bildirgec.org

ege hakkında tüm yazılar

Bozcaada Niye Hep Popüler?

tenedian | 10 November 2010 13:00

Her tatil beldesinin tıpkı bir canlı organizma gibi doğuşu, serpilip büyümesi ve sonra şu ya da bu nedenle yavaş yavaş yokoluşu izlenir. Sayıp oralardaki dostların canlarını sıkmak istemeyiz, ama sizin bile bu satırları okurken aklınızdan kaç tane örnek yer geçti, yalan mı?

Bozcaada doğdu, serpilip büyüdü…E, peki niçin yavaş yavaş yok oluşunu izlemek yerine hala popülerliğini koruyor, bir gelen bir daha gelmek istiyor? Bozcaada‘yı diğer örneklerden farklı kılan nedir?

Bozcaada
Bozcaada

Aslında çok basit: Bozcaada her nekadar giderek profesyonelleşse de, amatör ruhunu koruyor, konuklarına kendinde bulunmayan yabancı unsurları sunmak yerine daha çok kendinin olanı veriyor. Gelenler kendileri için yapay olarak hazırlanmış ortamlar yerine samimi, doğal, kendiliğinden olan ortamlar içinde gunlerini geçiriyorlar. Her anları değişik bir deneyim olmaya aday. Her Ada’lı kendine özgü bir kişilik- önceleri biraz tedirgin etse de-

Bozcaada'da Bir Bağevi
Bozcaada’da Bir Bağevi

Gelenler Ada’da ve Ada’lıda kendinden birşey bulabiliyorlar, Ada insanın kendini keşfetmesi için olanaklar sunuyor büyükkentliye…
Tadı damakta kalıyor Ada’nın sunduğu bu imkanın ve büyük kentte pek de rastlanılmayan özgürlük ortamının.

” … beni benle yalnız bırak… ”

firatocal | 13 August 2010 14:54

” Yalnız kalmak istemiyor muydun.. bak çekip gidiyorum işte , mutlu ol ” dedi kadın… ” Beni terk etmeni istemedim ki hiçbir zaman , beni benle yanlız bırakmanı istedim sadece.. ” dedi erkek…

Kadın , narin elli ve ince belli , kumral esmer karışımı güzelliğiyle meydan okuyordu iri kaslı vücudu ve omuzlarından akan dalga dalga uzun saçlarıyla grek heykellerini andıran partnerine…

erkek ise terk edilmişliğin boşluğunda asılı bekleyen birbaşına kalışın soğuk luğunu ensesinde hisseder cesine titrek ama kadınının merak duygusunu ihmal etmeyecek bir gizem içerisinde kendisinden emin cümlelerle savunuyordu yalnızlık hakkını…

çok değil , bir hafta olmuştu tanışalı… aslında ikisi de birbirine hala yabancı sayılırdı.. gürül gürül akan Alaçatı sokaklarının ışıltılı , masalımsı atmosferi bir çırpıda aşık etmişti ikisinide…

Kader , Check up ve Fasulyeden Hayatlarımız… ( 2 )

firatocal | 10 August 2010 12:42

uzun lafın kısası… chek up mühim konu bence… ablama katılmıyorum… ocağın altını kısmak , yada düdük öttüğünde ocağın altını kapatmak benim yaptığım… dedim ya garanticiyim biraz… elimden gelen ancak bunlar… bu arada zeytin yağlı bol domatesli sulu sulu ekmek bana bana yenecek fasulye ne giderdi şimdi… bir de yanında kuru soğan…

yaşamlarımızda böyle birşey… yaptıklarımız onları lezzetli kılmak için çırpınışların ötesine geçmiyor… daha doğru bir ifadeyle ne kadar yırtınsak da geç(e)miyor… kader denilen şeyde sonuçta bir şekilde bir şeylere yeniden ve yeniden acıkacak olmamız…

son noktayı yaşadığımız her anı sanki son dakikalarımızmışçasına yaşarak geçirmemiz gerektiği düşüncesinde koyarak bitiriyorum egeye karşı akşam sahil sefamda… son bir kere daha denize girerek sahip olduğum tüm güzellikler adına Tanrı ‘ ma şükrederek gidiyorum kaderim olan beni mutlu mesut ve bahtiyar eden ailemin yanına…

yürüken Peygamber efendimizin ” sanki yarın ölecekmiş gibi öbür dünya ve sonsuza dek yaşayacakmış gibi bu dünya için yaşa ” sözünü hatırlayarak iç geçiriyorum… ilk kısmını pek takmadan ne de güzel beceriyoruz ikinci kısmı…

Kader , Check up ve Fasulyeden Hayatlarımız… ( 1 )

firatocal | 10 August 2010 12:02

rüzgarım yatmış , eşim keyifsiz olduğu için benimle gelmemiş , tek başıma günü geceye döndürmek üzere akşam serininde sahildeyim… egeye karşı akşamın cılız ama iç ısıtan ılık ışınlarıyla kumsal şekerlemesi yapıyorum… dertsiz tasasız bir deniz keyfi…

ne mümkün… şeytan dürtüyor bir kere… ahbaplarımıza denk geliyor ve başlıyorum sohbete… sohbetlerim beni geçmişimin acı hatıralarına götürüyor bu akşam…

Sağlıktan bahsederken konu kalp krizinden kaybettiğimiz babama ve konuştuğum ablanın yakın bir zamanda kanserden kaybetmiş olduğu eşine geliyor…

babamı 1995 yılının son demlerinde ikinci krizinde kaybetmiştik… ilkini atlatmasına rağmen ikincisinden kurtulamamıştı… hep en pis ve en acımasız olanı ikincisidir derlerdi… inanmamıştık , ama en acı yoldan yaşayarak öğrenmek zorunda kaldık… sohbet ettiğim ablam da eşini kanserden 8 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde kaybetmiş…

konu dönüp dolaşıp hastalıkların erken teşhisine geliyor… check up ları tartışıyoruz… zamanında eşinin doktor yüzü görmeyen son derece sağlıklı birisi olduğundan bahsediyor… her 6 ayda bir check up ını yaptıran , hasta ise ilaçlarını son derece titiz bir şekilde hiç aksatmadan kullanan birisiymiş rahmetlik abimiz… babam da ilk krizinden sonra malülen emekli olmuş , daha sakin ve düzenli bir hayatı seçmişti… ama herşeye rağmen ikinci krizin onu alıp götürmesinden kurtulamamıştı…

konuştuğum ablam bütün bu olup bitenlerden sonra , doktora gittiğini ve kendisinde ne var ne yok anlaşılması için check up yaptırmak istediğini söylemiş… doktor , ablamın konuşması bitince kanserin ve kalp krizinin çok nankör hastalıklar olduğunu , tüm kontrolleri yaptırsa bile iki gün sonra bu hastalıkların ortaya çıkmasıyla birlikte hayatının allak bullak olabileceğini söylemiş… o da hayal kırıklığı içinde çıkmış gitmiş doktorun yanından…

ben biraz garanticiyim… elimden gelenin sadece bunlar olduğunu bildiğim için herşeye rağmen check up yaptırmaktan vazgeçmeyeceğimi söyledim… ama sonunda herşeyin bilinmez kör sağır ve dilsiz bir kaderin parçası olduğuna da ikna olduğumu da eklemeliyim… sadece bu sohbetim değil , önceki benzerleri de aynı türde hikayeleri içeriyor…

her şey dönüp dolaşıp beni bu dünyadaki sayısı belli nefes sayısına getiriyor… Tanrı ‘ nın bize verdiği vade doldumu ötesini ne tıp ne de mucizeler üzerine eklemiyor…

TATİLE NOKTÜRN: İŞİM GEZMEK OLSUN , BAŞKA İHSAN İSTEMEM…

firatocal | 04 August 2010 10:14

Tatilin başıboş saatleri… en dertsiz , en kaygısız hayat parçaları…Hiçbirşeyin umrumda olmadığı ,bitmeyecekmiş gibi gelen tembellik savruluşları…

şöyle bir param olsa sevgili oğlum Rüzgar , biraz büyümüş kendini kurtarmış olsa , her etkinliğe katılır , hiç gitmediğim yerleri , o gün sanki hayatımın son günüymüş gibi , dere tepe düz gider , gezer tozardım…

Nasıl konuşur gibi yazmaya çalışıyorsam , yazar gibi konuşup , toprakla , suyla , püfür püfür esen meltemler en başta her tür rüzgarla dertleşir , gamsız kaygısız halimle , bana anlattıklarını bir bir yazardım… Gittiğim şehirlerin dili olur , konuştuğum insanların rüyasını anlatırdım teker teker…

şöyle biraz param olsa , sevgili oğlum Rüzgar söylediklerimi anlasa gezmeye dünden meraklı sevgili eşimle ikisini kapar hayatın karmaşalı koşturmacasından kaçırır , nereye gitmek istiyorlarsa oraya uçururdum…

Hiç anlatılmamış yada anlatılsa da atlanmış köylerin kasabaların hikayelerini en saf , en taze ürünlerle donattıkları kahvaltı sofralarında , eteklerindeki taşları döken köşe bucak gezmiş derviş misali netbookuma bir bir dökmek isterdim… Özgürce dur duraksız uçan kuşun , tabiat anayla fıslıdaşan sazlıkların , misler gibi kokan yar misali türlü türlü çiçeklerin , sözlü çalgılı Aşık Veysel ‘ i olurdum…

Tatilin başı boş saatleri … eğer oğlumun keyfi tıkırındaysa en önemli işlerim ,gerine gerine yataktan kalkmak , kendime gelmeden önce şööööyleee bir şekerleme yapmak , sabah sporum yürümek ve koşmak , üstüne cila niyetine çarşaf misali günün ilk ışıklarıyla pırılpırıl parlayan ege ‘ ye kendimi vurup yorulucaya kadar yüzmek , ardından kahvaltı sofrasında sabah gazetesinin eşlik ettiği fırından yeni çıkmış , dumanı üstünde , gevrek ötesi , misler misi simitleri , yorgunluk unutturan dert ortağı demli çayımla aile saadeti tablosu eşliğinde yavrumla oynaya oynaya götürmek … Daha sayayım mı … Oğlum ve eşimle birlikte kesmedi diye oğlum ve eşimle birlikte ikinci parti deniz keyfi , akşamında kardeşimin ustalığı ile şenlenen mangal sefası , aralarda da oğlum Rüzgar ile oyun molaları…

Saymakla bitiremem aylaklığa övgümü , tatilime döktürdüğüm noktürünümü… Romen Diogen ‘ e selam durup , gölgeler arasından sesleniyorum..İşim gezmek olsun , başka ihsan istemem…

Ege ‘ye Karşı Aile Saadeti Tablosu

firatocal | 29 July 2010 18:29

Niyetimiz akşam karanlığı çökmeden denize girebilmek… günün yorgunluğu binmiş omuzlarımıza , bitkinlik hakim… Bir de kanguruda salına salına etrafı seyreden oğlum üzerimde asılı…

Serinlik çıkmış , o sıcak , bunaltıcı hava kaybolmuş… Neredeyse üşütecek bizi…

DENİZE HİCRET

il mare | 25 May 2010 17:05

Kim demiş özgür olmadığımızı?
Birilerine nazaran özgür oldukça biz,hep özgür olacağız;ve elbette çok daha az özgür olacağız hep bir şeylerden.Ama önemli olan,daha az özgür hissederken,gene de özgür olduğunu bilmek olsa gerek.

Şu ufuklardan asilliğe bürünmüş, efendilik taslayan;sakinlik çığlıkları attığı kadar yeri geldiğinde, önüne set koyup yol arkadaşı iken potansiyel maktule boyanan dalgalara acımasızca pervanelerini savuracak kadar da delikanlı; ve sahiplenici,rakı beyazı bir bulutun altında kendini daha da ulaşılmaz yapan bir gemiye göre elbette özgürlüğüm, ben bir karınca misali,taşımaya çalıştığım lokmam kadar.

ben ve Egenin otları

nazokiraze | 03 November 2008 23:27

İnsan yaşadıkça, gezip, görüp,yeni insanlar tanıdıkça değişik damak zevkleriyle de tanışıyor. Bazen hayatımızda hiç tatmadığımız hatta adını bile duymadıgımız şeyleri ilk kez yiyip, bazen de sevmedigimizi düşündüğümüz bir yemeği aslında tattıktan sonra tiryakisi olacak kadar begendigimiz mutlaka olmuştur.

Belli mutfaga baglı kalmaksızın herşeyi tatmalı insan. Yıllarca Kuşadası’nda kalıpta oranın damak zevkine alışmamak ne mümkün? Ege yemekleri sırf zeytinyagıyla yapılan ot agırlıklı harika yemekler. Bu aralar yine hasret damarım kabardı galiba oraların yemeklerini arar oldum. Arkadaşlar kargoyla ot çöp yollarız dediler bakalım hayırlısı.

Su Aşkına

baharali | 30 July 2008 17:17

Çocukluğumun ancak allak bulak hatırlayabildiğim zamanları… Önümde içi su dolu mavi bir leğen. Elimde bir tas. Üstüm başım su içinde… Huysuzluğumun tavan yaptığı zamanlarda annemin ortalığın batmasını göze alarak uygulamaya koyduğu sakinleştirme ve oyalama yöntemi.
Suya olan aşkım işte o aklımın ermediği zamanlardan beri aşikar. İnsanların zevklerini, heveslerini içinde bulundukları çevre şekillendirmez bence. İnsanlar huyları ile, zevkleri, sevgileri, tutkuları ile doğarlar. İşte o yüzden zar zor yürüyen, gak guk konuşan 1 yaşındaki bir insan evladı su deyince ‘akan suların durduğunu’ anlatabiliyor annesine.
Bir kara insanıyım oysa. Denizi ilk on iki yaşında bir sınav için saat beşte kalkıp 3 saatlik bir tren yolculuğundan sonra götürüldüğüm Zonguldak’da gördüm. Deniz kenarında parke taşlı bir yoldaydık. İyice kenara yaklaştım. Denize atık su taşıyan kocaman bir borunun yanıbaşında tanıştım denizle. Pisti ve kötü kokuyordu. Suya aşık olan ben bir sınav sabahı, bir atık su borusu eşliğinde tanıştığım denizden nefret ettim.