herşey o saatin çıkardığı ses ile başladı. nik nak nik nak… dilim dönmezdi söyleyemezdim tik tak tik tak. adı ordan kaldı. Efeydi iriydi babaydı. 5 kızı vardı 1 erkek çocuğu. hiçbirisini ayırmazmış. sonra teker teker evlendirdi. torun sahibi oldu. sülalesi kalabalıktı. seneler sonra konuşmaya başladığımda ve duyulanları anladığımda onun beni nasıl sevdiğini anlamıştım çok küçük olsam da…Adı Hasandı. Adalı Hasan. 25 sene kahve işletti. herkes onun mertliğini ve cömertliğini bilirdi. bir de ada macerasını. zaten kahvesinin adı da Adalıydı. dedem di benim saçları her zaman gür sözü her zaman sert. efem derdi bana. ben uzaktım ona diğer torunları hep yanındaydı hemen her gün severdi onları… ben sadece yazları görürdüm Adalı Hasan’ ı. Hacı oldu geldi. o saatten sonra ağzına ne rakı koydu ne de küfür. uzun süre en iyi oynadığı oyunu bile oynamadı. pokeri, tavlayı, okeyi… hatırlıyorum geceleri gelirdi kahveden çocuktum uyuyakalırdım ama bilirdim geleceği zamanı. hemen masa kurulurdu. afyon soğuk yer. onbeş tatilde gittiğimizde özlediğim o sıcak soba ortamına kavuşurduk. Adalı geldiğinde rakı eksik olmazdı masada tabi hacca gitmeden önce… bana da içirmişti çay bardağında. iç efem demişti…ben büyüyordum. ben büyürken o da göçüyordu. hep sorardım ona “dede saçların nasıl böyle gür?” askerde motor yağı sürüp tülbentle bağlar yatarmış rahmetli. sakallarıma kızardı kes bunları derdi hep. hiç yanımdan ayrılmadı ki Adalı. doğduğumda yanımdaydı, sünnetimde yanıbaşımda, istanbula gittiğimde…göçtü, yaşlandı artık dayanamaz oldu bu hayata dünyaya… duydum ki hasta olmuş. Adalı dedim ona ölüm bile koymaz. olamadı olduramadı… çok sürdü hastalığı. hastahanede kaldı uzun süre. şekeri vardı. ayak parmaklarını kestiler. sesi bile çıkmamış canı yanarken. mertliğini bir kez daha anladım ama zaman geçiyordu. azraile kafa tutarcasın ben iyiyim diyordu. en son gördüğümde eve almışlardı yatağında yatıyordu. elini öptüm. her yeri ağrıyordu biliyordum ama yine de bana o hep gülen gözleri ile bakıp “efem gelmiş” dedi ve doğrulmak istedi. doğruldu da. sohbet ettik. tavla oynamak istedim ama dilim varmadı…eve döndüm herkes başında kalırken mecburdum… derken bir akşam annem telefon açtı “deden çok hasta” dedi… geçer dedim kendi kendime. iki gün geçmedi. kötüleşmiş iyice. içime doğdu sanki. kapattım ışığı pencerelerimi televizyonu bekliyordum beklemesine de kendimi alıştıramıyordum. ve telefon çaldı. Adalı öldü dediler. ağlayamadım. biriktirdim. hemen arabaya atladım ve afyona yola çıktım. mevsim yazdı ve sıcaktı. morga kaldırmışlar. göstermediler Adalıyı bana. camide toplanmış binlerce insan vardı ama ben hiçbirisine bakmıyordum. Adalı karşımda tabutun içinde yatıyordu. sanki küçülmüş boyu kısalmıştı. inanmadım onun olduğuna ama gerçekler değişmiyordu. annesi beni çok severdi. doktorum dermiş bana. Adalı da annesini çok severdi. işte onun mezarının yanına gömün beni demiş. gittik. son yolculuğunda onu yalnız bırakmadım. ağladım ağladım ağladım… ellerimle mezarına toprak attım.sonradan öğrendim ki son ana kadar sesi hiç çıkmamış. ölürken bile… kasmış kendini bağırmak istemiş ama yapmamış. bilirdim eğer o bağırsaydı acılarından dolayı ben onu her yerden duyacaktım…seni çok özledim Adalı.