Hafif’e yazmak istediğim, bu amaçla yola çıktığım hiçbir konu gerçekleşmiyor. İlginç bir biçimde vazgeçip, başka bir konuya dönüyorum. Yine aynısı oldu. Yalnızlık üzerine, yalnızlığın fiziksel ve psikolojik anlamı üzerine yola çıktım. Sonra olmadı, iki paragraftan sonra her şeyi çöpe attım. Yerine birazdan okuyacağınız -yani okuyacağınızı umduğum- bu yazı çıktı.Kendinize “bu benim Çilem” dediniz mi hiç? Ya da hayat bana hep oyunlar oynuyor diye sormadınız mı? Bir gece mesela kalkıp bileğimi kessem çok kan akar mı demediniz mi? Sahi hiç mi ister ilahi bir güç, ister hayat, ister kader çilem bu olmamalıydı diye isyan etmediniz mi?Uzunca zamandır yazmıyorum. Yazmak gelmedi bir türlü içimden. Belki her şeyin bir zamanı olduğundan, belki artık yazıların gözden kaybolmasından. Bilmiyorum, bildiğim tek şey epeycedir çilehanelerin beni etkilediği.Bugün size yine bir hikaye anlatacağım. Kimi gerçek kimi yalan olan. Ya da gerçeğin yorumlanmış hali. Belki bu yazıyı okuduktan sonra 4 metrekarelik bir yere kapanıp, her şeyden uzaklaşmayı deneyeceksiniz. Belki de bu saçmalıktan nefret edeceksiniz.HalvetHalvet kelimesi Arapça kökenli bir kelime. Anlam olarak yalnızlık, inzivaya çekilme, yalnız kalma anlamlarına gelir. Halvet etmek, inzivaya çekilip, kendi sorularına cevap bulmak, insanlardan soyutlanmaktır. Bunun yapılışı için sessiz sakin bir yere ihtiyaç vardır. İşte halvete çekilinen bu yerlere Çilehane veya eski ismiyle Halvethane denir. Bu yerler küçüktür, tabiri caizse hücredir.Eskiden mağaralarda gerçekleştirilen halvet, daha sonra medreselerde, camilerde yapılan odalarda gerçekleştirilmeye başlanır.Hikayemizin başlangıcı Hz. Musa’nın ailesi ile Medyen’den ayrıldığı esnada başlar. Ailesiyle giderken Tur Dağı’nda bir ateş gören Hz. Musa, dağa gidip ateşi getirmeye karar verir. Hem ısınabileceklerini hem de dağda yaşayan insanlar varsa onlardan haber alabileceğini düşünür. (Kasas ve Taha Suresi’nde bu olay anlatılır.) Dağa vardığında bir ağacın kendisine seslendiğini duyar. Bu Hz. Musa’ya gelen ilk vahiydir. Tanrı ona bir ağaçtan seslenir ve 40 gün boyunca ibadet etmesini emreder. Hz. Musa 40 gün oruç tutup, geceleri de sürekli ibadet eder. 40 günlük bu süreden sonra Allah kendisine Tevrat’ı verir. Tasavvufta bu Tur Dağ’ında gerçekleşen mucizeler esas alınır. Aynı zamanda halvet olayının da böylelikle başladığı kabul edilir. Bu yüzden de insanlar belli bir çile dönemi yaşamalı, en azından belli bir dönem insanlardan uzak kalarak, bir riyazet hali, daha yoğun olarak ibadetini yapmalıdır. Bu süreç insanların tekâmül etmelerini sağlar. Tekâmül olgunlaşma, Kemâle ermedir. İnsanların arasına döndüğünde onları irşad etmeli, yani onlara doğru yolu göstermelidir. Bu anlamda çile tabiri kullanılmıştır.İmam-ı Gazali, İslam tarihinin baş alimlerindendir. Nizamiye Medresesi’nde rektördür. Kendisi 10 yıl boyunca insanlardan uzak kalır ve kitaplarını yazar. Daha sonra tekrar insanların arasına döndüğünde kamil bir mürşit olmuştur. Daha önce de büyük alim olarak kabul edilen Gazali bu 9- 10 yıl içinde kendini tamamiyle ibadete vermiştir.Tasavvufta çile insana lazımdır. Ham ruhları olgunlaştırdığı, insanları tekâmüle ulaştırdığı kabul edilir. Çile çekmeyenler hayatı anlamazlar, toz pembe görür. Kemale ermenin çok önemli bir aşamasıdır çile. 21. yüzyılda hayat aynı zamanda kendi çilelerimizi yaşatmıyor mu? Bu sorunun cevabı Hak yolunda, din uğruna çekilen çiledir. Yoksa düşündüğümüz anlamdaki acı değildir.Halvethanelerdeki 40 günlük süreye Çile denir. Bir rivayete göre çile kelimesi Farsça’daki “çehil” kelimesinden gelmektedir. Çehil ise 40 anlamındadır. Yani bu şekilde, çile denilerek tamamlanan süre ifade edilir. Başka bir rivayete göreyse çile bildiğimiz çile çekmek anlamında kullanılır. Çünkü 40 gün boyunca bir odada kalmak aynı zamanda çok zor ve bir üst mertebeye ulaşmanın simgesidir. Bu süreyi tamamlayanların, çileyi doldurmuş olduğu kabul edilir.Halvethanelere çilehane denilmesinin sebebi de budur. Bu çile çıkarmaya aynı zamanda “erbain çıkarmak veya erbaine girmek” de denir. “Erbain” kelimesi Arapçada 40 anlamına gelir.Tarikatlara göre bu çilehane süreleri değişir. Kimi tarikatlarda yeme içme olayı da asgariye alınır. Bir nevi bedende imtihan edilir. Takva filmini izleyenler bilecektir. Tarikat lideri çilehaneye çekilmiş ve 40 gün o odada kalmıştır. Şurada filmdeki tasavvuf öğeleriyle ilgili güzel bir yazı var.Halvete Girmek
Halvete veya Erbaine girmek tasavvufta şöyle gerçekleşir: Ramazandan 10 gün önce çilehaneye girilir ve ramazan ayı boyunca bu odalarda kalınır. Zorunlu haller dışında çilehaneden çıkılmaz. Hak ile konuşmak, kişinin kendi sorularına cevap bulabilmesi ve beden terbiyesi için çilehanelere girilir. Çilehanelerdeki en önemli ayrıntılardan biri de zikirdir. Zikir aslında Allah’ı anmaktır. İki türlü yapılır: Kalp yolu ve lisan ile. Çilehanelerde yapılan, kalp ile olan zikirdir.Konumuza tekrar dönersek, çilehanedeki kişi, aynı zamanda orucuna da Ramazandan önce başlamış olur. 10 günlük nafile orucu ve Ramazan orucuyla çilesini tamamlar. 40 günü tamamlayan derviş halvetten çıktığında mistik bir törenle karşılanır. Başka tarikatlardan insanlar da davet edilir. İlahiler ve dualarla dışarı çıkan kişi görevini yerine getirmiş, bir nevi kendi iç hesaplaşmasını çözmüştür. Aynı zamanda hoca, yani mürşid-i kamil, dergahındaki dervişlerden halvete girmesini isteyebilir. Böyle durumlarda aynı zamanda masraflar da şeyh efendi tarafından karşılanır. Osmanlı döneminde tekkelerin masraflarının karşılandığı ise bilinen bir konudur. Spekülasyon olmaması için kısa geçiyorum.İhsan Oktay Anar da kitaplarında halvet kültüründen bahseder.Eskiden çilehanelerdeki halvet bu şekilde olurken zamanla bu dinsel tören kaybolmuştur. Birkaç günlük çileler ortaya çıkmış, senenin başka aylarında da çilehanelere girilmiştir. Aynı törensel şeyler yapılmasa bile, Allah ile baş başa kalmak, sorularına cevap bulmak amacıyla hâlâ çilehanelere kapanılır. 20 gün boyunca çilehanelere kapanmaya Nısıf, 10 gün sürenine ise Urûb adı verilir.
Ek bir bilgi olarak Halvetiyye Tarikatı mevcuttur. İsmini Ömer Halveti’den alan bu tarikat Osmanlı dönemimdeki en büyük tarikatlardandır. Ömer Halveti’nin halveti; yani yalnız kalıp ibadet etmeyi çok sevdiği için bu ismi aldığı söylenir. Yine Ömer Halvetiye’ye dair başka bir efsane de, halvet için çekildiği ağaç kovuğundan kaybolduğu, 40 gün sonra ortaya çıktığıdır.Gelibolu’da fenerin yanında yıkıntı halde bir Çilehane, Kars’ın Kağızman ilçesinde Çilehane isminde bir okul, Ankara’da ise Çilehane isminde bir cami bulunuyor. Gelibolu’ndaki çilehanenin bir özelliği şu: Yazıcızade Mehmed-i Bican Efendi burada 7 yıl boyunca çile çekmiş ve “Kitab-ı Muhammediye” adlı dini kitabını yazmıştır. Bican Efendi’nin amacı hakka yakınlıktır ve ayrıca kendisi “ölmeden önce ölünüz, ölüm gelmeden ölüme hazırlanınız” sırrına ulaşmaya çalışmıştır. 7 yıl boyunca bir insanın bir odada kendi isteğiyle kalması ise bana inanılmaz geliyor. Böyle bir sabır nasıl gerçekleşir, aklım almıyor.Kitaptan alıntı:

“Meğer güllerde bir gün emr-i taktir oturmuşun Gelibolu’da sırra elini çekmiş idin cümle halktan dilinde zikir idi kalbinde zikir”.

Yine Hacı Bektaş-i Veli’nin de çilehanelere kapandığı bilinen bir şeydir.Mevlana, Tebrizli Şems ile tanıştıktan sonra birlikte halvete kapanırlar. Kimi kaynaklarda bu halvetin 6 ay sürdüğü yazar. Clicia olsaydı kan gövdeyi götürürdü diyerek sizi linke yönlendiriyorum:)Son bir bilgi: Aşık Mahsuni Şerif Nevşehir’de Çilehanenin yakınında kendisi için yapılan bir mezarlıkta yatmaktadır. Bu kendi vasiyetidir.