bildirgec.org

babam hakkında tüm yazılar

Tavuk Suyu Çorbası ve Kokoreç Aşkına…

firatocal | 18 August 2010 14:12

Allah rahmet eylesin sevgili babam İsmail Yaşar Öçal olmasaydı , bu dünyaya gelemeyecek , onun bana damak tadı olarak miras bıraktığı tavuk suyu çorbasını ve kokoreçi her gördüğümde önünde saygıyla eğilecek kadar benimseyemeyecektim…

Her yönüyle muhteşem bir hayatı ve akla hayale gelmeyecek bir zenginlikte zevkleri ve tutkuları olan bir insan olmasının ötesinde , sevgili babam tam anlamıyla bir yemek tutkunuydu…

en tok halinizle bile karşısına otursanız , yemeği yerkenki manzarası ve yediği yemeği ballandıra ballandıra anlatışı ile iştahınızı öyle bir kabartır , yeme isteğinizi öyle bir kamçılardı ki , doymayı hiç istemeden çatlayasıya kadar herşeyi yemek isteyebilirdiniz…

Kader , Check up ve Fasulyeden Hayatlarımız… ( 2 )

firatocal | 10 August 2010 12:42

uzun lafın kısası… chek up mühim konu bence… ablama katılmıyorum… ocağın altını kısmak , yada düdük öttüğünde ocağın altını kapatmak benim yaptığım… dedim ya garanticiyim biraz… elimden gelen ancak bunlar… bu arada zeytin yağlı bol domatesli sulu sulu ekmek bana bana yenecek fasulye ne giderdi şimdi… bir de yanında kuru soğan…

yaşamlarımızda böyle birşey… yaptıklarımız onları lezzetli kılmak için çırpınışların ötesine geçmiyor… daha doğru bir ifadeyle ne kadar yırtınsak da geç(e)miyor… kader denilen şeyde sonuçta bir şekilde bir şeylere yeniden ve yeniden acıkacak olmamız…

son noktayı yaşadığımız her anı sanki son dakikalarımızmışçasına yaşarak geçirmemiz gerektiği düşüncesinde koyarak bitiriyorum egeye karşı akşam sahil sefamda… son bir kere daha denize girerek sahip olduğum tüm güzellikler adına Tanrı ‘ ma şükrederek gidiyorum kaderim olan beni mutlu mesut ve bahtiyar eden ailemin yanına…

yürüken Peygamber efendimizin ” sanki yarın ölecekmiş gibi öbür dünya ve sonsuza dek yaşayacakmış gibi bu dünya için yaşa ” sözünü hatırlayarak iç geçiriyorum… ilk kısmını pek takmadan ne de güzel beceriyoruz ikinci kısmı…

Kader , Check up ve Fasulyeden Hayatlarımız… ( 1 )

firatocal | 10 August 2010 12:02

rüzgarım yatmış , eşim keyifsiz olduğu için benimle gelmemiş , tek başıma günü geceye döndürmek üzere akşam serininde sahildeyim… egeye karşı akşamın cılız ama iç ısıtan ılık ışınlarıyla kumsal şekerlemesi yapıyorum… dertsiz tasasız bir deniz keyfi…

ne mümkün… şeytan dürtüyor bir kere… ahbaplarımıza denk geliyor ve başlıyorum sohbete… sohbetlerim beni geçmişimin acı hatıralarına götürüyor bu akşam…

Sağlıktan bahsederken konu kalp krizinden kaybettiğimiz babama ve konuştuğum ablanın yakın bir zamanda kanserden kaybetmiş olduğu eşine geliyor…

babamı 1995 yılının son demlerinde ikinci krizinde kaybetmiştik… ilkini atlatmasına rağmen ikincisinden kurtulamamıştı… hep en pis ve en acımasız olanı ikincisidir derlerdi… inanmamıştık , ama en acı yoldan yaşayarak öğrenmek zorunda kaldık… sohbet ettiğim ablam da eşini kanserden 8 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde kaybetmiş…

konu dönüp dolaşıp hastalıkların erken teşhisine geliyor… check up ları tartışıyoruz… zamanında eşinin doktor yüzü görmeyen son derece sağlıklı birisi olduğundan bahsediyor… her 6 ayda bir check up ını yaptıran , hasta ise ilaçlarını son derece titiz bir şekilde hiç aksatmadan kullanan birisiymiş rahmetlik abimiz… babam da ilk krizinden sonra malülen emekli olmuş , daha sakin ve düzenli bir hayatı seçmişti… ama herşeye rağmen ikinci krizin onu alıp götürmesinden kurtulamamıştı…

konuştuğum ablam bütün bu olup bitenlerden sonra , doktora gittiğini ve kendisinde ne var ne yok anlaşılması için check up yaptırmak istediğini söylemiş… doktor , ablamın konuşması bitince kanserin ve kalp krizinin çok nankör hastalıklar olduğunu , tüm kontrolleri yaptırsa bile iki gün sonra bu hastalıkların ortaya çıkmasıyla birlikte hayatının allak bullak olabileceğini söylemiş… o da hayal kırıklığı içinde çıkmış gitmiş doktorun yanından…

ben biraz garanticiyim… elimden gelenin sadece bunlar olduğunu bildiğim için herşeye rağmen check up yaptırmaktan vazgeçmeyeceğimi söyledim… ama sonunda herşeyin bilinmez kör sağır ve dilsiz bir kaderin parçası olduğuna da ikna olduğumu da eklemeliyim… sadece bu sohbetim değil , önceki benzerleri de aynı türde hikayeleri içeriyor…

her şey dönüp dolaşıp beni bu dünyadaki sayısı belli nefes sayısına getiriyor… Tanrı ‘ nın bize verdiği vade doldumu ötesini ne tıp ne de mucizeler üzerine eklemiyor…

Hançer gibi batsın ruhuma derin sözlerin”

inniendo | 31 March 2010 14:29

Zaman, babamla annemin aldandıkları gerçeğini ispatlamış; Uyumsuz, asi, saygısız velhasıl sikimtrak bir mahsül ve hüzünlü bir hasatın son meyvesi çıkmış ortaya.
Bunlar süreçler ve vektörlerle alakalı değişimleri takip eden bir yığın kilometre taşları.
Momentlere ve panaromaya gelince; Lise dönemi karma bir mektep ve dilber fidanlarının bacaklarındaki aydınlanma ile geçen yıllar.. Ardından bir başka aydınlanma; Sıra arkadaşımın teşvikiyle Dev-lis’e kaydımı yaptırışım..

Üniversite sınavları, bugünkü gibi kader çanının vurup, hangi yola adım atacağımızın istikametini belirliyen sınavlardı. Sonuçların açıklandığı o gün, her taraf aydınlıktı. Sonuçta çok aydınlıktı.. Tüm eğitim hayatım muzaffer mağlubiyetlerle geçti gitti; Biliyorum ki, mahiyeti itibarı ile değil de, harici davranışlarım yüzünden hiç bir hocamdan iyi not alamadım..

Gülmeyen Babama…

aytenim | 20 February 2009 18:07

İlk yazıma kendime başarılar diyerek başlıyorum.
İlk yazım deken Hafif.org için demeliyim.
Efendim ben, Zonguldaklı bir ailenin beş çocuğundan ortalarda yer alan biriyim. Hiçbir özelliğim yok; Babam yirmisekiz yıl aralıksız yerin yüzlerce metre altında maden işçiliği yaparak hayatını kazanmış, beş çocuğunu okutmuş( halen okuyanlarımız var) bir aile babası iken, yıllarca yeraltında çalışmanın yol açtığı çeşitli rahatsızlıklarla boğuşarak geçirdiği emeklilik günlerinin ilk yıllarında akut akciğer rahatsızlığından vefat etti..

Babam ve Oğlum

toz66 | 11 April 2008 20:57


babam ve oğlum

Babam ve Oğlum … Çağan Irmak’ı tüm Türkiye’nin tanımasını sağlayan en büyük çalışması… Aslında Çağan Irmak’ı Asmalı Konak Dizisinden hatırlayabiliriz fakat o dizide Irmak, oyuncuları ön planda tutmuş ve kendini ön plana çıkarmamıştı. Babam ve Oğlum da 12 Eylül Darbesi’nin arka planının anlatıldığı Sadık ve çevresinde gelişen olaylardan ibaret. Oğul ve baba arasındaki siyasal görüş farklılıklarını çok iyi bir şekilde işleyen Irmak birçok kesimin beğenisini almıştır. Çünkü bu filminde tarafsız bir şekilde yaklaşmayı başarmış ve bizlere gerçek sinema filmi tadını vermiştir.
Sadık, babasının Ziraat Mühendisliğini oku diye ısrar etmesine rağmen İzmir’deki küçük çiftliklerinden çıkıp gazetecilik eğitimi almak için üniversiteye gitmiştir. Tabi dönem gereği de kendini bir siyasal karmaşa içerisinde bulmuştur, ve kendi çizgisini belirlemiştir. Bu çizgiyi beğenmeyen babası da oğlunu evlatlıktan reddeder. Artık onlar küstür… Eşi hamile olan Sadık, eşinin sancılarının tutması üzerine onu hastaneye götürmeye çalışır fakat gece vakti sokaklar tamamen boştur, bir taksi bulamaz. Çünkü o günlerde devrim gerçekleşmiştir… Sorgulama sırasında ağır darbeler alan Sadık artık hastalığının çok kötü duruma gelmesiyle küçücük yaşta olan oğlunu küs olduğu ailesinin yanına bırakmaya karar verir. Küçük yaşta olan Deniz ise hayal dünyası ile gerçek dünyayı birbirine karıştırmaktadır… Acaba minik Deniz, Hüseyin dedenin sinirlerini yumuşatabilecek mi?…
Filmografi
Yönetmen: Çağan Irmak
Yapımcı : Şükrü Avşar
Senaryo : Çağan Irmak
Oyuncular : Çetin Tekindor, Fikret KuşkanHümeyra, Şerif SezerBinnur Kaya, Yetkin Dikinciler

Hafif editörlerine…

koza 68 | 06 December 2006 12:02

Yaşamı boyunca ,kimi zaman büyük umutsuzluklara kapılmıştı babam…
Her şeye rağmen annem de babam da yaşamı hiç saklamadılar bizden…Hayatın algılanmasını, bir otoriteye bağlı kalmadan da başarılabileceğimizi, onladan öğrendik…”Komşunun tavuğuna “ özenmeden de insanın maddi planlar yapabileceği gerçeğini de onladan öğrendim…

Onlar kusursuzluk simgesi değildiler elbette…
Biz de değiliz…
Babamın öldüğü yaşa doğru hızla akıp geçiyor zaman…
Canımı sıkan çok şey var…Duyumsuz olmayı denedim olmuyor…
Klavyenin başına geçince son zamanlarda, canımı en çok sıkan şeyin ”Hafif editörlerinden “ kaynaklandığını keşfettim…
Geçen gün, “Google” tabanlı bir mail aldım; Bilgi tv den bir arkadaşım yollamış…İçeriği, kadınların erkeklerle ilgili talepleri ile ilgili, içinde hayli “ironi”barındıran bir yazı …Okuyunca eğlenceli geldi, yazının kaynagını da belirterek “hafife” yolladım bende…Birkaç saat sonra edtörün notu mesaj kutumdaydı…”Bir başka yerde yayımlanmış materyali yayımlamak suçtur” Ben bu sitede kimin ne yaptığı ile ilgilenen biri değilim, dolayısıyle güldüm geçtim…Ama gelin görün ki bir müddet sonra kendimi” Komşunun tavuğuna özenen” biri gibi hissettim…