İsmim Hermitage. Rusça’da ermitaj diye okunuyor. Hermitaj da diyenler var. Oysa ismim tam olarak Hermitage diye yazılıyor. İsimleri kısaltmak yanlış söylemek de bir katliamdır. Dünyanın en büyük, en gösterişli müzelerinden biriyim. Savaşlar yaşayan, ismi habire değişen, zarif mimari yapıların olduğu bir şehirdeyim. Bu şehir masalsı bir yer. Beyaz Geceler yaşandığında günbatımını hiç görmeyeceğini sandığınız bir yer. Dostoyevski bu şehri sevmedi, ama. Suç ve Ceza kitabını yazdığı bu şehre şöyle diyecekti:

‘Burası yarı deliler kenti azizim! Yeryüzünde insan ruhları üzerinde Petersburg kadar karanlık, keskin ve garip etkiler yapan, bir başka kente çok az rastlanır.”

Sonraysa Beyaz Geceler kitabında anlattı. Orada da bu şehre karşı hep isyanı, acısı vardı. Her şey değişti, burada. İsimler, insanlar, çarlar….Bir tek şey değişmedi. Buranın soğuğu ve binalar. Onlar yüzyıllardır ayakta durmaya devam ediyor.Yaşadığım şehir Saint Petersburg hüzünlü, kasvetli, Finlandiya’ya dökülen Neva Nehri’nin üzerindeki 42 adacıktan oluşuyor. Gece 01’de bu adalar üzerindeki köprüler kapatılır. Şimdiden uyarmadı demeyin. Şehir Avrupa’nın 4., Rusya’nın 2. büyük şehridir. Sizin deli diye hitap ettiğiniz Rus Çarı 1. Petro kurdu. Bataklıktı her taraf, bu bataklıkların üzerine İtalyan Domenico Trezzini Venediğe özenerek adalar kurdu. Sonra şehrin ismi Doğunun Venedik’i diye anılmaya başlandı. Tek tek bütün caddeleri cetvelle çizdi, köprülerin üstündeki lambalar için günlerce kafa patlattı. O dönem Avrupa’ya ne kadar ihtişamlı bir şehrimiz olduğunu göstermemiz gerekiyordu. Oysa halk açlıktan kırılıyordu. Olsun, petro’nun hayalleri gerçek oldu. Bugün dünyanın en çok turist çeken yerlerinden biri Leningrad ya da 1991 yılınhda halk oylamasıyla Saint Petersburg ismini alan şehir. Tabii ki beni görmek için de geliyorlar. Özellikle Almanlar. Çünkü onlar 2. dünya savaşında ileriye gitmek için Leningrad’ı düşürmek zorundaydılar. Günlerce süren bir direniş oldu. Ama bu şehir düşmedi, onlara direndi. O zamanlar ben kışlık saraydım. Bir sürü çar ve çariçe gördüm. Sonradan müze olmama karar verdiler. Henüz size kendimi anlatmadan yaşadığım bu şehri anlatmaya devam edeyim. Buradan daha önce bahsettiniz, ancak yarım yamalak. Petro’nın yazlık sarayı Petergof’tan bahsettiniz, beni görmediniz. Oysa ben tarih, sanat, acı, aşk, edebiyat kokan bir yerdeyim. Nazım Hikmet’de bu büyülü şehre bir şiir yazmıştır.

Neva Nehri’nde buzlar kızarırkenOnlar çocuk gibi iştahlı, rüzgâr gibi cesurKışlık Saray’a gireceklerVe demir, kömür ve şeker ve kırmızı bakırve mensucat ve sevda ve zulüm ve hayatve bilcümle sanayi kollarınınve küçük ve büyük ve Beyaz Rusyave Kafkasya ve Sibirya ve Türkistanve kederli Volga boylarının, şehirlerin bahtıbir şafak vakti değişmiş olacakBir şafak vakti karanlığın kenarından karlı çizmelerini onlarmermer merdivenlere bastığı zaman.

1917 Ekim Devrimi’ne kadar Rusya’nın başkentiydi, St. Petersburg. Bolşevik Ayaklanmasına şahit oldu. Bu ayaklanma sonucu ismi Leningrad olarak değiştirildi. Daha sonraysa 2. Dünya Savaşı’nda Almanlar ile kıyasıya bir mücadeleye girildi. Şehir çok uzun bir zaman işgal altında kaldı. O esnada ben hâlâ kışlık saraydım. Bombalar bana isabet etse bile bu taş bina hep yerinde durdu. Bunlar siyasetin konuları. Ben size siyaseti değil, sanatı anlatmak için dile geldim. O yüzden geçiyorum bunları.

Müze sanat ve tarih eserlerinin korunduğu bir yer. Derler ki: Müze sanatın mezarıdır. Biz onları koruruz, yoksa sanat eserlerinin de insanlar gibi ruhları vardır. Siz bu ruhu anlamak için ona bazen saatlerce bakmalı, bazen bir dakika. Bazen heykeltraş hakkında bilgiler okumalı, bazense sadece duygunun peşine düşmelisiniz. Bir sanat eserini anlamak için az çok sanat hakkında veya sanatçı hakkında da bilgi sahibi olmalısınız. Tarihi bilmelisiniz, dönemleri, boyayı. Bunları öğrenmekten korkmamalısınız. Çünkü her bir bilgi size başka kapıları açacaktır. Michelangelo’nun insan takıntısını bilmeden neden bu kadar ayrıntılı insan tasvirleri yaptığını anlayabilir misiniz? Şairdir, mikelanj aynı zamanda. Yine bir rivayete göre Davut heykelini 4 yılın sonunda bitirmiş. Çekici heykele fırlatmış: “konuşsana” diye bağırmıştır. Ya da Mona Lisa neden dünyanın en önemli tablolarından kabul edilir? Bunu merak etmezseniz cevabını nasıl bulacaksınız. Sadece bir resim değildir, hiçbir şey. Her bir eserin bir anlamı vardır.Onları ben koruyorum. Bu resimlerin, heykellerin, çağdaş sanat eserlerinin her birinin yerleştirildiği yerlerin anlamı var. Benim kalın, uzun tavanlarımla örtüşüyor. Heybetliyim, güzelim. Tıpkı bu eserler gibi. Bu yüzden beni görenler tekrar tekrar geliyor. Bu resimlerin kokusunu arıyorlar. Beş bölümden oluşuyorum ve 3 milyondan daha fazla sanat eserine sahibim. Beni görmek için birkaç saat yetmez. Bir gününüzü ayırmanız gerekiyor. Arada kafeye inip karnınızı doyurmanız, sonra tekrar rehber eşliğinde tura devam etmeniz lâzım. Yoksa bu odalardan birinde kaybolursunuz. Her bir odada yaşlı bir kadın göreceksiniz. Bir resme fazla yanaştığınızda gelip sizi uyaracaklar. Çünkü bunlar çok nadide. Bunardan bir tane daha yok. Kimler mi var? Kimi ararsanız. Matisse, Rodin, Rubens, Monet, Leonardo Da Vinci, Michelangelo. Çin, Mısır, Mezopotamya, Eski Yunan, Roma ve çağdaş sanata dair her şeyi bulabilirsiniz. Benim iç mekanlarımın güzelliği gibi dışımda güzel. Sizi heybetli heykellerimle, yemyeşil bahçemle karşılıyorum. Beni uzaktan gördüğünüzde bile anlıyorsunuz. Ben farklıyım, özelim. Ben Louvre değilim mesela veya British Museum. Ben yaşayan bir yerim, tarihim her şeyden önce.İsmim Hermitage. Çariçe 2. Katerina Kışlık Sarayı’nın yanına sanat eserlerini korumak için bir bina yaptırdı. Yıl 1764’dü. Daha sonraysa kışlık saray ile de birleşerek devasa bir yer oldum. Kışlık Saray, Küçük Hermitage, Büyük Hermitage, Hermitage Tiyatrosu gibi bölümlerim var. 1057 oda ve 400 salona sahibim. Girişte sizi karşılayacak olan deve heykelleri yapan sanatçının ismi Terebenev. Sonraysa içeriye adım atarsınız. Uzun kuyruklar göreceksiniz. Almanlar yakınlıktan dolayı sık sık gelirler. Günlük Hermitage turlarına katılıp, dönerler. Kapının hemen yanında devasa Deli Petro heykelini göreceksiniz. Heykelin makus kaderi de budur. İnsanların unutulmama amacıdır. Olsun siz bunara aldırmadan müzeyi turlamaya devam edin.Bana ait eserleri de çaldılar. Bunlar depoda sakladığımız, gün yüzüne çıkarmaya korktuklarımız. Çünkü bunlar diğer ülkelerden toplandı. Evet, benim tarihimde böyle olaylar var. Sizden de çaldıklarım oldu. Çünkü siz onlara bakamıyordunuz, bende aldım onları. Almanlardan, Fransızlardan dünyanın birçok yerinden.

Benim için bir film çekildi. Belgesel, ancak tek planda. Rus yönetmen Sokurov yaptı, bunu. Tek planda beni anlatıyor. Yani kamera hiç durmuyor, stop demiyor. Ona Martin Scorcess bu projede destek çıktı. Beraber beni anlattılar. Hiç durmadan, hiç yakınmadan. Beni merak ediyorsanız sizlere çok yakınım, aslında. 3 saatlik bir uçak yolculuğuyla ve perşembeleri bedava oalark beni görebilirsiniz. İlk girişte sizi Petro’nun devasa heykeli karşılayacak. Siz çarımızı sevmediniz. Oysa o bu şehrin mimarisi değiştiren insandır.Sizin ülkenizdeki durumu da biliyorum. Bir sürü güzel müze var, ama müzecilik anlayışı yok. Bir sürü eser çürüyüp gidiyor, depolarda. Oysa biz o depoları bile koruyoruz. Birza önce anlattığım o yaşlılar var ya! Onlar hiç yorulmuyorlar, bu eserlerin her şeyden değerli olduklarını biliyorlar, kaytarmazlar. Her gün gelenleri uyarırlar, yorulmadan, bıkmadan. Siz tarihi sevmiyorsunuz. Belki de bu yüzden eserler yok olup gidiyor.İsmim Hermitage!