen olunca annem ona da yemek koyardi. O yasli adam bahcede yemek yerken, yuzune bir aydinlik gelirdi.. Kendini fartli bir siniftan hissetmezdi.
Bugun eve cagirdigimiz banadaciya oglen kendi yemeyecegimiz seyler veriyorsak, oturup bir dusunmek gerekiyor kaybettigimiz cocuklugumuzun yaninda aslinda ne kadar buyuk bir “SEY” daha kaybettigimizi…
böylede yazılmazki….
Hakkın yoktu, zaten hüzün dolu şu gün batımında, bizi dahada hüzünlendirmeye.
Kaybettiklerimizi hatırlatmaya ne gerek vardı şimdi, ben mutluydum sanki bazılarını unutmaktan. Yada unuttuğumu sanmaktan.
Yine de kız(a)madım sana.
annem anlatır masal gibi dinlerim ; 8.15 vapurunda herkes birbirini tanırmış kaptanla günaydınlaşılıp gemiye öyle binilirmiş…herkesin yeri varmış ve mesela ahmet bey gelmeyince beklerlermiş ,bişeymi oldu diye merak edilirmiş…
bir jenerasyon daha üste çıkarsam ; dedemle büyükannem kayıkla kurbağalıdere(diğer adı boklu dere)den açılıp denize girerlermiş,hafta sonları en güzel kıyafetler giyilip beyoğluna Lebon pastanesine gidilirmiş…
kale maç vardı, herkesin küçük bir kalesi olurdu. 3-5 kişi oynanırdı, bütün oyunlarda olduğu gibi onun da kazananı yoktu, sonunda hep kavga çıkardı.
Japon kale dedinde, kaleli bayaa bi oyunumuz vardı ya..
Alman Kale, Gol atan kaleye, Ahhahha bide 9 aylık diye bir oyun vardı..
İlk önce anne olunurdu. Arada kargaşa çıkardı kim abi kim abla olacak diye.. Ama en sonunda birisi baba olurdu… 🙂
ilk çıkan anne ondan sonra çıkan kızkardeş vs diye gider son kalan iki yada üç oyuncu abi,erkek kardeş ve en az gol yiyip en sona kalanda baba olurdu.Oyunun sonu anne ve kızkardeşlerin kızdırılmasıyla biterdi.
Şimdiki çocuklar sanırım oynamıyor bu oyunları…
basketbol versionu vardı 5 tane istasyon olurdu.. bi de pota altı pota altındakine sayılırdı herkesin attığı şutlar.. son şut atan sokarsa bi tur daha dönerdi..
bir de anneyi, çocukların falan oluşmasını sağlayan (Allam bu ne? biz sapıkmıydık ya??) sıfırlanırdı.
basketbolunu yaptık kampuste, çok ilgi gördü, başta dört kişiydik, sonlara doğru yirmi beş otuz oldu. kızlar en çok şaşıranlardı “bu ne biçim oyun” diye. ama tavsiye ediyorum, saklambaç deneyin, arasıra yapıyoruz konservatuvar binasında, geceleri, ayı gibi erfiler oluyoruz, koş koş koş. iyi gelir.
Bir de uzun eşşeği özlemişim.. (Tek ‘ş’ li miydi yoksa?)
Hep beni yastık yaparlardı? En keyifli tarafıda buydu….
vardı bide. bi kişi kayışı saklar diğerleri bulmaya çalışırdı, yaklaşınca sıcak uzaklaşınca soğuk diye baarırdı.kayışı bulan diğerlerini ilgili/tahditli alana girene kadar kayışla döverdi, kayışın demir tarafıyla ve belden yukarı vuran eşşolueşşekti.
akşamları oynamak daha zevkli olurdu,akşam ebesi vardı bir de,en son değilen(deymek) ebe olurdu.Birde simit oynardık.Nefesin kesilene kadar simiiittt diye bağırıp birini ebelemen gerekiyor nefesin kesilirse tekme tokat ona girmek vacip olur,eğer birini ebelerse ebeleneni ebe bölgesine geçene kadar tekmelemek mübah olurdu,önümüze gelene on tekme gibi komik oyunlarımızda vardı,yahu bunları anlat anlat bitmez be…
lü şeker vardı, hem yalıyodun hem huuu huuu ya da püü püüü diye ses çıkıyodu.
şeyler dediniz ilkokul aşkım geldi aklıma. ilk eli elime deyince heyecan duyduğum, ilk öptüğüm titreyerek, beline sarılınca -ki sadece hayalimde- dünyaları benim eden kız. mahalle dedikodularına yol açan aşkım. o yaşta bir erkeği evcilik oynatabilecek -diğer erkeklere rağmen- tek güç. bugün evleniyormuş. üzüldüm mü, sevindim mi? bilmem.
belkide hiç aklımdan çıkmayacak tek şey…
burdaki birçok kişiyle yaşıt olduğumu düşünüyorum ama dedikleri hiçbirşeyden haberim yok,.. legolarım vardı benim,..
legolar vardı bi de. yanağıma bastırıp izini çıkarırdım. valla acaip bi kızıldereli köyüm vardı benim. atlarım vardı, bi de içi gözüken tek bi vagonum vardı. çarkları gözüküyordu içinde.
aha bi de şarkılar vardı. pazara gidelim bir köpek alalım falan diye. bi de bakkal oldum
dükkan açtım
kapısına kocaman tabela da astım
beklerim allah, müşteri gelmez.
diye giden saçmasapalak, kimin? neden? yazdığı, bundan iyi çocuk şarkısı olur heralde dediği bi şarkıydı bu.
aa bi de kanun çalan küçük bi kız çıkıyodu trt de. künyeleri sallanırdı çalarken. amaaan.
vic? ne yani düdüklü şekeri bilmiyo musun ya da patlayan şekerleri??
tamircileri vardı. Şemsiye mi şemşiye mi? 😛
bak aklıma geldi şimdi.
dıgıdık dıgıdık atlar falan 🙂
indians vs cowboys türü bir lego setim vardı böyle,.. bir de şu kuzey kalesi gibi bir mini mekanik takımı,..
düdüklü şekeri duydum ama patlayan bilmiyorum?
kanun çalan kıza, politikacıların filan tolkşovuna çıktıkları şu “büyümüş de küçülmüş, pek zeki canım” çocuğa (selimcan mıydı?) sinir olmamak mümkün müydü? bir kuşağın özgüvenini yiyip bitirdiler,..
İstanbulda şimdi yok sanırım,sokak sokak gezip yoğurt satan satıcılar,iki omuzuna aldığı tahtanın uclarındaki çengellere yoğurt kaplarını takar ellerinde çanda olurdu geldiklerini o çanı çanlatmasından anlardık.
Birde sütçümüz vardı,eşşeğiyle gelir süt verdiği apartmanlara kurşun kalemiyle hangi daireye kaç kilo verdiyse yazardı,ay sonunda apartmanlara çizdirdiği çiziklerden süt hesabı yapar vatandaştan isterdi,kimsede o çizikleri silmezdi…
Bizim mahallede ki çocuklar düdüklü şekerden ziyade macunu severlerdi,bir karışlık tahtalara sarılan renkli macunlar…
sütçümüzün bisitleti ve arkasında yoğurtları koyduğu metal kutusu=bagajı vardı.. patlayan şeker hala var ya..
tulumba tatlisi vardi, minik cam arabalarin icinde satilirdi. gerci belki hala satiliyordur.
kenger sakizi vardi. dikenli bir bitki kesilince akan beyaz sutun toplanip bir araya getirilmesiyle yapilirdi. cok sertti, cigne cigne bir turlu yumusamazdi. cenesini agritirdi insanin. ama tadi cok guzeldi. su dolu taslarin icinde satilirdi. oyle dukkanlarda filan satilmazdi. muhtemelen hala vardir bu bahsettiklerim…
(maras/elbistan yoresi.)
geçen gün bahsi geçti. Bjk nin metin ali feyyaz dönemi dediğimizde yeni nesilden birisi (bende pek eski sayılmam ama …) o kim? dedi 2 isimli bir şahıs sanmış :).
ilyas tüfekçi vardı fenerbahçeden galatasaraya geçince çok üzülmüştüm ama sonra simoviç,prekazi(monaco ya attıpı golü unutmam her nekadar gs li olmasamda ne frikikti be) tanju dönemi yaşandı ama şeytan lakablı Rıdvanı hiç kimseye değişmem 🙂 bebek yüz nilsen diye bir tip geldi gitti.
Nadya komanaçi :)) rumen jimnastikçiydi amerikan vatandaşı oldu.Futbolcu kartlarıyla bir çeşit kağıt oyunu oynarlardı ‘köktüm ve köküldüm’ tabirleri vardı 🙂
(bahsettiğim sporcular pek şey katogorisine girmiyor galiba ya neyse)
yoyo ,atarilerim ve guguk kuşu barındıran saat hafızamdan hiç gitmicek şeyler galiba .Ha birde merak ederdim eczaneler neden majorette marka araba (oyuncak) satarlardı?
Beşiktaşın’ın Adana D.sporu 10-0 lık galibiyeti gelir,Gordon Milne gelir,şampiyonluklar gelir,kaptan Rıza gelir,Gökan,Ulvi,Kadir ve takoz Recep gelir…
ordaki bakkaldan alırdım hep böle minnacık renkli plastik poşetler vardı içinde kötü kokan kolonyalar vardı.. ama her gittiğimde bisürü alırdım patlatmayı ve renklerini sevdiğim için.. her babanneme gittiğimizde kıyafetlerim rengarenk olurdu annem engellemeye çalışırdı ama ben kaçıp bakkala giderdim hep;) çatapatlar vardı bide taşlarla üstüne vururdun.. bide yaşlı bi amca gelirdi daha genç biriyle oğlu ya da torunuydu heralde.. hala lunaparklarda olan “zincir”in ilkel versiyonuydu.. genç olan adam bi kolla çevirirdi zincirler+çocuklar dönerdi.. yaşlı amcada çocuklardan paraları toplayıp onları oturturdu..
166 vardı bi de.. babannemden arardım hep.. geçenlerde denedim hala çalışıyo.. bi de adile naşit’in programı vardı.. ayşe diye bi arkadaşım korkardı.. çünkü hep ayşe sütünü içtinmi kızım?!? neden hala tv serediosun?!.. gb bişeyler derdi..
**son olarak bu “şeyler”i ve daha fazlasını “bir maniniz yoksa annemler size gelecek; ayfer tunç” kitabında bulabilirsiniz…
gecen sene bizim oraya ki bakırkoy oluyor kalaycı geldi. Derin bir nostaljiye kapılan annem iki tane tencere verdi. Sonra kalaycı kadın bizden gecen senenin parasıyla 120 milyon istedi kavga cikti ama annem sonunda cıvıdı sıkıldı kadına parayı verdi. Peki dolandırıldık o zamandan beri ne zamandan beri ne zaman kalay görssem geriliyorum ben şahsen.
Ayrıca akşam sefalarından çok güzel mor boya olur ezince , aparetman duvarlarını boyardık biz onna.
bahsedilen eskiden olupta şimdi olmayanlarsa eskiden dostluk vardı,sevgi vardı,insan gibi insanlar vardı,çıkarsız sevgiler vardı şimdi mi ben yokum
şurda
Yine gavurlar yine gavurlar… ‘Bizi bizden iyi taniyan’ kefere… Ingiliz Bey’in linkindeki yazilar, ozellikle birincisi bizi yine canevimizden vurdu. Ikincisi de fena diil. Ayfer Hanim’in kitabini okumadim, ama iyi bisiy yazmasina imkan olmayan bir arkadasimizdir.
Tuvalet kagidindan once de ‘tahret bezi’ denilen kucuk havlu bi bez kullanilirdi; maalesef.
once upon a time
manyaksınız!
şimdi böyle anlatınca gözlerim yaşardı
utanmasam hüngür hüngür ağlayacağım
küçükken hiç büyümek istemezdim o zevkli anları yaşamayacağımı bildiğimden.. çünkü abilerimiz/ablalarımız önceleri oyunlara katılırken sonraları vazgeçmiş “ben büyüdüm artık, sizinler oynayamam” derlerdi. o zaman korkardım büyümekten..
eğer ölümden sonraki hayatta bana bir dileğimi yerine getireceğini söyleyip dileğimi sorarlarsa, “çocukluğumu tekrar ve tekrar yaşamak” derim..
..geçen gün farkettim.kardeşim bana gelip “abi benimle atari oynar mısın?” diye sorduğunda “olmaz, ben büyüdüm artık..” derken buldum kendimi ve yarım bıraktım cevabımı.. usulca gidip kardeşimle atari oynadım :..)