Muzaffer bir Roma generali, savaştan galip çıkıp sokaklarda zafer turu atarken, arkasındaki aciz köle geleneklerin icap ettirdiği şekilde kulağına eğilip şunları söyler: “Arkana bak! Sadece bir insansın, hatırla!” (“Respice post te! Hominem te esse memento!”). Bugün en tepede olsan da, yarın başka bir gün olacak. Kişi ne kadar güçlü olursa olsun, sonuçta bir faniden başka bir şey değildir. Bu hatırlatma, o zamanlardan günümüze “MEMENTO MORI”; yani, “Fani olduğunu hatırla” cümlesiyle bir anekdot mahiyetinde geçmiş. Bizim Zincirlikuyu Mezarlığı’nın girişinde yazan “Her Fani Ölümü Tadacaktır” ibaresi, müslüman kişilere aynı şeyi tüyler ürperterek hatırlatır.Zaten müslüman ülkeler ve Doğu Avrupa’nın bazı yerleri dışında mezarlıkları şehrlerin içinde pek göremezsiniz. Hatırlamaktan korkarcasına yerleşim yerlerden uzakta ayarlanır ebedi istirahatgahlar. Bu anekdotun Tertullian‘ın Apologeticus‘unun 33. Bölümünde yer alıyor olması, İncilde (1 Thessalonians 5:23) insanı oluşturan 3 hayat elementinden; -Tanrıdan aldığımız can, irade ve arzularımızdan oluşan ruh ve etten ibaret vücut-tan bahsedilmesiyle alakalı mıdır bilinmez, ancak Tevratta Ecclesiastes’te “İnsanlar fanidir. Onları Tanrı böyle yapmıştır (Tanrı, böyle olmalarını istemiştir). Faniliklerine yenilmeleri de keza onun yaratışından ötürüdür.” diye yazar. Kur’an’ın Yûnus’da verdiği mesaj da gayet net ve açıktır: “Ey insanlar taşkınlığınız kendi aleyhinizedir. Sadece fani dünyanın zevkinden (başka bir şey elde edemezsiniz). Sonra bize dönersiniz, biz de size bütün yaptıklarınızı haber veririz.” (Yûnus, 10/22-23).Biraz ağır girdim sanırım konuya. Hemen o kadar karartmayın içinizi. “Tecavüz kaçınılmazsa bacaklarını açıp zevk almaya bak” da demiş birileri tüm bunların yanı-sıra…Her ne kadar Roma’da aşşağılık bir kölenin, muzaffer bir generale bir gün kendisi gibi öleceğini hatırlatma selahiyetine sahip olması çok ciddi bir şeymiş gibi gelse de, tarzları daha çok “vur patlasın, çal oynasın”a yakınmış. Belki de zamanı gelince olacaklar belirsiz olduğundan, belki de fazla takmadıklarındandır bilinmez, “Carpe Diem”; yani “Bugüne sarıl” diye bir tema daha icat etmişler. Horaşyus, Ode‘sinde Nunc est bibendum, nunc pede libero pulsanda tellus.; yani; “Şimdi içmek zamanıdır. Şİmdi, dansetmek zamanı, dünyada serbest kalacak” deyivermiş. Eh, onlarınki can da hristiyanlarınki patlıcan değil ya, Yeni Amerikan İncili‘nde “Yiyin, için. Yarın öleceğiz” lafı hemen yerini almış. Edward Fitzgerald, Ömer Hayyam’ın Rubaiyatından “İçin! çünkü bir kere öldüğünüzde bir daha geri dönemeyeceksiniz” çümlelerini çevirmiş. Benim hatırladığım kadarıyla tam olarak “Ey insan oğlunun doğurduğu insan! Seni bir zevk anıdır dünyaya salan. Boşuna mı şarap iç diyorum sana?, bir gittin mi bir daha dönmek yok, inan!” şeklindeydi.
Herneyse…Efendim, bu ikilem, tarih boyunca nice felsefeye şekil vermiş. Freud insanları “cinsel arzularıyla (Libido) yönlendirilenler” ve “ölüm korkusuyla (Thanatos) yönlendirilenler” diye ayırmadan çok önce, 17. yy Amerikasındakı Puritan Cemiyeti‘nin, Tanrı inancını sekteye uğrattığı, yaratıcılık kavramını tanrıdan uzaklaştıracağı ve Tanrıdan uzaklaşan bir şeyin artık Şeytan’a ait olacağı gerekçesiyle sanatı aşağılamaları, bizdeki ‘insan suretlemenin günah olduğu’ düşüncesinin hemen hemen aynıdır.Antropolojide, bir toplumu tanımak için bakılan, ele alınan ilk unsurlar, doğum ve ölümün uyandırdığı gibi güçlü hisler uyandıran olguların yansımalarıdır. Bir kadının askerdeki eşine yazdığı mektupta, bir ölünün arkasından yakılan ağıtta, bir düğün davetiyesinde, yeni doğan albümlerindeki mesajlarda, sahiplerinin mensubu olduğu toplumlar hakkında ince detaylar gizlidir. Vikinglerin savaşta öldükleri taktirde tanrıları Odin’in yanına götürüleceklerine inanmaları, yunanlıların ölülerinin ağzına para koymaları, bazı akdeniz kültürlerinde (bizler tam tersi olmasına alışıkken) doğum günü sahibinin misafirlerine pasta yapması ve onlara hediye alması gibi detaylardan başlanarak önemli bulgulara varılır.Doğum sevindirici bir hadise iken ölüm çoğunlukla rahatsızlıkla karşılanır. Başta söylediğim gibi, belki de sonrası belirsiz olduğundan, ölüler çoğunlukla varoluşlarının düşündürdüğü şekilde uğurlanırlar. Çok basitçe örneklemek gerekirse, ölülerini yakanlar ateş kültlerine, gömenler ise toprak kültlerine mensup varsayılırlar. Buna dayanarak, ölülerini akbabaların yemesi için hazırlayan Aryanlar ya da Parsilerin gayet naturalist oldukları, hatta Ana Tanrıça’nın Kültü‘nün izlerini taşıyor olduklarını söylemek (eksik olsa da) yanlış olmaz.Ölünün nereye gittiği bilinmez, ama her zaman onlardan arta kalan birşeyler vardır. Geride birşeyler bırakmaya çalışmak, insanın faniliğine bir isyan gibidir. Maalesef hepimiz, nesilden nesile söylenecek şarkılar yazabilecek kadar yetenekli değiliz. Ya da hayatımız boyunca tarihin yazacağı kadar önemli bir işe imza atamayacağız. Çoğumuzun yaptığı resimler de müzayedelerde kolleksiyonculara sunulmayacak. Ama belki görenleri hafif tebessüm ettirmek için, belki ruhumuzu bir duayla kutsayıp acımızı hafifletmek için, belki naçiz hayatımızı bir iki kelimeyle özetlemek, belki de hocanın verdiği talkımı duymayacağımız ihtimali düşünüldüğünden; karanlık, ıslak kabrimizde doğrup kafamızı baştaşına çarpanda “aha! ben ölmüşüm lan!” diyelim, ve kaderimize razı olup burnumuzun düşmesini sükunetle bekleyelim diye tepemize bir taş dikecekler.
İşte bu yazı, onlar hakkında…
MEZARTAŞLARI
İngilizce “grave stone” denilir. Grave kelimesi aslında çoğu avrupa dilinde kullanılan (`) aksanıdır. Bizim dilimizde “Ziyaretgah”, “ziyaret edilen yer” anlamına gelen “mezar” kelimesinin avrupa dillerinde “Grave” ismiyle anılması, Latince “ağır” anlamına geldiğinden midir (lt. ‘gravis‘), yoksa aynı zamanda “vakur” anlamı taşıdığından mıdır bilinmez.Bir mezarı taşlarla işaretleyip üzerine ölünün ismi, yaşı gibi şeyler yazmak eski ibranilere çok yabancı bir fikirdi. Jakob tarafından Rachel‘in mezarı üzerine konulan “mazzebah” gibi taşlar, mezarlıkları belli etmek için kullanılırdı. Mazzebah’ın üzerindeki “ziyyun” işareti, Ezakiel’e referans vererek konulmuştur, ancak herhangi bir tarif ya da bilgi içermez. Geonik Zamanda bile doğudaki yahudilerde böyle bir gelenek yoktur, ki buna istinaden, Talmudik zamanlarda da olması beklenemez.Buna rağmen, “mezartaşı” kelimesinin ölülerinin kabirlerine ufak taşlar koyan yahudilerden geldiği sanılmakta. Söylentiye göre bir keresinde bir yahudi, Sebt Gününü ihlal etmiş. Çok gerekli olduğu (hatta gene anlatılanlara göre bir suçu aydınlatacağı) için cumartesi günü çalışmış. Yaptığının büyük günah olduğunu, ancak yapılması da gerektiğini bilen yahudi, suçunu affettirmek ve ruhunu rahatlatmak için demiş ki:“Öldüğümde mezarım taşlansın”
Gelenek, bu zatın mezarını taşla örtmekle başlamış. Sonradan görüntü herkesin hoşuna gitmiş olacak ki, mezarlar ve mezar taşları, bugünkü saygıdeğer ve prestij ifade eden hallerini almışlar.İlk başlarda mezarların üstlerine yatırılan büyük yassı taşlardan ibaretlermiş. Daha sonradan meftanın baş tarafına dikilen süslü taşlar halini almışlar. 1700 lü yıllardan itibaren (anadolu da daha eskidir) avrupa da baştaşlarının yanı sıra ayaktaşları (meftanın ayak tarafına dikilen taş) da görülmeye başlamış. Daha sonradan, çimleri biçmek kolay olsun diye bir çok kilise, mezarlıklarındaki ayak taşlarını sökmüş, ancak halen ingilterede bazı mezarlıklarda baştaşları olmadığı halde sadece ayak taşları vardır. Günümüzde, yağmur, rüzgar gibi aşındırıcı doğa olaylarından daha az etkilendikleri, dolayısıyla daha uzun dayandıkları gerekçesiyle, yüksekliği olmayan lahitlere benzeyen yerle yeksan mezar taşları daha çok tercih ediliyor.Ölünüzü bir mezarlığa gömebilmeniz ve bir de taş dikebilmeniz, para gerektiren bir işti. Hatta her zaman iyi bir mezar yaptırmanın oldukça masraflı olduğu söylenebilir. Bu durum, mezar taşlarının sahiplerinin ve ailelerinin cemiyet içindeki yerini sağlamlaştırdı. Dolayısıyla, mezarın görkemi ve dayanıklılığı, üzerlerinde yazan soyadlarının imajları haline geldiler.Adi taşlarya da arazi taşları avrupada kullanılan en eski mezar malzemeleridir. Bazen metal çubuklarla desteklenmişler. Bu malzeme, bir mezarda kullanılabilecek en sade malzeme olması itibarıyla da mezar sahibinin alçakgönüllüğüne işaret edebilir. Bu tip mezarların üzerlerinde, ölünün ismi ve öldüğü zamanki yaşı, ve belki sade bir haç figüründen başka bir şey bulunmaz. Granit, dayanıklı olduğu kadar da sert bir malzemedir. Şimdilerde granit üzerinde oymalar oluşturmak için kum püskürtme, bilgisayar kontrollü lazer gibi yöntemler kullanılıyor olsa da, eskiden iyi bir granit oymacısı bulmak oldukça zor bir işmiş, tabii nadir olan her şey gibi bununda oldukça pahalı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Viktorya döneminde, mezartaşları için demir tercih edilirmiş. Bu tercih sahiplerinin hata yaptığı söylenebilir. Nitekim, demir mezarlar o zamanlarda parıltılı ve ağır gözükmüş, aileler demirci ya da dökümcülere çuvalla gümüş ödemiş olsalar da günümüze kalan yeşil paslı ve oldukça kirli görünümleriyle sahipleri hakkında pek de iyi şeyler düşündürmüyorlar. 1600 lerde, sade ve hesaplı mezarlar için adi taşlar yerine kumtaşları tercih edilir olmuş. Kumtaşları birbirine yapışık tabakalardan oluşur. Havadaki nem, kumtaşının yüzeyindeki ufak deliklerden içeriye girer. Soğuk havalarda içerdeki nemin donması itibarıyla genleşip kumtaşını parçalama riski vardır, ama bu risk, iyi bir ustanın muntazam yontuşu ve gözenekleri kapatmasıyla ortadan kaldırılabilir. Dolayısıyla, günümüze kadar kalmış kumtaşı mezarları yapan ustalar da, mezarda yatanlar kadar saygıyı hak ediyor. 1800 lerde kumtaşının yerini bir o kadar iyi işlenebilen mermer ve kireçtaşı (kalker) almış. Daha sonraları, mezarlarda kayrak kullanımı öne geçmiş. Kayrak mezarlar ve mezar taşları güzel gölgeler verirler. Kayrak taşlara, çoğunlukla vernik ya da parlatıcı uygulanmış, ve varaklamayla desteklenmişler. 20 yy. başlarında ortaya çıkan Beyaz Bronz, nispeten ucuz ve oldukça da dayanıklı olması ve olması sebebiyle halen mezartaşı malzemesi olarak kullanılır. Aslında “beyaz bronz” diye bir şey yok, beyaz bronz dedikleri resmen çinko. Bu isim, pazarlama amaçlı kullanılıyor.Sağlamlığın mezar taşı malzemelerinin tercih edilmesinde gözetilen bir numaralı unsur olmasının sebebi, bir hayatın özetini taşıyor olmalarıdır. Tabii benim ilgimi çekmelerinin bir numaralı sebebi de bu mesajlar. Peki koskoca bir hayatı ufacık bir mezartaşına nasıl sığdırır insanlar? “Bütün hayat felsefenizi bir cümleyle özetleyin” deseler kolaycacık cevap verebilir misiniz?
Good friend, for Jesus’ sake forbear,
Güzel dostum, İsa aşkına çekin,
To dig the dust enclosèd here.
Burayı örten tozu kaldırmaya.
Blest be the man that spares these stones,
Bu taşları koruyanlar kutsansın,
And cursed be he that moves my bones.
ve iskeletimi bozanlara lanet olsun.
Böyle yazmayı tercih etmiş William Shakespeare. 18. yy da avrupadaki mezarlarda kurukafalar, melek-çocuk suratları, mezar kazıcının kazma ve küreği, cennetsel taç figürleri, vs. gibimemento mori figürleri modaymış. Yani, insanlar mezartaşlarında, diğerlerine “sen de öleceksin” mesajı verirlermiş. Bunların yanı sıra nadir de olsa ticari ya da statüsel semboller gibi özenli hazırlanmış alegorik figürlerin kullanımı göze çarpsa da, memento moriciler olayı abartıp insanların duyacağı rahatsızlığı arttırmak adına işi “kadavra mezarları”na kadar götürmüşler. Aynı yüzyılın sonlarında, aynı ailenin birkaç ferdini birden barındırabilen daha küçük mezarlar, hatta mezar odaları soylular ve toprak sahipleri tarafından tercih edilir olmuş. 19. yy da mezarlarda kullanılan semboller çok fazla çeşitlenmiş.Çapa: mutlak ümitArk: Cennetle yar ile birleşmeKuşlar: RuhÇocuk görünümlü melek: Tanrısal bilgelik ya da adaletSütun: Asil yaşamKırık sütun: Erken ölümDeniz minaresi: BilgelikHaç, çıpa ve incil: Denemeler, zafer ve ödülTaç: zafer ve ödülYunus: Kurtuluş. Ruhların taşıyıcılarının cennete gitmeleriGüvercin: Saflık. Aşk ve kutsal ruhÇelenk: Ölümle beraber kazanılan zaferGord: Üzüntüden arınmaKalp: BağlılıkAt nalı: Kötülüğe karşı korumaKumsaati: Zaman ve onun yumuşak seyriSarmaşık: İnançlılık, hatıralar ve daim dostlukKuzu. MasumiyetDefne ağacı (ya da defne yapraklarından çelenk: ZaferZambak: Saflık ve yeniden doğuş.Deniz kızı: İsanın dualliği (hem tanrısal hem de insan oluşu)Meşe: KuvvetZeytin dalı: Affedilmek ve barışPalmiyeler: Şehitlik mertebesi (ya da ölümle beraber kazanılan zafer)Tavus kuşu: Sonsuz yaşamHaşhaş çiçeği: Ebedi uykuHoroz: Uyanış. cesaret ve tetikte olmaDeniz kabuğu: doğum ve yeniden doğuş (resurrection)6 uçlu yıldız: Tanrıİskelet: hayatın geçiciliğiHalka olmuş yılan: Cennette ebedi hayatKırlangıç: AnnelikKırık kılıç: Kısa kesilmiş yaşamÇapraz kılıçlar: Savaşta kaybedilmiş yaşamMeşale: Ebedi yaşamın ters dönüşü ve bitiminde ölümün gelişiAğaç gövdesi: Yaşamın güzelliğiÜçgen: Doğruluk, eşitlik ve kutsal üçlü (baba, oğul ve kutsal ruh)Kırık küp (Burada küp diye çevirdiğim ‘Urn’, yakılan ölülerin külelrinin konulduğu kap manasına gelir): Yaşlılık, ve kefenle gelen matem.Ağlayan söğüt: Keder ve matemDaha ayrıntılı bilgi için kaynakÂh Mine’l- MevtÂh ey çarh-ı denî ve âh ey baht-ı siyâhİtmedin hiç kimseye sen rahm-i lutfinle nigâhİşte ezcümle bu bîçâreye kıydın cevrileEyledin hemşîresin efnâk ile dûçâr âhSeyyidu’l- kevneyn olan Zât-ı Risâlet `aşkınaİtsün ol biçârenin meskenini Cennet AllahSöyledim târîhini âh-ı derûn ile şefîkÂh gitdi Mîr Kadri genciken dünyâdan âh
Bu yazı da bir Osmanlının mezar taşından. Ne kadar farklı değil mi?Bizim mezarların sade olmasının sebebini “bizim dinimizde sadelik esastır. Mezarda süs olmaz. Allah katına çıkarken mütavazı olmak gerekir” diye açıklamıştı bir büyüğüm. Canımdan çok sevdiğim dedem ve anneannem rahmetli olunca onlar için tasarladığım mezarı da aynı sebepten yaptırmadılar.Ölülerini Göktengri’ye yakın olsun diye ağaçlara koyanı göçebe türkler, müslümanlığın kabuluyle kümbetler, türbeler gibi yapılar oluşturmaya başlamış. Basit mezartaşları tahtadan yapılırmış (bir de mezarın içine tahta döşenir, ama çabuk çöktüğü için artık tercih edilmiyor). “Tahtalıköy” lafı buradan gelir.
Bazen kapılara eşik, bazan helalara taş olarak kullanılan tarihi mezar taşlarının önemi ve sakladıkları kültürel değerler, Türkiyede daha yeni farkedilmeye başladı. İstanbul’da Hekimoğlu Ali Paşa Camii haziresindeki tarihi mezar taşları ile ilgili yapılmış çalışma. Damla Yayınları tarafından yayınlanan ve “Kaybolan Medeniyetimiz” adını taşıyan çalışmayı, bu camide 24 yıl imamlık yapan ve günümüzün önde gelen hat sanatçılarından biri olan Hüseyin Kutlu hazırlamış. Bir kitap daha var; Konya’daki çeşitli mezarlıklarda bulunan tarihî mezar taşlarının bir kısmının yer aldığı, üzerlerindeki yazıların çevrildiği ve mezar taşları ile bilgilerin verildiği bir eser. “Konya Mezarlıkları ve Mezar Taşları” adlı kitap, Meram Belediye Başkanı Refik Tuzcuoğlu’nun girişimiyle ve sanat tarihçisi Prof. Dr. Haşim Karpuz’un danışmanlığında iki genç araştırmacı, Hacer Kara ve Şerife Danışık tarafından hazırlanmış.15. yy. başlarında bir statü sembolü olarak serpuş, kavuk Osmanlı mezartaşlarında görülmeye başlar. Osmanlılar, mezartaşının okunur olması ve meftayı tanıtmak için büyük çaba sarfetmişler. Mesela mezartaşının üzerine dikilmiş kavuğun hemen altında, boynu sembolize eden yerdeki bir ip, kişinin idam edildiğine işaret ederken, genç yaşta ölenlerin mezartaşları çiçeklerle bezenirmiş. Cellatların ölüleri bile, can aldıkları için mezarlıklarda istenemezmiş. Küfeki Taşından (kireçtaşı) yapılma mezar taşlarının üzerinde, merhuma lanet edilmesini engellemek için dahi bir ibare yer almazmış.
…Bunlardan bir tanesi, Eyüp sırtlarında mezarlığın bittiği yerden daha ötelerde Karyağdı bayırı yada yeni adı ile Karlıtepe denilen bölgeye yakın yerler buraları istanbulda ilk kar alan ve en son kar kalkan yerlerdir ve oldukça da soğuktur o zamanlar buralarda mukim kimseler yokmuş mezarlığın en uç noktaları oluyormuş tabi yerleşim alanlarıda bu kadar sık değilmiş tabiki.Daha sonraları bölge süratle yerleşim alanlarına açıldığından mezarlık tan geriye pek bişey kalmamış kalan 5 – 10 mezar taşını da kaybolmasın diye eyüp sultan camii ile pierloti kahvesi arasında uzanan yolun üst kısımlarına muhtelif yerlere muhtelif aralıklarla dikmişler bazıları toprakla nerdeyse aynı seviyede yakında bunlarda yavaş yavaş kaybolup gider.Cellat mezar taşları üzerinde beddua edilmesini engellemek için herhangi bir bilgiye de rastlanmazdı, taşların üzerinde isim, doğum tarihi, ölüm tarihi gibi hiçbir yazı ve işaret yoktur. Küfeki taşından olup,Toprak üstünde kalan kısımları 50 cm den başlayıp1,90 cm’ye kadar varan yükseklikte 40-50 cm. genişliğinde dikdörtgen şeklindedir. Birçok insan bu taşların bu mezarlıkta ne aradığını, niye dikildiklerini bilmez, ama normal mezar taşları ile yan yana öylece dururlar.
Ersin KalkanOsmanlıda mezar taşlarının bir numaralı belirleyici unsuru, serpuş; yani kavuk figürleriydi. Mevlevi, Selimi, Yusufi, Celali, Mücevveze (sarayda yüksek makam sahibi kişilerin tören kavuğudur), Edhemi, Ahmedi, Cüneydi, Kallavi, Örfi, Serden geçti, Düzkayı, Kalafat Dardağan Mollayi, Paşayi, Zaimi, Katibi, Kafesi, Perişani, Çatal, Horasani (Hacegan), Silahşor gibi isimleri olan kavuklar, mezarın sahibinin de statüsüsünü belirlemek için kullanılır. Bunlardan başka, Mevlevi, Nakşibendi, Kadiri, Rufai, Halveti, Bektaşi, “Melavi/Hamzavi gibi dini titrler, mezar taşlarının başlıklarında, sahiplerinin inançlarını simgelemek için kullanılır.1828 yılından itibaren dönemin padişahlarına ait fesler ölen kişinin mezar taşı başlıklarında kullanıldı. II Mahmud dönemindeki fesler “Mahmudi fes” Sultan Abdülaziz dönemindekilere “Azizi fes” Sultan II Abdül Hamit dönemindekilere ise “Hamidi Fes” denir. Osmanlı dönemine ait mezarlıklardaki başlıkların çoğu Azizi feslerdendir.“Hayat Ağacı” ve “Mür-ü Süleyman” motifleri; bolluğu, bereketi, Meyveli ağaç ise insanı kamil-i, “Servi Ağacı” ölüm ve faniliği, Gül; İlahi güzelliği, Lale; Vahdet-i Vücud yani Allah’ı, kandil; Aydınlık Meyve; ölümsüzlük yani cennette ebedi ikramlarını, Haşhaş-Çam kozalağı; (ebedi) uykuyu, cenneti temsil eder.Bunlar arasında en çok mana yüklenen ‘Servi’dir. Vahdeti, yani Allah’ı, birlemeği, sembolize eder. Allah lafzının ilk harfi olan elif’e de benzetilen servinin sallanırken yapraklarından çıkan “Hu” sesiyle Allah’ı zikrettiğine inanılır. Dalları kolay sarsılmaz bu haliyle sabrın ve temkinin sembolüdür, dik ve doğru duruşu dürüstlüğüne yorulur. Üst dallarının eğri durması yaradanın karşısında boynu bükük, aciz kaldığındandır.Bunlar dışında Osmanlı mezar taşlarında kullanılan daha genel semboller:Sarık: Müderris ve defter eminleriKavuk: Orta dereceli memurlarihtişamlı kavuklar: Osmanlı yönetiminde sadrazam, Kubbealtı vezirleri ve kaptan-ı deryalarUzun külah: Mevlevî tarikatı mensubuÇapa, gemi direği, yelken: DenizciHokka ve kalem: KâtipLahana, bamya: Cirit takımı oyuncularınıYazısız mezarlar: CellatKırık başlı mezar taşları: YeniçeriMüzik enstrümanı: MüzisyenDaha ayrıntılı bilgi için kaynak…Dünya, yaşam koskoca bir arena. Belki Tanrı(lar) aciz halimizi seyredip gülmekte, belki de kendinden verdiği ruhu geri alıp layık olduğu yere koymak için beklemekte. Ne olduğunu “arkasında güneş doğmayan büyük kapı” açıldığında göreceğiz. O zamana kadar belki de eski Romalı gladyötörlerin Sezarı selamlarken yaptığı gibi selamlamalıyız dünyayı. Geç kalmış sayılmayız.
Ave Mundo! Morituri te Salutamus!
Not: Belirtmek isterim ki; “Allah” yazarken “(cc)” sıfatını eklememem, inançlara saygısızlık ettiğimden ya da umursamadığımdan değil, orijinali arapça olan ve arapça yazılırken farklı yerde kullanılan bu kısaltmayı, latin alfabesiyle yazarken kelimenin sonunda kullanmanın uygun olmadığını düşünmemedendir.
yorumlar
çok bilgilendirici bir yazı. çok teşekkürler @equon
çok teşekkürler @euqon ama KAFAM İYİ AĞABEY!‘den sonra çok ağır kaçmış 🙂 uykum geldi okurken 🙂edit: spoiler vermişsin zaten onun yorumunda daha ağır bir yazı geliyor diye 🙂 görmemiştim, yeni okudum yorumları.
hımmm***
ulan bu heriftende bu yazı çıktı ya helal olsun. bizide öldürdün ya, kısa süreliğinede olsa. aferin sana!
Amor Fati
yaw öbür tarafa gidenler en azından bir telefon açabilseler pek bir güzel olacak ya neyse, nasıl olsa gidince goruscez milletle 🙂
euqon,ilk bakışta insanı çok cezbetmeyecek bir konu gibi görünmesine rağmen, böyle bir anlatımla merakla okunmuş olan bir yazı…Yine eline sağlık:)
yine emek verilmiş güzel ve bilgilendirici, bir o kadar da düşündürücü bir yazı…ölümü düşündüğüm nadir anlarda aklıma hep şu şiir gelir:Because I could not stop for Death (712)by Emily DickinsonBecause I could not stop for Death –He kindly stopped for me –The Carriage held but just Ourselves –And Immortality.We slowly drove – He knew no hasteAnd I had put awayMy labor and my leisure too,For His Civility –We passed the School, where Children stroveAt Recess – in the Ring –We passed the Fields of Gazing Grain –We passed the Setting Sun –Or rather – He passed us –The Dews drew quivering and chill –For only Gossamer, my Gown –My Tippet – only Tulle –We paused before a House that seemedA Swelling of the Ground –The Roof was scarcely visible –The Cornice – in the Ground –Since then – ’tis Centuries – and yetFeels shorter than the DayI first surmised the Horses’ HeadsWere toward Eternity –Türkçe’ye çevirirsem tüm büyüsünü bozacağımı bildiğim için affınıza sığınarak orjinal haliyle bırakıyorum…şiirler yazıldıkları dilde kalmalı ve okunmalı diye düşündüğüm için.EUQON, yazın çok güzel. Teşekkür ediyorum:)
bi ingilize de türkçe şiir gönderin bakalım büyüsü bozulmasın diye, o da size teşekkür eder belki o zaman
bencede göndersin..ingilizden gelecek cevabıda bizlerle paylaşsın
arizona dream albümünü dinlemiş gibi oldum çilek:)
@euqon, eline sağlık!mezar taşlarının hep,”burada yatan bir insan evladıdır! üzerine basma! dur bir soluklan düşün, sonra mezarın etrafından dolan, öyle geç!” mesajını verdiğini düşünürdüm. yani amacının da sadece bu olduğunu sanırdım. farklı sebepleri de varmış. öğrendik sayende.
hepinize teşekkürler.bütün yazılarda verdiğim vikipedia linkleri çoğunlukla ingilizce, bunun farkındayım. böyle yapmam ingilizceyi tercih ediyor olduğumdan değil, maalesef türkçe kaynaklarda yeterli bilgi içerilmiyor. bu yüzden affınıza sığınıyorum. merak edenler, ingilizce vikipedi linklerinin sağ tarafındaki dil seçeneklerinden “türkçe” ye tıklayarak (tabii varsa) aynı konunun türkçesinde yazanları da görebilirler.çilek; edebi eserlerin çevirisi yapılamaz (yapılmaması gerekir) zaten. okullarda da böyle öğretilir. şiir çok güzel, öyle bıraktığın iyi olmuş.pilli pati; amacım tam olarak da bu öylediğindi. demek işe yaramış, çok sevindim. Burada yazdıklarım kısacık bir özetten ibaret. konuyla ilgilenenler, yazıda bahsettiğim 2 kitabı alıp okurlarsa daha nice enteresan sürprizlerle karşılaşacaklar.bu arada son yazan latince bölümü açıklamayı unutmuşum, onu da ekleyeyim:Eski romada gladyatörler arenaya çıktıklarında, sezar’ın locasının önüne gelip hep birlikte şunu derlermiş:“Ave Caesar! Morituri te salutamus!” yani; “Selam Sezar! Biz ölmek üzere olanlar seni selamlarız”. Benim yazdığım “Selam dünya! biz ölmek üzere olanlar seni selamlarız” (Mundo=dünya, hatta bir şarkı vardı ‘Lombelico del mondo’ diye, o da ‘dünyanın göbeği’, ‘dünyanın göbek deliği’ demek) manasında.
tam da yazıyı okurken ezan okunmaya başladı..ürperdim haliyle..ve sonra okumaya karar verdim..şimdi yazıyı okuyup da bitirmişken,yazı, tuhaftır(garip) bana ölümü hatırlattı..EUQON bilgilendirme yetin hep daim olsun..eline sağlık..
MEMENTO MORI Xerre!:)
mezar taşıma ne yazılsın isterdim diye düşünüyorum okuduğumdan beri…
yahu öyle düşünün diye yazmadım çilek, allah gecinden versin (cümlemize).
dünyadan bir çilek kaydı 🙂
@çilek ben kendiminkine karar verdim de artık uygulamaya geçme kısmında uygulayıcılar tarafından kabul görür mü? görürse mezarım taşlanır mı? huu lanır mı? ondan emin olamadığım için hala çekincelerim var. ziyadesiyle, sessiz bir mekan olsun, bir iki kuş uçsun arada bir geleni olsun, yeter aslında!
ölüm böyle düşününce kötü birşey değil işte…yukarda pillipatinin anlattığı gibi düşünülünce yani…sessizlik, huzur, dinginlik…Euqon yazıda bir yerde demiş ya: belki de bilinmeyen birşey olduğu için rahatsızlık veriyor “ölüm” düşüncesi.doğru demiş…saho, henüz kaymadım, burdayım…kaşınma:)
pillipati, merak ettim kararını aslında:)ben hala bulamadım içime sinen birşey.Euqoncum, evet tabi ki Allah gecinden versin…daha yazacak çok şeyimiz var buralarda:)
birches
@çilek,Aziz Bukowski’nin, Sparrow (Serçe) adlı şiirinden bir bukledir isteğim, fazla değil! başımda da bir huş ağacı olsa belki, çok mu şey istemiş olurum? bilmem!şöyle der Usta!…Dear child, I only did to you what the sparrowdid to you; I am old when it is fashionable to beyoung; I cry when it is fashionable to laugh.I hated you when it would have taken less courageto love.şimdi @euqon, “çevirmeseydin öyle kalsaydı be yaw” diyecek, ama karınca kararınca anlamak isteyenlere, bu şiirin bu parçası şunu der;…Sevgili çocuk,Ben sadece sana, bir serçenin sana yapmış olduğu şeyi yaptım;Genç olmanın moda olduğu bir devirde yaşlıyım;Gülmenin moda olduğu devirde ise ağlarım;Sevmenin az biraz cesaret istediği bir devirde ise senden nefret ettim.
keşke türkçesini yazmasaydın, aynı anlamı vermiyor
şimdi efendim, ben bir sene de ingiliz edebiyatında okudum, orada öğrettilerdi “edebi eserin çevirisi olmaz” diye. tabii ki çevriliyor ama okuyanlar, çevirmenin kendisinden bir şeyler katmasına katlanacaklar. Her konuda bire bir çeviri makbul olsa da, işin içine deyimler, teşbih falan girdiğinde mecburen mana kayıyor (mesela, “birds of a feather, flick together” deyimini türkçeye çevirmeye kalksan “tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş” demen lazım). ben ondan dedim.Bu arada çeviri de gayet makul olmuş pillicim, eline sağlık 🙂
gecen sene kızdıgım bir donemde buna benzer birsey hazırlayıp bazı arkadaslara gondermistim. cogu manyak mısın boyle birsey yapılır mı? tarzında cumlelerle kızmıslardı bana baya..ama o zaman olum yılını da doldurmustum.
arrogante, ne garezin vardı insanlara yahu:)insanın içi ürperir yaşayanın mezar taşını görende:)
arrogante bana da yapsana bi tanedenize aşıktı denizde boğuldu
oyle oldu zaten..tepkilerden sonra ben de anlamıstım uleyn, yanlıs yaptık galiba deyü..
@kopanisti,bana da soracak olursan zaten sen gibi, @euqon gibi, ve @çilek gibi düşünüyorum edebi yapıtlar konusunda. ama “ne demek istemiş, usta?” diyenler oluyor. o manada vızıldadım azıcık! haddim olmayarak biliyorum.Bukowski ustaya bir saygı duruşunda bulunayım! hem kadınları sever, hem onlara söverdi. biri biraları boca etsin, şerefine!Memento Mori! Hey gidi Koca Hank!
EUQON, yazıyı tuttum, okudum, anlamadım, bi daha okudum, sonra tuttum,diyemiyorum diyeceklerimi, dediklerim de zaten cılız seslenişlerden ibaret kaldı, yazıyı okurken 3 şey hissettim1) gerçekten iyi bir çalışma, emek ürünü2) bunu okursam diğerlerini ne zaman okuaycağım3) yazmayı biliyor ya (bunu yanlış anlaşılma ihtimali olmasın diyerek yazıyorum)
>@kop yeni gordum istek mesajini al sana ;
eyvallah arrogante ”babası” kelimesini de düzeltirsen tam süper olacak,
duzelttim..;)
hııhhh çok şık oldu, şimdi deniz görürse bunu işte o zaman yandık
Hans Peter Laqueur’un Hüve’l Baki kitabını okurken, onun üzerine bu yazıyla karşılaşmak ilginç oldu.Mezar kültürü ve ölüm kültürü dünyada değişik uygarlıklara, kültürlere ve haliyle uluslara göre farklılık gösteriyor. Ölü gömme törenleri ve ihtişamlı mezarlar bazen dinin gereği, bazense sosyal mevki olarak karşımıza çıkıyor. İlk müslüman din adamları her çeşit mezar yapımına karşı çıkmış. Ancak cesedin vahşi hayvanlardan korunması için taşla kapatılmasına izin vermiş. Daha ılımlı oalnlar ise belli ölçüleri aşmaması ve fırınlanmamış tuğla kullanılması şartıyla basit mezarlara izin vermişler. Tuğlanın fırınlanmasına neden karşı çıktıklarını ise hiç bilmiyorum. Hni fırınlanmış tuğla çok dayanaklıdır, o yüzden mi bilmiyorum. Yine Laqueur’a göre İslam mezar kültürünün gelişmesi Arap topraklarıyla ilgili olmasından ziyade; İslamiyetin yayılırken karşılaştığı Mısır, İran gibi ve daha sonrada Anadolu gibi kültürel olarak çok gelişmiş bölgelerle alakalıdır. Hatta Osmanlı mezar taşlarında şaman etkileri olduğunu öne sirüyor. Osmanlıda kavuklu mezar taşları ölenin erkek olduğunu vurgulamak için; kadınlar içinse başörtüsü stilize edilmeye çalışılırmış. Bu tarz mezar taşları Eyüp mezarlığında var.Ayrıca Karacaahmet Mezarlığında bir at mezarlığı hikayesi var, bana şaka gibi geliyor.Araplar mesela, köylerde evlerinin bahçesine ölüyü gömerler. Yeşil mutlaka mezar taşında kullanılır. Acaba bu mezar taşlarını araştıranlara özel bir isim veriliyor mudur? Ne iş yaparsın? Mezar taşları çözücüyüm.Velhasıl kendi mezar taşımın resmini yapmayı düşünüyorum. Öldükten sonra bir sakata gelmeyeyim diye. Kalkıpta alacalı bulacalı bir mezar taşı yapmasınlar 🙂
Ellerine SağlıkAma itiraf etmem lazım, tamamını okuyamadım,Çok emek harcadığın hemen dikkatimi çekiyor.Devamını bekliyoruz.
kimsekimbu
inan6666, ab uyum yasaları bunu istiyor felan desek belediyelere baskı yapsak, kabul etmezler mi, her yanan ölüden size komisyon vercez falan desek. önce bodrum, marmaris, fethiye, çeşme deneme fırınları baktık tuttu bu iş her beldede patlatırız bi tane, çok da şık olur,
güzel bir yazı olmuş teşekkürler…ben ölüm ve mezarla ilgili olarak şöyle düşünüyorum: asla kaçamayacağım bir son ve bu kısa hikayede gerçekren gerçek olmak, bilgi, erdemle yaşamak, adaletten ayrılmamak bir de hiç ölüm gelmeyecekmiş gibi bu hayattan zevk almaya bakıyorum.Bir de asla süslü bir mezarım olsun istemem süs ve cennet mezarın içinde 🙂 Zira bedenim cennetimdir :)selamlar
Bazi Latin dillerindeki bir harf isaretinin adi olan “grave” la, mezar anlaminda kulanilan “grave”in herhangi bir ilgisi yok bildigim kadariyla. Yazilislari ayni olmakla birlikte, okunuslari da zaten degisiktir.”Grave” kelimesinin Turkce karsiligi icin ise (mezarin yanisira) “agir”dan ziyade, “vahim” demek daha dogru olur.Mezartasinin eski Turkce’deki haline de “levh-i mezar” deniyor.Anadolu’ya yerlesen Turklerdeki “bas tasi” gelenegi sanildigindan eski. 11-12. yuzyillardan beri var. Taslar 2-3 metrelerden baslamis, giderek kuculmus.Turklerde olumun hayatin bir parcasi oldugu ve baska veya obur bir dunya olmadigi fikri Gok Tanri’dan mi geliyor bilmiyorum. Islam, insanlari korkutmak icin kullanilan bir hale donusturulmeden once; sempatik bir dindi. Olum mevhumu da soguk ve basa gelen bir felaket gibi addedilmezdi. Nitekim herkesi irkilten meshur “Her fani olumu tadacaktir” lafi da, aslinda kotu bir tad icin soylenmemistir. Tabii bunun Zincirlikuyu girisine nal veya mal gibi konmasindaki niyet baskadir. Bunun acilen kaldirilip, yerine “Her Istanbullu zaten yasarken olmustur” lafinin konmasi lazim gelir.Euqon iyi yazmis, eline saglik.
“Islam, insanlari korkutmak icin kullanilan bir hale donusturulmeden once; sempatik bir dindi.”pardon hangi dinden bahsediyoruz, hani şu peygamberi hz.muhammed öldüğünde cenazesi ortada kalan, 3 gün sonra gömülebilen islam dini mi, bu sempatik olan?
Hani her yazı benzer konularda olsa diyeceğim bu adamın işi bu zaten bildiği bulduğu şeyleri yazıo.ama öylede değil ne diyeyim mükemmel yazı.diğer yazılarında öyle.gecenin bir vakti hiç üşenmeden çekinmeden bir solukta okudum, tebrikler!
Eline sağlık EUQON…Neden bilmem ama mezar deyince aklıma Dionysos gelir. Sanırım daha önceleri okuduğum bi makaleden dolayı…
Kardeş bu siteye ilk girişim.ilk okudugum yazıda senin ama begendim cok etkilendim yazılarını takipe alıyorum eline saglık.
nevdalist; türklerin atlarına mezar yapmaları, hatta atlarıyla beraber gömülmeleri yeni bir şey değil. anadolu’da bir çok antik kültüre ait tümülüslerde at kalıntılarına rastlanır. Hatta sonzamanlarda at v köpekle beraber gömülmüş 3200 yıllık bir atamız ortaya çıkartıldı. Her nedense artık böyle yapılması yasak :)Baby700; latincede kullanılan bu æ sesi işleri karıştırmış biraz zamanında. “greave” gibi kullanımlar tek sese (a ya da e) düşürülmüş. bu, bazı kelimelerin ya da seslerin fonetiklerini değiştirmiş. örnek olarak şunu verebilirim.herkese güzel yorumları için tekrar teşekkür ederim.
Euqon;kastetmeye çalıştığım Genç Osman’ın hikayesinin enteresan olduğuydu, at mezarlarının değil.
Daha önce at mezarlarıyla ilgili, bu amaçta bir ziyaret duymamıştım. Eğer var ise cahilliğime veriniz.
sevgili nev, Karaca Ahmet Sultan’ın türbesinin yanında da atının mezarı yer almakta.
bundan başka, Lala Şahin Paşa‘nın atlarının da onunla birlikte KAracaahmet’te yattığını öğrendim.Bundan başka, Murat BArdakçı Genç Osman’ın atı konusunu şöyle ele almış:
daha fazlasını araştıracağım.
Biri euqon’u durdursun:)Daha fazlasını araştırma, mahcup oluyorum ben böyle. Sadece ilginç geldiği için ekledim, yoksa boş verin Genç Osman’ı.Mezar olgusunu tartışmaya devam edebiliriz.
“No one here gets out alive”
yok sevgili nev :)Her zaman istediğim şeydir mesela köpeklerimle beraber gömülmek, ama sevgili torunum (köğeğim) öldüğü zaman onu bir kenara gömüp bir taşın üzerine saçma sapan bir ibare yazmaktan başka bir şey gelmemişti elimden. oysa o bana nice insanın işaret bile edemediği (edemeyeceği) şeyler göstermişti.ben de merak ettim de ondan araştırıyorum. Hatta fişteklediğin için teşekkür ederim 🙂
Çok güzel bir yazı ancak telaşa gerek yoktur ölüm karşısında ki zirâ ölümü en güzel özetleyen de Nietzsche olmuştur kanımca, “Ölüm varken ben yokum ben varken, ölüm yok! O halde üzülecek ne var?”
çok iyi bir yazı,,, araştırma olmuş hatta o kadar iyi ki insan ne gerek var diyor bu kadar iyisine:) mezar taşı işte… doğuyoruz saf narin kırılgan ve ruhun daha farkında olmadan maddeyle tanışıyoruz. dünyayı öğreniyoruz. bileniyoruz. yoltuluyoruz. sistemi öğreniyoruz. kötülüğü. kontrolsüz çocuksu temiz duyguları maddeyle kaplıyoruz. insanlık tanımına madde madde uymak için. köreliyoruz, an be an. sertleşiyoruz. insanlar arasında daha bi insan olmak için. ağırlaşıyoruz, bükülüyoruz bunlar hep maddenin yapabileceği şeyler ve sonunda doğa için ilk defa bir işe yarıyoruz: ölüyoruz. ve bunu simgelemek için bir taşa ismimizi yazıyorlar, ne kadar süre boyunca taşlaştığımızı v işte o taş biz oluyoruz sonunda. allah rahmet eylesin ve çürükçüllere afiyet olsun….
tatil hayali kurduğum tatildeyken, eniştemi ziyaret etmiştim. eniştem dini bütün ve inancını hayran kaldığım bir insan. onunla korsan olarak aldığı dini bir cd setinden ölüm ile ilgili kısmı izlemeye vaktimiz oldu. hayatımda bu kadar berbat ve üstünkörü anlatım görmemiştim. sunumda hollywood bilim-kurgu filmlerinden araklamalar (özellikle yarından sonra ve konstantin olabilir. bildiğiniz şeytan konulu filmler..) vardı. onu da geçtim, ölen bir kadının bedeni 3 saat sonra tekrar toprak altından çıkarılmış ve ölüm konulu kısmın sonunda ibret olsun diye derken berbat bir şekilde dakikalarca gösteriliyordu. isteyenlere onu kopyalayıp verebilirm ama enişteme ulaşmam lazım. sunumun en sapık yanı, öldükten 3 saat sonra ibret alınsın diye gösterilen bedenden iğrenç diye bahsedilmesiydi. onu da geçtim şeytan tasvirinde kadın figürünün kullanılması canımı sıktı. cinsiyet konusunda tarafsız davranabilrlerdi. düşünüyorum da bu cdlerin beleş evlere dağıtıldığını ve kutsal kitabı okumamış insanların tepkilerini. içler acısı hale nasıl geldiğimizin soruları cevaplanır gibi oluyor. bu iğrenç deneyimden sonra euqon un eşsiz, leziz yazısı ilaç gibi geldi. eline sağlık euqon…
merak ettim o cd yi. eger çoğaltabilirsen ben de bir kopya isterim buddhala
elbette euqon, ilk fırsatta kopyalar sana haber verir ve teslim ederim, biraz süre geçecek ama aklımda tutarım söz:) durumu yetkililere bildirmek lazım diye düşünüyorum…
hepsini anladımda cellatların mezar taşlarına birşey yazılmaması garibime gitti.madem böyle bir iş yapılıyordu onunda hakkı verilmeliydi bence.o insanlara ayıp edilmiş sanki. yazı için teşekkürler…
hayatta iken cellat oldukları ortaya çıkıyor değil mi, @miyazaki?
düşünmeden bır yorum yaptım fakat sonrasında araştırıp öğrendim ki osmanlıda kendi içinde kademeleri olan idam edilenin cesetinin sahibi olarak görüldüğü ve daha bır sürü ilginç ayrıntılarının olduğu bir meslekmiş.bana çok zor geldiği için ayrı bir yazı yazamıyacağım ama araştırmacı gazeteci arkadaşlar konuya bir el atarlarsa çok sevinir bi güzel okurum.bu arada mezar taşlarına birşey yazılmamasının sebebi yağmalanma varsa eş dostunun korunması içinmiş.ama çok ilginç bi meslekmiş bence araştırıp öğrenmeli…
Kendime mezar taşı düşünmeye başladımm.
uzun zamandır hafifte rastladığım en esaslı yazı.ellerine sağlık.
Tadından yenmez bi yazı imiş bu. Lakin bazı linkler tırtlamış, olacak o kadar..
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı…Nefis bir yazı,bilgi yüklü…”Not”yazmanız ayrı bir incelik.Emeğinize sağlık…
Bilgi için teşekkürlerElmaselmas yüzükelmas kolyeelmas gerdanlık