Clive Barker‘ın romanlarında korku kültü bir sis bulutu gibi çöker okuyucunun üzerine. Sis dağıldığında, zihninizi delip geçen fantastik dünyalar kalır geriye, o da kana bulanmış bir şekilde. Barker, kitaplarındaki kısa öykülerle üstünüze başınıza kan sıçratır adeta. Malzemesi, içerdeki veya dışarıdaki; ama daima devinim halindeki kan damarlarıyla insanın ta kendisidir. Ölüm, kan gölünün ortasında bir anda yükselen gizemli bir adadır adeta. Sonsuzluğun yeni bir boyutunu sunar okuyucuya. Ölümle yaşam arasında kalan varlıklar, tam da Barker’ın bahsetmeyi en çok sevdikleri arasındadır ve bu varlıklar illa ki deliliğin sularında yelken açan paramparça bilinçlere sahiptir.Onun kaleminde insan malzemesi öyle bir şekil alır ve öyle bir teşhir edilir ki, öyküleri okurken tüm derinizi kaldırıp bizzat görmek istersiniz kendi içinizi. Öykülerinde, bir yanda üst üste yığılmış insan etlerinden oluşturulan tepeler savaşa tutuşturulur, diğer yanda yaydığı karanlıktan ötürü bugüne kadar gölgede bırakılan gecenin çocuklarına ya da ayın döllerine, gece ekspresiyle taşınır insanoğlu kurban olarak.Sinemaya da uyarlanan kitaplarından biri olan Kabal‘da ay dölü neslinin kapılı kapılar ve mezarlıklar altında varoluşuna tanık oluruz. Midian adlı yeraltı şehrinde yaşayan gecenin çocukları, tüm o dehşet uyandıran görünümleriyle, gün ışığından ve insanlıktan uzakta var olmaya çalışırlar. Ama kendi gibi olmayanlara lanetler yağdıran insanoğlu, birine verdiği rahatsızlığı diğerlerine de verir çekinmeden; her zaman yaptığı acıyla, öfkeyle, karanlıkla bir nesli yok etmeye çalışır elinde silah, aklında bin bir türlü hile ve olanca zavallılığıyla. Roman, özellikle insanoğlunun ötekini yok etmeye yönelik yıkıcı eylemleri, kendi zavallı varoluşunu kurtarmak adına giriştiği günah keçisi arayışları ve inadına karanlığın huzur dolu gizemiyle süslenmiştir. Diğer romanlarında olduğu gibi Kabal’ da da yine karakterlerin birbirine karsı saplantılı aşkları vardır ve aşk da Barker’ca bir vahşiliğe bürünmüştür. Deliliğin dudaklarında bir isliktir anlatılan ve donuşum Barker’ın öykülerinde kaçınılmazdır.Kabal aynı zamanda İngiliz gothic black metal grubu Cradle of Filth’in Midian adlı konsept albümüne de ilham olmuş, mistik bir atmosferde gecen, ancak dolunayla aydınlanabilen buruk bir on iki saatin, yani gecenin öyküsüdür.Edgar Allan Poe ve H.P. Lovecraft’ın kapısını araladığı kara fantazyanın çekinmeden içine dalan bir romantiktir Clave Barker. Kısa öykü ve romanlarında yarattığı mitolojisinin ışığında Barker, kabusları görünür kılan bir görsel sanatçı ve film yönetmeni olarak da bilinir. Fantastik korku türündeki ilk kısa öyküleri Kan Kitapları‘ nın baslığı altında altı kitapta toplanmıştır. Kan Kitapları’nın Barker’ın yazarlığında yeri bambaşkadır ve yarattığı çarpıcı ikonlarıyla kendi dünyasına girişin anahtarlarını veren bu kısa öykülerinin çoğunu sinemaya aktarmıştır. Kan Kitapları’nın ardından fantastik korku türündeki ilk romanı Lanetlenme Oyunu‘nu yayınlamış, bundan sonraki romanlarında kullanacağı korku unsurlarını daha modern ve kentsel bir anlatımla sunmaya başlamıştır.Hiçlik Esastır / LANETLENME OYUNUHiçlik esastır! Bir kez içine girilince, bu sinirsiz hiçliğin ne uzunluğu, ne genişliği vardı; ne kuzeyi, ne güneyi… Yasamış ve deneyimlenmis olduğu, haz aldığı, acı çektiği her şey hayaldi. Tutku geçiciydi. iyimserlik kendini kandırmaktı. Simdi duyuların anılarından bile şüphe duyuyordu: dokulardan, ısılardan. Renk, form, desenler, bütün bunlar oyalanmak içindi. Zihnin bu dayanılmaz sıfırı gizlemek için icat ettiği oyunlar… Hem bunda ne var ki? Boşluğa fazla bakmak insani delirtirdi.
Barker’ın hem edebi hem de felsefik bir görsellikle yazdığı, iç içe geçmiş sürreal ve gerçek öğelerle dolu ilk efsane romanı ise kuskusuz Lanetlenme Oyunu’dur. Nihilizmi okuyucuya donuk bir ayna gibi kullandığı roman, karakterlerin ruhunu sarmalayan cehennem halusinasyonlarıyla doludur. Hayat zamanla öldürmekte, yaşamaksa boşluğun her bir yandan fısıldadığı pis bir dünyada çürümektir. Bu düşüncelerle ölüme olabildiğince yakın yasar karakterler, kimi zaman fiziksel kimi zaman da kimyasal yalanlarla, bilinçlerini uyuşturarak…İntihar sızlayıp duran bir yara gibidir Barker’ın öykülerinde. Karakterler de, bir başkasının, olmazsa kendi ellerinin ihanetine uğrar mutlaka; yaşamsal önem taşıyan bu yol ayrımında. Yaşamla ölüm arasında kalmış bu umutsuzlar ordusu, bundan böyle sadece cehennemi dünyaya taşımakla vakit geçirirler. Artık çürümüşlük anlamını yitirmiştir ve onlar gündüze de müdahale edebilen gerçek kabuslardır. Ölümün değdiği her canlı varlık, hayaller, defonlar, Barker’ın kabusları teğmen Kostantin Vasilyev, Jilet- Yiyici yasama duyduğu arzu ve ölüme duyduğu özlemin hırsını tensel zevkler ve işkencelerle çıkarırken; romanda, daha ustun bir bilinç düzeyinde olduğuna ikna edildiğimiz, gücün ve bilginin merkezi Mamulyan, insanlıktan midesi bulanan, tene ilişkin her uğrası tiksinç bulan, hatta insan denen hayvanin gözünün parıltısına ve dilinin pembeliğine tiksinmeden bakamayan bir mizantropiktir. Romanda varlığıyla değil, aksine, yokluğuyla, hiçliğiyle huzursuzluk yaratır ve umutsuzluk ısrarla üzerinize çöker.Lanetlenme OyunuBoşluk. Yüksek sesle söylendiğinde yalnızca ölü bir sözcüktü bu: Keşfettiği yeri kesinlikle tanımlamıyordu. Onun boşluğu daha kusursuz, uyandırdığı dehşet çok daha berbat, derinliklerindeki kurtarılma umudu başka herhangi bir yerdekinden çok daha zayıftı. Orası efsanevi bir Hiçlik’ ti, ona kıyasla diğer bütün karanlıklar kör edecek kadar aydınlık kalıyordu., yaşadığı diğer bütün umutsuzluklar yalnızca çukurla yaptığı flörtlerdir, çukurun kendisi değildi… Bak bu boşluk ne kadar saf, ne kadar mutlak. Mucizelerle dolu bir dünya böylesine yüce bir hiçlikle boy ölçüşemez, asla boy ölçüşmeyi umamaz.

Lanetlenme Oyunu, hiçliğin yoğun karanlığı altında, evrensel tembelliğin kollarında uzanıyordur sanki. Romanda Avrupa’nın pek çok kentinde, uzun bir zaman dilimine denk düşen ve böylece savaşlara ve ardından gelen soğuk barışlara tanık oluruz. Yüzyıllar boyu çarpışan iki güç; Mamulyan ve Whitehead ise görünen bir yüzün altındaki binlerce ruhun toplamıdır. Clive Barker’ın olmazsa olmazı sadist, mazoşist ve hatta yer yer erotik öykülerini dehşete düşürmekle kalmayıp düştüğü yerde binlerce dehşet parçacığı yaratan her şeyle ve hiçbir şeyle beslenmesidir.

Onun varlığını lime lime olmuş etlerden, çürümüşlük kokusundan, irin, kan, kara safra, sidik ne varsa birbirine karışmış vücut sıvılarından izler bırakmasıyla görür, beyin damarlarını parçalayıp alkol gibi haince içeriye sızarak düşlerle iletişim kurmayı tercih etmesi ve bu sayede başka evrenlere kapılar açmasıyla bir kez daha hatırlarız. Barker’ ın kalemi kara yazar daima; kül, yanık ve nefret kokuları eşliğinde alevler ve gözyaşlarıyla bezenmiş korkunun da kendisini vaat eder. Öykülerinde kimi zaman gizlenmiş ve dışarı sızmayı beklerken, kimi zaman da başından beri orada olup şeytani yüzünü muhteşem bir sona saklayan şeytani karakterler bulunur. Lanetlenme Oyunu kutsal kitapların doldurup doldurup boşalttığı iyi-kötü ilişkisi yerine hiçliği koyduğundan, sınırları kaybolmuş, daima bir kötülüğün tehdidi altında olduğundan mıdır bilinmez, Faust’ vari bir roman olarak kabül edilir.

Whitehead: Bana lanetlilerin acısını çektirdin.
Mamulyan: Gerçekten acı çektin mi? öyleyse gerçekten üzgünüm. Baştan çıkarılmanın temel noktalarından biri de, elde edilenlerden bazılarının bedele değer olmasıdır.
Whitehead: Sen şeytan mısın?
Mamulyan: Olmadığımı biliyorsun. Herkes kendi mephistopheles‘ idir. Ben çıkıp gelmeseydim, başka bir güçle pazarlık yapacaktın. Ve servetini, kadınlarını, çileklerini elde edecektin. Sana çektirdiğim bütün işkenceleri…Romandaki Mamulyan –Whitehead ilişkisi 80’lerde soğuk Norveç topraklarında yaşanan, üzerine ölüm sinmiş Euronymous –Varg Vikernes ilişkisine çok benzer. Mamulyan bu zamanın eskisidir, Whitehead’e, karanlık dünyasına dair ne varsa öğretmiş, öğretirken de onu bu kasvetin derinliklerine sokmuştur.Bilgi Lanettir
Bir zamanların sabahyıldızı ve sabahın ilk ışıklarıyla parıldayan Venüs Gezegeni olan Lucifer’ ın İşaya’daki bir bölümün yanlış yorumlanmasıyla birlikte Şeytan ilan edilmesi bilginin taşıdığı lanete verilebilecek en güzel örnektir. Oysa Lucifer antik çağın ışık taşıyıcısı, bilginin parlak sembolüdür.Lanetlenme Oyunu’nda Whitehead, varoluşun her bir noktasına hücum eden bu lanetin eşliğinde bir yıldız gibi parlar. İstediği güce, arzulara ve şöhrete kavuşur. Sonrası, bilindik bir nankörlük hikayesidir. Bu karanlık dünya iki başı aynı anda barındırmaz. Çözülmeler başlar, bu hayatın içine haraketler, şiddet eylemleri, korkular ve tehditler sığdırılır sığdırılmasına ama ölümsüzlük pınarının etrafında her şey yok olurken yaşamayı sürdürmenin ne kadar korkunç olduğu da anlaşılır. Çaresizlik hat safhadadır, umut, anlam ve ego artık tarihe karışmıştır.Yaşam tamamen rastlantıdan ibarettir. Bütün sorun onu kullanmayı öğrenmekte. (Mamulyan)
Romanın iki başkarakteri Mamulyan ve Whitehead, hayaletli zihinleriyle kahramandan öte iki anti–hero ya da tam bir ifadeyle Deccal’e eşdeğerdedir. Cehennemin kapısını kapatmak, ancak laneti dünyaya taşıyarak, yani Mamulyan’ı ortadan kaldırarak mümkün olabilir. Ancak Mamulyan’ın hücrelerinde çok fazla çalıntı yaşam vızıldamaktadır. Onu ortadan kaldırmak için, binlerce parçaya bölmekten daha fazlasını yapabilmek gerekir.Sonuçta Mamulyan –Whitehead çatışmasına benzeyen Euronymous – Varg Vikernes çatışmasında da kazanan olmaz. Aynı Varg’ın uzun süredir çıkmayan albümü ve Euronymous’un katlanılmaz seviyeye gelen liderlik rolünün yarattığı ateşin, Varg’ ın onu öldürmesiyle son bulmadığı görülür. Lanet yayılır, adım adım, kelime kelime, gözle görülemeyen melodilerle… Hiçliğe dair yazılanlar bir kenara, siyah yapraklı, çürümüşlüğün teriyle parlayan Ağaç da romanı muhteşem bir görsel ziyafete çevirir. Dallarında örgülü saçlarından asılmış bir çocuk kafası, dolanmış insan bağırsakları ve canlı canlı yanan bir kuşun bulunduğu kafesi ve nicelerini taşır; yani katliam hatıralarını…

Romanda kıyamet habercisiymişçesine ortalıkta dolanıp vaazlar veren papazın yardımcıları ve felaket tellalları Chad ve Tom’a da ironik birer rol biçilmiştir. Örneğin hep taktıkları aziz maskelerini en ilkel insan içgüdüsüyle yüz yüze geldiklerinde, anında düşürmeleri, onların romana taşıdıkları en trajikomik sahne olmuştur. Kıyametin geldiğini sanarak günaha dört elle sarılan, iflah olmaz katliam sahnesi düşkünü bu iki karakter üzerinden romanın dilinin pek çok yöne uzandığını görebiliyoruz. Ama karanlık çağdan bu yana bildiğimiz başka şeyler daha var ki, o da onların, ne de olsa eli kanlı bir tanrının askerleri olduğu…Her şey rastlantısaldır. Bu yüzden hiçbir şey rastlantı değildir.(Mamulyan)
Kanayan, Kanadıkça da Yaşayan Karanlık
Clive Barker’ın Türkçeye çevrilen kitapları şimdilik Kan Kitapları’nın üç cildi, Lanetlenme Oyunu, Galilee, Zaman Hırsızı, Kutsanma Ayini ve Kabal’ dır. Ama Barker’ın sınırsız düş gücünde uzayıp giden nice kanlı karanlıklar vardır. İşte bu karanlıklardan fışkıran kabusların evrenleri ve Barker’ca korku dünyaları:Metafizik bir içeriğe sahip Weaveworld romanı, beatnik yazarlardan William Burroughs tarzı erotik sahnelerle ayrı bir derinliğe sahiptir. The Book Of Art üçlemesinin ilk ayağı olan The Great and Secret Show, şiddet, seks ve kıyametle ilgili görsel zenginlikte bir romandır. Bir tür batı yakası hikayesi olarak geçen romanda, artık başka yerlerde de karşımıza çıkmaya hazırlanan, cehennemin bir türlü peşini bırakmadığı dedektif Harry D’ Amour karakteri ayrı bir yer tutar. Üçlemenin ikinci kitabı Everville bir doğu yakası hikayesidir. Barker, hayatını geçirdiği Liverpool’u gerçeğine uygun bir şekilde romana dahil eder ve düşsel bir uzantı ekler. Üçlemenin son kitabı The Third Book of The Art’da, üçlemenin ilk kitabında bir türlü çözülmeyen gizemli, yani madalyonun üzerinde bulunan sembollerin konseptiyle karşılaşırız.Üçlemenin ardında da, bu aralar Türkçe çevirisi de hazırlanmakta olan Barker’ın bir başka çarpıcı romanı Imajica gelir. Bu romanda da arka planda Barker’a has bir mitoloji vardır. Bu roman da Weaveworld gibi açık bir sonla biter ve geride kalan boşlukların, okuyucu tarafından doldurulması istenir. Sacrament, barındırdığı yoğun hüzün dolayısıyla melankolik bir roman olarak bilinir. Imajica ve Sacrament, aklın, düşlerin ve gerçeğin daha derin ve zengin konseptini buluşturur okuyucuyla.The Art Boks ile Galilee, Barker’ın aynı döneme rastlayan iki ayrı mitolojik dünyasını resmeder zihinlerde. Metafizik içerikli The Art Books, Dream Sea adlı hayali bir yerde; karmaşık bir kurgu ve duygusal zenginlikteki Galilee ise insanlığın kökeniyle bilincin kökeni arasında bağıntı oluşturan, düş bilincinin uyandığı Quiddity’de geçer ve iç savaş yıllarına değinir. The Art Books’da keşfedilmeyi bekleyen ilginç yerler ve karakterler bulunurken, Galilee, beraberinde cevaplanmamış pek çok soru bırakarak müthiş bir sona evrilir.Abarat serisi 2002’de yayımlanan Abarat (Abarat Quintet’ in ilk kitabı), 2004’te yayımlanan Abarat: Days of Magic, Nights of War (Abarat Quintet’ in ikinci kitabı) ve 2008’ de yayımlanan Absolute Midnight (Abarat Quintet’in üçüncü kitabı) dan oluşmaktadır. Çizimlerin de dahil olduğu bu metafizik içerikli seri, Barker’ın hem öykü hem de çizim dalında yarattığı en iddialı çalışmalarındandır. Barker daha da ileri giderek 2005 ve 2006 yıllarında Los Angeles’da, 2008’ de de Chicago’ da Abarat Quintet için pastel, akrilik ve mürekkeple çizdiği taslaklarının da dahil olduğu sergiler Uluslararası Korku ödülü almıştır. Apocalypses ve Visions of Heaven and Hell (And Then Some) adı altındaki bu figür sergilerinde, Barker’ın cisimleşmiş düş gücüne, elinde tuttuğu dehşet ve korku figürlerini renklere bulamasına tanık oluruz. Sahne oyunlarının toplandığı Incarnations ve Forms of Heaven ile kısa hiyelerden oluşan Kan Kitapları’nın kimi baskılarının kapak tasarımlarında Barker’ın izlerine rastlarız. Barker’ın çoğu taslak ve tablosu Clive Barker, IIIustrator ve Visions of Heaven and Hell kitaplarında toplanmıştır.Cennetle cehennemin iç içe geçtiği bir yolun kısa tarihi olan Mister B. Gone romanı ise 2007 yılında çıkan kısa romanlarından biri, bir demon olma hikayesi ve aslında sesinin duyulmasına bir tür provokasyon olarak kabül edilebilir.Henüz yayımlanmamış son romanı The Scarlet Gospels’a gelince, Barker röportajlarında, bu romanda The Hellbound Heart romanından cehennem yargıcı iğnekafa ile The Last IIIusion, The Great and Secret Show ve Everville romanlarından Harry D’Amour karakteri etrafında dönen bir evren tasarlandığını dile getirmiştir. Aslında bugüne kadar yayımlanmamış kısa öyküleriyle birlikte erotik şiir ve düz yazılarının yer alacağı bir koleksiyon olarak tasarlanmış The Scarlet Gospels, daha sonra uzun bir novellaya dönüşmüş ve Barker’ın yarattığı birbirinden tuhaf evrenlerin buluşma noktası olmuştur.Arkadaşı kızılın ne olduğunu öğrenmek istediğinde kör adam cevap verdi: Bir borazanın sesine benzer. (John Locke, İnsan Anlığı Üzerine Bir deneme The Scarlet Gospels’in girişinden)

Clive Barker’ın dünyasına girdiğinizde karşılaşacağınız şey sadece roman, novella ya da kısa öyküler olmayacaktır elbette. Barker, renklere ve çizgilere olan düşkünlüğünü çizgi roman ve grafik romanları aracılığıyla, kabuslarını olanca vahşilikleriyle ete, kemiğe daha çok da kana bulayarak hayata geçirmiştir. Örneğin hem yazar hem de çizer olarak katkıda bulunduğu, yer yer yetişkinlere de hitap eden The Thief of Always (Zaman Hırsızı) adlı fantastik çocuk romanının üç, The Great and Secret Show adlı romanının ise on iki sayfalık çizgiroman uyarlaması vardır. Razorline, birbirleriyle ilişkili dört başlık altında toplanmış, farklı yazar ve çizer kadrosuna sahip, Clive Barker’ın alternatif evrenlerde yarattığı karakterlerle ilgili ve yine Barker’ın önderliğinde yayımlanmış bir çizgi romandr. Ayrıca, Marve / Epic serisinden çıkmış Hellraiser, Nightbreed, Pinhead, The Harrowers, Book of the Damned ve Jihad çizgiromanları ve Eclipse Boks serisinden çıkmış Revalations The Life of Death, Kan Kitapları’ndaki on sekiz hikayenin uyarlamasını içeren Tapping The Vein, yine Kan Kitapları’ndaki Dread (korku), Son of Celluloid (Selüloit Oğlu), Rawhead Rex (Çiğkafa Rex) ve The Yattering and Jack (Yattering’le Jack) kısa öykülerinin çizgi romanları bulunmaktadır.Uzun zamandır Kan Kitapları’ndan çıkması beklene ve bir tür afrodizyakla ilgili olan kısa öykü The Age of Desire ise P. Craig Russell and Timothy Bradstreet’in çizimleriyle 2008 yılında yayımlanması planlanan bir grafik romanıdır.KAN FİLMLERİ

Clive Barker 7. sanatta seçkin, zarif ama aynı zamanda da tüyler ürpertici ve esrarengiz cehennem yargıcı iğnekafa karakterleriyle bir korku kültüne dönüşmüş Hellraiser (1987) ile tanınmıştır. The Hellbound Heart adlı romanından uyarlanan Hellraiser filminin yönetmen koltuğunda da yine Clive Barker’ı görürüz. Düşü kurulamayacak, eğer ki kurulursa ortalığı kana bulayacak bir seri işkencenin filmidir Hellraiser. Bedel ödemek Barker’ın vazgeçilmezlerindendir, bedeli ödeyenler de genellikle en ağırından işkenceyi hak eden çarpık karakterlerdir. Birbirinden yaratıcı tiplemeleriyle cehennemin yargıçları, kurbanlarının ayaklarına kadar gelerek zevkle işkence ederler. Gizemli bir küpün sembolik varlığıyla açılır cehennemin kapıları ve yeterince kan görmeden asla kapanmaz film boyunca. 1987’ de çekilen Hellraiser filminden sonra Clive Barker’ın karakterleri kullanarak farklı yönetmenlerin çektiği birçok Hellraiser filmiyle karşılaşırız ama aralarından iyi filmler çıksa da, görünen o ki, hiçbiri de Clive Barker’ın yönettiği ilk film kadar çarpıcı olamamıştır. Yalnız Hellraiser III: Hell on Earth filminin bir özelliği var ki, o da film müziklerinden “Hellraiser” adlı parçanın Ozzy Osborne, Zakk Wylde ve Lemmy Kilmister tarafından yazılıp Motörhead tarafından çalınmış olmasıdır. Hellraşser artık salgın gibidir, ayrıca 2009 yılında gösterime girmesi planlanan bir Hellraiser daha vardır.Kısa öykülerinden perdeye aktarılan The Forbidden ve Salome sürrealist öğeler içern sanatsal filmler olup, Nightbreed (Kabal) romanından uyarlanan Nightbreed ve Last IIIusions romanından uyarlanan Lord of IIIusisons korku dalında örneklerdir. Ayrıca 2009’da Tortured Souls novalettesi Tortured Souls: Animae Damnatae adı altında, yine Barker’ın yönetmenliğinde gösterime girecektir.Kan Kitapları’nın sinema uyarlamaları ise uzun bir süreci kapsar; otuz kısa ötkünün bulunduğu bu koleksiyonun yaklaşık yirmi dördünün oluştuğu söylenmektedir. Bugüne kadar uyarlananlara gelince: Üç filmden oluşan Candyman serisi The Forbidden adlı kosa hikayeyi temel almıştır. Barker’ın Japon filmi Gojira’ nın Amerika versiyonu için yazdığı senaryo ise çok karanlık ve rahatsız edici bulunarak reddedilmiştir. Yine Kan Kitapları’ nın en çarpıcı öykülerinden The Midnight Meat Train (Geceyarısı Et Treni) Japon yönetmen Ryuhei Kitamura tarafından bu yıl içinde sinemaya uyarlanmıştır. Geceyarısı Et Treni’nin sinema uyarlaması, yine Kan Kitapları’ndan Anthony DiBlasi’nin yönetmenliğinde çekilen, bir tür perili ev öyküsü olan Dread’dir. Bunu, doğaüstü bir öykü olan Pig Blood Blues uyarlamaları takip etmiştir.Kan filmlerinden farklı olarak Keith Fulton ve Louis Pepe tarafından çekilen From Oz to 42nd Street: Travels with Clive Barker filminde Clive Barker resim yaparken, yazı yazarken ve film çekerken görüntülenmiş, böylece ana akımın söz sahibi olduğu bir kültürde yarattığı gizemli dünyalarda değişik kitlelere ulaşabilen bir gayin hayatı anlatılmak istenmiştir. Bu filmin çekilmesinde, elbette Barker’ ın yarattığı mükemmel projelerin büyük rolü vardır ama, 2003 yılında GLAAD Medya Ödüllerinin 15. yıldönümünde gay, lezbiyen ve transseksüel bireyler için eşit hakları destkleme konusunda verdiği mücadeleden dolaı aldığı ‘The Davison/Valentini’ ödülünün rolü de olmuştur.Son olarak, 2008 yılı içinde Thief of Always (Zaman Hırsızı) romanı Shrek 2’nin yönetmeni Kelly Asbury tarafından sinemaya aktarılmaya hazırlanmaktadır.FANTASTİK AYRINTILAR
Clive Barker’ı oyun dünyasına kabul ettiren hiç kuşkusuz 2001 yılında çıkan Clive Barker’s Undying adlı bilgisayar oyunudur. Barker’ın bundan sonra çıkması planlanan oyunu Demonik iptal olmuş ama 2007 yılında Clive Barker’s Jericho oyunuyla Barker, sanal ortamda bu sefer gerilime ara verip aksiyon yaratmaya devam etmiştir. Oyuna adını veren Jericho şehri Tevrat’ta yazılanlara göre dünyanın ilk yerleşim yeridir, gizemi ise surları Yahudiler tarafından lanetlenerek ele geçirilen bir şehir olmasından kaynaklanır.Clive Barker 2006’ dan beri Anthony DiBlasi and Joe Daley yapımcılığında Edgar Allan Poe’nun hayatı ve kısa öyküleri ile ilgili bir Poe projesinde yerl almaktadır.Barker’ın Korn’dan Jonathan Davis ile gerçekleştirdiği ilk ortak çalışma Barker’ın çıkış noktası olan William Blake, Francisco Goya ve Hieronymus Bosch’a gönderme yapan resimleriyle Dvis ve Richard Gibbs müziklerini buluşturan interaktif DVD olmuştur. Projeye göre Barker’ın resimleri üzerine Davis müzik yapacak, Davis’in müzikleri üzerine de Barker resim yapacaktır. Korn’un yeni çıkacak albümü üzerine geliştirdiği pazarlama teknikleri ve Sony’nin projeye müdehale etmesiyle bu çalışma henüz sonlandırılamamıştır. Bunun yerine Haziran 2007’de Davis, Clave Barker’ın hikayesini yazacağı ve ortağı Richard Gibbs ile birlikte besteleyecekleri dünyanın sonuyla ilgili bir kara operadan bahsetmiştir. Oblivion adı verilen bu çalışmanın yanında Davis’ in 12 favori korku hikayesinin resmedileceği ibr kitap (Coffee Book) projesi de ortaya atılmıştır. Ve proje üzerinde aktif bir şekilde çalışmaların devam ettiği söylenmektedir.GERÇEĞİN VE GERÇEK OLMAYANIN BİRLİKTELİĞİ
İşte yaşayan ve yaşadıkça da kabus dolu evrenler yaratmaya devam eden bir gerçek, Clive Barker. Zihinlerimizden taşan, kapılarını gelirken yok eden bu korkular harikası, bize hem çok yakın, hem de sadece bilinçaltınızda konuşlandığı için ulaşabilmemiz o kadar zor. Clive Barker aslında sadece gerçeğin ve gerçek olmayanın birlikteliğinde, kesişen evrenlerde bir yerlerde yaratmaya devam ediyor, hatta daha da ileri giderek yarattıklarını bu dünyanın renkleriyle görünür kılıyor. İşte bu sırada, yeni doğan kabusları en hızlı gece treniyle bize ulaştırıyor, bizimle konuşuyor, çizgi romanlardan göz kırpıyor ve nihayet sinemada görsel bir şölenle kendini ölümsüz kılıyor.