bildirgec.org

şeytan hakkında tüm yazılar

Şeytan bunun neresinde?

NuMB | 03 October 2012 20:20

Gecenin bir yarısı insana paranoya zerk ediyor bu meraklı olma sanatı. Evet, meraklı olmak da bir sanattır ve diğer sanatlar gibi tam olarak ne için olduğu bilinmez.

Yıllarca üzerinde tartışılarak kafamızın ütülendiği, sanat toplum için mi, sanat birey için mi, sanat sanat için mi tartışmalarının, bir de sanat Satan (ing: Şeytan) için mi boyutu var. Nerden mi var? Bu yazı bunu anlatır, hatta konuyu dağıtıp yer yer toparlayamayarak kafasına göre takılır.

Sanat kelimesinin “nat” hecesini ters çevirirseniz, Satan oluveriyor. “Olsun, ne var ki bunda?” denilebilir. Birçok kelimeyi evirip çevirerek anagramlar oluşturulabilir, yeni kelimeler üretilebilir ve buna “sadece tesadüftür” denilebilir. Hatta böyle demek aklıbaşındalarca çok daha makuldür. Ama, biraz aklım başında olmasın lan diyerekten kurcalayınca gecenin bu vakti, insan ister istemez, “ya tesadüf değilse” diye soruveriyor kendine. Velhasıl, merak sanatı başa bela…

Türk Korku Sineması

deppthedepp | 05 April 2012 12:14

Film türlerinde en hoşuma giden korkudur. Yani korku diğer türlere göre beni oldukça cezbeder. Korku türünü çekmesi de zordur, her ne kadar bazıları komedinin daha zor olduğunu düşünse de.

Korku filmi çekilir ama yanlış bir şey yapılırsa komediye kaçabilir. Oysa komedide bu yok. Ülkemizde korku türünün yeni yeni yapılmasından dolayı birkaç film hakkında bir şeyler yazmak istedim. Hem sinema filmleri hem de amatör/kısa filmler hakkında birkaç şey.

Çığlık (1949)
Çığlık (1949)

Aydın Arakon’un yönettiği, Muzaffer Tema’nın başrolünde oynadığı Türk korku filmi; Çığlık! Birçok yerde okuduğuma göre film kayıplardaymış.

Ölüler Konuşmaz ki (1970)
Ölüler Konuşmaz ki (1970)

Aytekin Akkaya ve Sırrı Elitaş’ın oynadığı, Büyükada’da geçen bir korku filmi. Çekimler oldukça ilginçti, özellikle aynalı oda sahnesi. Kahkaha atan zombi – vampir karışımı hortlak oldukça korkutmuştu beni açıkçası. Bu film aslında bayadır kayıptı. Genç yaşta hayata gözlerini yuman Sadi Konuralp kenarda köşede kalmış bir film şirketi deposundan bulup çıkarmış.

Şeytan (1974)
Şeytan (1970)

ABD yapımı Şeytan filminin Türk versiyonu ve tıpa tıp aynısı. Cihan Ünal başrolde. İzlerken ABD yapımıyla tamamen aynı olduğunu göreceksiniz.

Okul (2003)
Okul (2003)

Taylan Biraderler’in yönettiği korku/komedi filmi. Yapımcısı Sinan Çetin. İzlerken en başta beğenmiştim ama ortadan itibaren fazlasıyla Hollywood hayranlığıyla yapılmış bir film olduğunu anladım.

Apaçık bir düşman

zarifce | 22 December 2010 23:45

Allahü Teala ayeti kerimesinde mealen’Biz bu insanın aslı olan Adem’i suya karışmış ve nice yıllar geçmiş ve kurumuş balçıktan yarattık’ buyurmaktadır.(Hicr 26)
Allah Adem i yarattığında Meleklere ve iblise ‘Adem’e secde ve tevazu edin’ demiştir.Melekler secde etmiş ancak iblis kendisini Adem (a.s) den üstün görüp secde etmemiş ve Allah’ın emrine itaat etmediği için kafirlerden olmuştur.

Devil (Şeytan) 2010

| 08 September 2010 14:28

Devil - Şeytan 2010
Devil – Şeytan 2010

Devil (Şeytan) filminde, Shyamalan ve Sam Mercer (The Sixth Sense) yapımcı olarak karşımıza çıkıyor. Film, bir asansörde kalmış beş kişinin hikayesini anlatıyor. İçlerinden birisi Şeytan, faka hangisi? Dakika dakika artan gerilimiyle izleyiciyi adeta koltuğa çivileyen Şeytan bu yılın başarılı gerilim filmlerinden birisi.Ülkemizde 17 Eylül’de gösterime girecek Şeytan (Devil) şimdiden izleyicilerde merak uyandırmaya başlayan bir film. Kaçırmamanızı tavsiye ederim.

Devil - Şeytan 2010
Devil – Şeytan 2010

Last Exorcism 2010 yakında sinemalarda

thomasguven | 08 September 2010 09:41

son şeytan kovma
son şeytan kovma

Filmin Süresi: 1 saat 40 dakika
Türü: Korku, Sır, şüphe
Muhtemel Yayınlanma Tarihi: Yakında

Özeti
Papaz Cotton Marcus, Louisiana’daki çiftliğe ulaştığında sadece rutin bir şeytan kovma ayini düzenleyeceğini düşünmektedir. Ağırbaşlı bir kökten dinci olan Sweetzer bu son seyahatinde bu karizmatik papaz ile temas kuracaktır.
Papazın genç kızı Nell ise hayal edilemez bir trajedininin içindeki çıkmaz durumundan önce kovulması gereken bir şeytan tarafından ele geçirilmiştir.

Gerçek hayattan bir kesit.(Şeytandan dost olurmu?)

zarifce | 12 August 2010 16:46

Yalandan yüzüme gülen bu dünyada, yolun yarısını bitirdim. Sonlara yaklaşırken düşündüm. Ne idim ne oldum? Hani derler ya “elini kaptıran kolunu alamaz” . Gerçek dostlarıma tavsiyem şeytandan medet ummasınlar. Şeytan işini bitirene kadar dost olur. İşte benim dostum da şeytandı.

Bildiğimiz mana da olmasa da teşbihte şeytanı aratmayan dostum. Ne zaman başım sıkışsa yanına giderdim. Her gitmemde beni boş çevirmez. Hatta ihtiyacımdan fazla para verir “uzun zaman sonra iki katı ile isterim veremezsen iki katını dörde katlar beş ile çarparım haa!” derdi ama yine de benim dostumdu. Ne zaman başım sıkışsa yanına giderdim. Dostuma güvendiğimden beni boş çevirmeyeceğini bilirdim. Beni çok sevdiğini biliyordum. Zaman ilerledikçe dostumun arkadaşlarından birkaçıyla daha tanıştım. Onlar da benim dostum gibiydiler. Ne zaman başım sıkışsa yanlarına giderdim. Beni hiç boş çevirmediler. Beni çok sevdiklerini biliyordum. Bu sevişmeler yıllar sürdü. Birbirimizi çok sevmiştik. Ta ki ben aldıklarımdan bazılarını dostlarıma geri vermede zorluk çekmeye başladım. Zaten borçluydum, birde dostlarım verdiklerini almada geciktikleri için zamanı kısmaya başladılar. Ve ilk dostumun dediği gibi beni dörde katlayıp beş ile çarptılar ve işlerinin bittiğini anladım. Dostluğumuz bitmişti. Aslında hata ben de idi onlarda değil. Şeytandan insana dost mu olur. Şimdi dostlarımın bana yardım ediyoruz diyerek verdikleri paraları üç, beş katı ile onlara geri ödemeye çalışıyorum. Elimden geldiği kadarı ile yaşadım. Eşim ve çocuklarımla, maddi imkansızlık belimi kırarken, bir elbiseyi iki yıl bazen de dört yıl giydik. Çocuklarıma istediklerini almaya çalıştım, elimden geldiği kadarı ile yaşadım. Çoğu zaman ağladım, sessizce ağladım, suç bende idi, başka yerde suçlu aramadım. Ama dostlarım beni uyarsaydı bu duruma düşmezdim. Belki kafam çalışmıyor, neden uyarmadılar. Şunu söylemeliyim, ben paramı hiçbir şekilde kumar, alkol, bar-pavyon gibi kötü yerlerde harcamadım. Ben paramla kardeşlerimin okumasına yardımcı oldum. Babam emekli maaşı ile kıt kanaat geçinirken, ben yardımcı oldum. Bu yardımların karşılığını aldım. Cebimde zerre miktar para kalmadığında işte o meşhur dostlarım imdadıma yetişti ve beni önce ihya ettiler sonra rezil. Şimdi dostlarımı bildiniz mi? Şeytandan farkları olmayan dostlarımı.Dünya için maddi anlamda bir şey düşünmüyorum. Kendime yetecek biraz param, ayağımı yerden kesecek bir araba ve başımı sokabileceğim bir ev. İşte benim hayalim bu. Bu hayal sadece benim değil herkesin hayali. Bir ev alabilir miyim?

Kader , Check up ve Fasulyeden Hayatlarımız… ( 2 )

firatocal | 10 August 2010 12:42

uzun lafın kısası… chek up mühim konu bence… ablama katılmıyorum… ocağın altını kısmak , yada düdük öttüğünde ocağın altını kapatmak benim yaptığım… dedim ya garanticiyim biraz… elimden gelen ancak bunlar… bu arada zeytin yağlı bol domatesli sulu sulu ekmek bana bana yenecek fasulye ne giderdi şimdi… bir de yanında kuru soğan…

yaşamlarımızda böyle birşey… yaptıklarımız onları lezzetli kılmak için çırpınışların ötesine geçmiyor… daha doğru bir ifadeyle ne kadar yırtınsak da geç(e)miyor… kader denilen şeyde sonuçta bir şekilde bir şeylere yeniden ve yeniden acıkacak olmamız…

son noktayı yaşadığımız her anı sanki son dakikalarımızmışçasına yaşarak geçirmemiz gerektiği düşüncesinde koyarak bitiriyorum egeye karşı akşam sahil sefamda… son bir kere daha denize girerek sahip olduğum tüm güzellikler adına Tanrı ‘ ma şükrederek gidiyorum kaderim olan beni mutlu mesut ve bahtiyar eden ailemin yanına…

yürüken Peygamber efendimizin ” sanki yarın ölecekmiş gibi öbür dünya ve sonsuza dek yaşayacakmış gibi bu dünya için yaşa ” sözünü hatırlayarak iç geçiriyorum… ilk kısmını pek takmadan ne de güzel beceriyoruz ikinci kısmı…

Kader , Check up ve Fasulyeden Hayatlarımız… ( 1 )

firatocal | 10 August 2010 12:02

rüzgarım yatmış , eşim keyifsiz olduğu için benimle gelmemiş , tek başıma günü geceye döndürmek üzere akşam serininde sahildeyim… egeye karşı akşamın cılız ama iç ısıtan ılık ışınlarıyla kumsal şekerlemesi yapıyorum… dertsiz tasasız bir deniz keyfi…

ne mümkün… şeytan dürtüyor bir kere… ahbaplarımıza denk geliyor ve başlıyorum sohbete… sohbetlerim beni geçmişimin acı hatıralarına götürüyor bu akşam…

Sağlıktan bahsederken konu kalp krizinden kaybettiğimiz babama ve konuştuğum ablanın yakın bir zamanda kanserden kaybetmiş olduğu eşine geliyor…

babamı 1995 yılının son demlerinde ikinci krizinde kaybetmiştik… ilkini atlatmasına rağmen ikincisinden kurtulamamıştı… hep en pis ve en acımasız olanı ikincisidir derlerdi… inanmamıştık , ama en acı yoldan yaşayarak öğrenmek zorunda kaldık… sohbet ettiğim ablam da eşini kanserden 8 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde kaybetmiş…

konu dönüp dolaşıp hastalıkların erken teşhisine geliyor… check up ları tartışıyoruz… zamanında eşinin doktor yüzü görmeyen son derece sağlıklı birisi olduğundan bahsediyor… her 6 ayda bir check up ını yaptıran , hasta ise ilaçlarını son derece titiz bir şekilde hiç aksatmadan kullanan birisiymiş rahmetlik abimiz… babam da ilk krizinden sonra malülen emekli olmuş , daha sakin ve düzenli bir hayatı seçmişti… ama herşeye rağmen ikinci krizin onu alıp götürmesinden kurtulamamıştı…

konuştuğum ablam bütün bu olup bitenlerden sonra , doktora gittiğini ve kendisinde ne var ne yok anlaşılması için check up yaptırmak istediğini söylemiş… doktor , ablamın konuşması bitince kanserin ve kalp krizinin çok nankör hastalıklar olduğunu , tüm kontrolleri yaptırsa bile iki gün sonra bu hastalıkların ortaya çıkmasıyla birlikte hayatının allak bullak olabileceğini söylemiş… o da hayal kırıklığı içinde çıkmış gitmiş doktorun yanından…

ben biraz garanticiyim… elimden gelenin sadece bunlar olduğunu bildiğim için herşeye rağmen check up yaptırmaktan vazgeçmeyeceğimi söyledim… ama sonunda herşeyin bilinmez kör sağır ve dilsiz bir kaderin parçası olduğuna da ikna olduğumu da eklemeliyim… sadece bu sohbetim değil , önceki benzerleri de aynı türde hikayeleri içeriyor…

her şey dönüp dolaşıp beni bu dünyadaki sayısı belli nefes sayısına getiriyor… Tanrı ‘ nın bize verdiği vade doldumu ötesini ne tıp ne de mucizeler üzerine eklemiyor…

Ben Bir Ceviz Ağacıyım Gülhane Parkında…

firatocal | 28 July 2010 16:22

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı ‘ nda
Ne sen bunun farkındasın , ne de polis farkında…

Edremit Altınoluk ‘taki yazlığımıza geldiğimizden beri eşimin dilinden düşmeyen bu şarkı , saolsun sayesinde benimde dilime yapıştı kaldı… Bir süredir burada olamadığı için çevredeki yapılaşmanın getirdiği bina kirliliğinden habersizdi…

Evimizin hemen karşısındaki ceviz ağacının boynu bükük bir halde koca koca binalar arasında naçar halde bir başına kalışı içini acıtmış olacak… Onu görür görmez karşılıklı dertleşmeye , hasret gidermeye başladılar… Aralarına hç girmiyorum , beni de davet ederler sohbetlerine diye… Zaten üç kuruşluk aklım kalmış , onuda bozdura bozdura idare ediyorum… Ama sohbetlerinin etkisinde kalmışım ki Cem Karaca ‘ nın o hoş şarkısı dilime dolanmış , gitmek bilmiyor , hayat öylece akıp gidiyor…

Kayıtsızlığım sabah ki kahvaltıda sona ermek zorunda kaldı nihayetinde… Annemin sofrada söylediklerini elimde olmadan kulak misafiri oldum… Komşuları aralarında konuşurken balaık yoğurt yediklerini bir de üstüne bal eklediklerini , bunlarında kendilerini kötü hissettridiğini söylüyorlardı… Doktor arkadaşları hala ayakta kalabilmişlerse katmerli hastalık için üstüne ceviz ağacı altına oturmalarını tavsiye ( ! ) etmiş…