bildirgec.org

blood sugar sex magik

11 yıl önce üye olmuş, 6 yazı yazmış. 45 yorum yazmış.

Felix Felixcis

blood sugar sex magik | 18 November 2007 12:20

Mucizelere inanır mısınız?
Ya da şanslı olduğunuzu düşünür müsünüz?
Tüm evrenin sizin için çalıştığı geldi mi aklınıza hiç?
Bu sorulara cevabınız evet mi?

Evet, benim cevabım evet…

Hiç oluyor mu size de? Ne yapacağınızı bilmediğiniz zamanlarınızda karşınıza çıkıyor mu bir şeyler?
Şans diyorlar, düzen diyorlar, sadece bir tesadüf diyorlar, kimileriyse kader…
Öyle gelişiyor ki olaylar, öyle içinden çıkılmaz haller alıyorlar ki sıkışıp kalıyorum. Düşünemiyorum bile bazen. Sonunu kestiremiyorum. Bırakıyorum akışına. Gidiyor, akıyor… Geçiyor…
Zihnim tüm algılara kapalı. Nerede ne yapıyor olduğumun bir önemi yok. Bir yerden bir şeyler geliyor. Biliyorum bunu! Ne yaptığımı bilmiyorum ama yaptığımın doğru olduğunu biliyorum. Bir güç aklıma, zihnime, tüm bedenime hakim oluyor. ‘Bırak’ diyor. ‘Umursama!’ Onu ben kontrol etmiyorum hayır, o beni kontrol ediyor. Söylediklerimin farkında değilim. Düşünmeden söylüyorum. Kendime dışarıdan bakıyor gibiyim. O vücudun içindeki ben değilim. Ben dışarıdayım. Hareketler bana yabancı ama bu yabancılığa karşı bir güven var içimde. İnanıyorum ona, sığınıyorum… Sığınmaktan başka çarem yok ki! Ona inanıp güvenmekten başka çarem yok ki! Lafın kısası, ÇAREM YOK Kİ!
Seviyor beni bu güc-ü muhterem. Öyle zamanlarda öyle yerlerde karşılaşıyoruz ki onunla, kendimi ona bırakmak o kadar rahatlatıcı ki… Anladım artık! İşleri oluruna bırakmanın ne demek olduğunu anladım! Bir “olur” olduğunu anladım. Kader, tesadüf, şans her olur’umun adını “mucize” yaptım!
Mucizelerim benim yanımda!
Evren benimle!
Felix Felixcis içtim, hayat!
Korkum yok!
Gel!

Vize Vakti

blood sugar sex magik | 07 November 2007 14:04

Eveeet!.. Klasik bir vize haftasına daha girmek üzereyiz ve kendimde gördüklerimi dile getirmek isterim. Farkettim ki bu sıkıcı hafta yaklaştıkça ben o kadar büyük kaçışa geçiyorum. Hiç yapmadığım şeyleri büyük bir zevkle yaptığımı sanıp oturup ders çalışmak yerine unuttuklarımı, bayadır kullanmadıklarımı tekrar işleve geçiriyorum.
Uzun zamandır nette gezinmediğim halde sabahın köründen beri sanki internetle aramda Incantem büyüsü yapılmış kopamıyorum bir türlü. Bu bitince de odamı toplamaya başlarım. O bitince kitapları yerleştiririm kitapları yerleştirirken eski defterleri bulurum onları bulunca saatlerce bakar dalar giderim. Öğrenci psikolojisi denen bu vakay-ı vakvakiye beni daha da geriyor. Öylesine yaşayan bir insan olmuş gibiyim. Jamais-vu yaşıyorum da denebilir. Bildiğim yerlere yabancılık. Ben kendim değilim ki değiştim sanırım. Dönüştüm. Ama neye?
-Böceğe =)
Kendimle yüzleşmem gerekiyor. İtiraf edemediklerimi itiraf etmem bir şeyleri rayına koymam gerekiyor. Hayatımla iligili planlar yapmam lazım. Benliğim için bir şeyler yapmalıyım. Günü mü yaşıyorum? Günü de yaşamıyorum benimkisi günleri geçirmek. Onlarda ardlarına bakmadan geçiyorlar, bitiyorlar, yitiyorlar; yitiriyorum günlerimi. Her şey öylesine artık hayatımda…
Bu yazıyı da öylesine yazdım maksat nette geçirilen şu “önemli zamanı” arttırmak. Bir amacım yok, ders çalışmayı istemekten başka…

Satrançtaki taşların anlamları nereden geliyor?

blood sugar sex magik | 29 August 2007 14:34

Bilindiği üzere satranç 2 kişiyle oynanan bir zeka oyunudur. Ancak içinde bulundurduğu felsefe bambaşkadır. Ortaçağda Avrupa’da yaygınlaşan satranç oyununun eski Hindistan’dan “çaturanga” adıyla çıktığı tahmin ediliyor. Hintli bir rahip bu oyunu bulup Hint kralına hediye etmiş. Şah, vezir, kale, fil gibi taşların yine Hint askeri terimleri olduğu ileri sürülüyor. Rahip bu oyunu keşfederken çok ince bir ayrıntıyı da içine katmış, “Ordu olmadan kral, hiçtir.”. Hindistan’da askerler arasında çok yaygın olan bu oyunun, İran’a ve Arabistan’a, daha sonra da Avrupa’ya geçtiği sanılıyor. İlkçağlardan beri oynanan oyunun zaman içinde bazı kuralları değişse bile, kavramlar eski gelenekleri sürdürüyorlar. Örneğin “şah mat” kavramı, Pers dilindeki “shah mat” kelimelerinden geliyor ve anlamı ise “şah öldü” demek…

Tok bir “Tık” sesi !

blood sugar sex magik | 29 August 2007 09:41

Uzun ve sıcak bir yaz günü, tabiri caizse sudan çıkmış gibi ter içindeyim.
Tvden sinek vızıltısı gibi bir ses geliyor, havanın daha da sıcaklaşacağını bu yazın bizi çok zorlayacağını söylüyor. Elimi kaldıracak gücü bile kendimde bulamıyorum. Bilirsiniz sıcak insana çok büyük bir mıymıntılık verir, hareket etmek dahi istemezsiniz.
Açık pencereden kulağıma bir yaz şarkısı çalındı o anda, denizin müthiş serinliğini hissetmek, güneşten nefret etmek yerine altında yanmak istedim bir anlık bir duyguyla.
Sonra gözlerim kapandı gayr-i ihtiyari, o bildik derin yaz hayallerimde buldum kendimi…
Deniz kenarı, arkadaşlar, dostlar, cıvıltılar…
Güneşin tenime dokunuşu, sıcakın altında erimek usulca…
Denizden yansıyan ışık hüzmelerinin gözlerimi alışı, bir renk, bir cümmüş etrafta…
Bir serinlik geliyordu bir yerden, hafifçe saçlarımı okşuyordu; yüzümde güneş ışınları adeta dans ediyor, saçlarımda onlara ayak uyduruyordu! evet, bunu hissedebiliyordum o an!
Bir huzur kaplamıştı bedenimi, dudaklarımın büküldüğünü, yüzüme koca bir tebessümün yerleştiğini hissedebiliyordum.
Sonra aniden tok bir tık sesi duyuldu! Uzaklardan gelen içinde bulunduğum rüyadan beni çıkarıp alan… Güneşin yakıcılığını tüm bedenimde hissettiğim saçlarımın okşanmadığı, tüm ahengin kaybolmasına neden olan bir tık sesi! Birden sıcak bastı dört bir yanımı, açıldı gözlerim o anda!
Acı gerçek belirdi karşımda…
Vantilatör durmuştu.
Bu muymuş tüm sebebi hissettiklerimin dedim. Bu mu beni taa deniz kenarlarına götürmüş, bu mu o meltemleri estirmiş vücudumda?
Pişman oldum rüyamdan uyandığıma ama artık katlanılabilir bir yanı kalmamıştı o yakıcı, sıcak yaz gününün!
Bir duş farz olmuştu bu bedene…
Duşun ardından derin bir araştırmaya girdim, tarihin buluşu olarak nitelendirdiğim vantilatör hakkında. Fransızca “vantilateur” kelimesinden gelmekteymiş. İlk vantilatör Da Vinci’nin 1500′lerde tasarladığı su gücüyle çalışan bir fanmış. 1949′da John Haven Emerson’un Harvard Üniversitesi’nde geliştirdiği vantilatör ise bugünküne en yakın olanıymış. Bir ev tipi vantilatörün (yani biraz önce bizde bozulan cins) ozon tabakasına hiç bir zararı yokmuş; ancak durum klimalarda farklıymış malesef.
Velhasıl ne faydalı bir aletmiş, ülkemin kimi zaman yegane sorunlarından olmuş;
-Balıkesir’in Bandırma İlçesi’nde aşırı sıcak havalar, vantilatör satışlarını arttırmış, Bandırma’da birçok mağazada son günlerde yoğun satışlar nedeniyle vantilatör kalmamış, işyerleri üretici firmalara vantilatör siparişleri vermeye başlamış. Vantilatörlerin değeri artmış halk isyandaymış.
-Gaziantep’te sıcaktan bunalan İnci Kırmızıtaş (20) açtığı vantilatöre saçını kaptırmış. Durdurulamayan vantilatör genç kızın saç derisinin çoğunu koparmış. Hastaneye kaldırılan genç kız ameliyata alınmış. Altı saat süren ameliyat başarılı geçmiş. Şükür ki İnci’nin kopan saç derisi eskisi gibi işlev yapacakmış.
Bu sorunlar dinmemiş halkımız vantilatör üzerine bir de fıkra yazmış. Yazımı da bu sıcak yaz gününde buz gibi gidecek şu fıkralardan biriyle bitiriyorum.
Esen Kalın…

Adamın biri karısını çok seviyormuş. Karısı bir gün ölmüş ve adam da üzüntüsünden bir süre sonra ölmüş. Adam cennete gitmiş ve karısını bir türlü bulamamış.Meleklere sormuş:
-Karım nerede?
Melekler de adama:
-Senin karın burada yok, belki cehennemde olabilir.
Bir de orayı ara demiş.
Adam karısının bir melek kadar temiz yürekli olduğunu düşündüğünden
cehenneme bakmayı zaman kaybı olarak görmüş ama yine de merakından bakma istemiş ve cehenneme
gitmiş.
Adam, cehennemde kendi etrafında sürekli
dönen kadınlar görmüş ve dayanamayıp bir zebaniye sormuş:
-Ya hemşerim, bu kadınlar neden kendi etraflarında dönüyorlar?
Zebani yanıtlamış:
– Bu kadınlar kocalarını kaç kez aldattıysa kendi etraflarında o kadardönüyorlar.
Meselâ şuradaki
sarı saçlı olan kocasını 20 kere aldattığıiçin kendi etrafında 20 kere dönüyor.
Adam sormuş:
– Peki benim karımı gördünüz mü?
Zebani yanıtlamış:
-Senin karını vantilatör yaptık.

Egoyu tatmin etmek

blood sugar sex magik | 31 July 2007 16:22

ahh ne hıssediyorum bilmiyorum bile.. öz’ün zamanında yüklettiği şarkılar çaldıkça içimde buruk bir mutluluk konu bizimkiler filan değil konu ne onu da bilmiyorum. şu an garip bir duygu fırtınası yaşıyorum hemde koca bir hiç için… garip bir korku içimde, garip bi hal… her şey garip bugün… erol bey’ın dediği gibi garibiz be kardeşim… sürrealizm buymuş! tamam işte o benim! Öz’üm şiir yazıyormuş aklım ona da takıldı serbest şiirmiş… bu da düz yazı nesir miydi bunun adı? nesir ışte!…
bu da bir garip, bu yann tiersen şarkıları beni niçin böyle yapıyor vurgun yemiş gibi… nerede olduğumu unutuyorum akropolis’te buluyorum kendimi! bir anda o kadar çok amacım üşüşüyorki beynime, aklım zaten bir kaçışta hangisini yapacağımı şaşırıyorum, yapabilecek miyim onu da bilmiyorum… aklımdan geçenlerı boşaltıyorum ne gelırse aklıma sadece o kadar… serbest cağrışım bunun adı. aklına ne gelırse söylemek serbest çağrışımmış! ‘kişi susamayacağı yerde konuşmalı sadece ve sadece aştığı seyler hakkında konuşmalı’ diye okumuştum… öff daha okuyacağım çok sey var. ’20 yaş’ ne ki hayatın hangi noktası ki dante gibi ortasında bile değiliz! neredeyiz?.. akropolisteyiz! ne işim varsa orada!… hey ıstediğim yere giderim, şimdi de sicilyadayım biraz sonra da kalahari çölünde… insan olmanın en guzel yanı işte bu akıl! hani 2 lob filan var sağ, sol dıye. benim sağ lob çok gelişmiş, sanki hayal mahsülleri ofisinde çalışıyorum…müzikler dönüp dönüp duruyor bense serbest çağrışıma devam… gözlerimi kapatınca aklıma ilk gelen garip bi çocukluk anısı oldu, bugünkü konu belli zaten “her şey garip” çıkış noktası bu! benim çıkış noktam… kaçış noktam? “ben”! nasıl bir kavramdır böyle, kimiz ki biz? nereden gelip nereye gidiyoruz? sonra biraz düşündüm… iyi bir insansın be BSSM, herkes iyi olduğunu söylüyor dedim, sonra ne basit bir kavram şu iyilik dedim içimden. her şeyin cevabı iyi!! beni ben yapan cevap bu olmamalı!! iyinin nesi kötü ki? ama “ben kimim?” sorsunun cevabı iyi değildir.libidom mu beni hayata bağlayan tabikide o ! adı üstünde yaşama sevinci! iyi de ya bu gözlerim bazen niçin sebebsiz yere doluyor? her şeyimde sebebsiz yere oluyor sanki sebebini bilmiyor muşum gibi… işte kaçıs noktası bu! olanı görmemezlikten gelmek, hey sevdim ben bunu! insan nasıl yaşar yoksa dimi? derinlere dalmamam lazım. sığ sularda kalmalıyım. ya o derin sular beni içine çekerse ya geçeçeğini umduklarım geçmezse ya bir fırtına daha çıkarsa…”kurtaaarrr!! beni bu derin kör kuyudan! dibini bile göremediğim kahrolası boşluktan, tut elimi çek beni, koyma beni tek başıma!”…tek geldik be hayat, tek gideceğiz. uyudun uyanamadın olacak… gelirken bişi getirmedin ki giderken götüresin… hakkın yok!
-evet bir şeyim yoktu ama şimdi çok şeyim var. adları da kısaca “ŞEY” işte! ne garip şeyin çoğul hali EŞYA değil mi? arapça kökenli! nasıl bir ironi, yoo BSSM sen bu değilsin ki “görünüş sadece giysin”, “türk giysili Јαсqυelіne” hesabı! sahip olduğum tek şey eşyalar mı? ya ailem, dostlarım? insan onları neden sever, sevdiği için mi yoksa sevmeyi sevdiği için mi? biz nesneleri değil o nesneyi isteyen güdüyü doyurmayı seviyormuşuz. bilimin yüzümüze bir tokadı bu galiba, ne kadar acı! aslında her şey Öz’ün de dediğinden ibaretmiş ‘egoyu tatmin etmek’…
egoyu tatmin etmek ya da edememek meğer bütün mesele buymuş!…