rüzgarım yatmış , eşim keyifsiz olduğu için benimle gelmemiş , tek başıma günü geceye döndürmek üzere akşam serininde sahildeyim… egeye karşı akşamın cılız ama iç ısıtan ılık ışınlarıyla kumsal şekerlemesi yapıyorum… dertsiz tasasız bir deniz keyfi…ne mümkün… şeytan dürtüyor bir kere… ahbaplarımıza denk geliyor ve başlıyorum sohbete… sohbetlerim beni geçmişimin acı hatıralarına götürüyor bu akşam…Sağlıktan bahsederken konu kalp krizinden kaybettiğimiz babama ve konuştuğum ablanın yakın bir zamanda kanserden kaybetmiş olduğu eşine geliyor…

babamı 1995 yılının son demlerinde ikinci krizinde kaybetmiştik… ilkini atlatmasına rağmen ikincisinden kurtulamamıştı… hep en pis ve en acımasız olanı ikincisidir derlerdi… inanmamıştık , ama en acı yoldan yaşayarak öğrenmek zorunda kaldık… sohbet ettiğim ablam da eşini kanserden 8 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde kaybetmiş…

konu dönüp dolaşıp hastalıkların erken teşhisine geliyor… check up ları tartışıyoruz… zamanında eşinin doktor yüzü görmeyen son derece sağlıklı birisi olduğundan bahsediyor… her 6 ayda bir check up ını yaptıran , hasta ise ilaçlarını son derece titiz bir şekilde hiç aksatmadan kullanan birisiymiş rahmetlik abimiz… babam da ilk krizinden sonra malülen emekli olmuş , daha sakin ve düzenli bir hayatı seçmişti… ama herşeye rağmen ikinci krizin onu alıp götürmesinden kurtulamamıştı…

konuştuğum ablam bütün bu olup bitenlerden sonra , doktora gittiğini ve kendisinde ne var ne yok anlaşılması için check up yaptırmak istediğini söylemiş… doktor , ablamın konuşması bitince kanserin ve kalp krizinin çok nankör hastalıklar olduğunu , tüm kontrolleri yaptırsa bile iki gün sonra bu hastalıkların ortaya çıkmasıyla birlikte hayatının allak bullak olabileceğini söylemiş… o da hayal kırıklığı içinde çıkmış gitmiş doktorun yanından…

ben biraz garanticiyim… elimden gelenin sadece bunlar olduğunu bildiğim için herşeye rağmen check up yaptırmaktan vazgeçmeyeceğimi söyledim… ama sonunda herşeyin bilinmez kör sağır ve dilsiz bir kaderin parçası olduğuna da ikna olduğumu da eklemeliyim… sadece bu sohbetim değil , önceki benzerleri de aynı türde hikayeleri içeriyor…

her şey dönüp dolaşıp beni bu dünyadaki sayısı belli nefes sayısına getiriyor… Tanrı ‘ nın bize verdiği vade doldumu ötesini ne tıp ne de mucizeler üzerine eklemiyor…uzun zamandan beri kaderimizin yaşamlarımız üzerindeki etkisine kafa yoruyorum… hatta kelebek etkisini uzun uzun konuşacağız bir ara… yine de çoğu anlarımda kendimi , bizi hali hazırda bekleyen kaçınılmaz bir sonun var olduğu düşüncesinden kurtaramıyorum…

kurallarını makro bir evrenin belirlediği mikro evrencikler olarak bir köşeden öbür köşeye savrulup duruyoruz okyanustaki damlalar misali… kah birbirimize karışıyor , kah buharlaşıp , zaman zaman da katı halde yeniden yağmur misali yağıyoruz okyanusun devasa köpüklü sulaarı arasına… sonra köşelerimize çekilip din , bilim felsefe diye başlıyoruz ahkam kesmelere… kimbilir tepemizdeki makro sahip de kıs kıs gülüyordur köşesinden bizlere bakıp bakıp…böylesi bir oyun aslında yaşadığımız fasulyeden hayatlarımız… önemli olan iyi fasulye yapmayı bilen usta aşçılar olmak… sakın fasulyeleri küçümsediğimi zannetmeyin.. çünkü elimizdeki tek sahip olduğumuz şeyler onlar… maharet aşçılıkta.. varın daha fazla günaha girmeden onun da ne olduğuna siz karar verin… ( devamı kesinlikle var… lütfen ikinci bölüme geçiniz… )