İlkokul birinci sınıftaydık. İkinci dönemin başıydı ve artık iyiden iyiye okuyup yazmaya başlamıştık. Sıra arkadaşım Muhsin adında sarımtırak bir oğlandı. Hareli yeşil gözleri güldüğünde kısılıyor, gözleri kısıldıkça yüzündeki çiller daha bir dikkatimi çekiyordu. İkimizde çok yaramaz sayılmazdık en azından boş derslerde sınıf başkanının yaramazlık yapanları tahtaya yazdığı isimler arasında olmadık hiç.Babası bir apartmanın kapıcısıydı. Annesi de zaman zaman babasına yardım ederdi. Apartman bahçesine ektikleri güllerden sık sık öğretmene getirir ve kocaman bir teşekkürü alır gururla otururdu yerine. Bizim apartmanın bahçesinde değil gül ot bile yoktu. Hatta bahçe denebilecek bir alan bile yoktu. Bu yüzden tüm uysallığına rağmen içten içe kızardım ona ve kıskanırdım çiçeklerini.Teneffüste deli gibi koşturduğumuz merdivenlerde defalarca çarpıştık ama ben o zaman bunun aşk filmlerinin yegâne senaryosu olduğunu bilmediğimden “önüne baksana be” diye iterdim onu. Bir gün öyle bir ittim ki merdivenden yuvarlandı. Olayın büyüyeceğini düşündüğümden koşarak uzaklaştım olay mahallinden.Muhsin’i öğretmenler odasına götürüp bir şeyi var mı diye bakmışlar. Bir bardak su vermişler ve sormuşlar nasıl düştün oğlum? Kendim düştüm öğretmenim. Defalarca tekrarlanan soruya hiç başka cevap vermeden sınıfa yanıma geliyor. Suçlu suçlu oturuyorum. Beni öğretmene söyledin mi diyorum. Hayır diyor, söylemem ki. Neden diyorum, niye şikâyet etmedin ben olsam ederdim. Söylersem sana kızar, o yüzden söylemedim. Rahatlıyorum.

Birkaç gün sonra okul bahçesinde top oynayan bir grup çocuğun arasında kalıyorum. Top yüzüme çarpıyor. Gözümü açamadan ağlarken bir el dokunuyor omzuma ve soruyor: çok acıdı mı? Sesinden tanıyorum Muhsin olduğunu. Daha dün onu merdivenden yuvarlayan ben değilim gibi o kalabalığın arasında gözümün yaşına kimse bakmazken saçımı okşayan ele itiraz etmeden “evet çok acıdı” diyorum. Tamam, geçti, seni artık ben korurum, diyor. Neden, neye ve kime karşı koruyacağını bilmeden başımla onaylıyorum bu durumu.Ertesi gün teneffüste yine kız arkadaşlarımla kol kola geziyorum okul bahçesinde. Muhsin öyle duvarın dibine çökmüş uzaktan izliyor bizi. Umursamıyorum. Şimdi emin ellerdeyim der gibi bir bakış atıyorum ona. Zil çalıyor sınıfa giriyoruz. Defterim bıraktığım gibi açık. Kocaman yamuk yumuk harflerle aynen şunlar yazıyor: Lavinya seni seviyom ben…Muhsin’e bakıyorum kızarıyor. Ben baktıkça pancar gibi oluyor. Ağlamaya başlıyorum. Ağlıyorum hiç durmadan. Öğretmen giriyor sınıfa hemen yanıma geliyor ne oldu Lavinya, diye soruyor. Ağlamaktan konuşamıyorum. Öğretmenim… Öğretmenim… Söyle kızım ne oldu? Öğretmenim…düştün mü, bir yerin mi acıdı?…öğretmenim….öğretmenim Muhsin beni seviyomuş……Öğretmenin yüzündeki bulutların dağılmasıyla Muhsin in ağlamaya başlaması bir oluyor. Zaten al yanaklı olan arkadaşım kızardıkça kızarıyor. Öğretmen hangimizi susturacağını bilemeden bir ona bir bana seğirtiyor. Tüm ders boyu ağlıyoruz. Hıçkırarak…Artık onun yanında oturmak istemediğimi söylüyorum öğretmene. Ertesi gün sıram değişiyor. Muhsin’in arada bakışlarını yakalıyorum üstümde hepsi bu bir daha konuşmuyor benimle.Okul bitiyor yaz tatili başlıyor. Annemle birlikte tatile çıkıyoruz. Arabaya eşyalarımızı yerleştirirken elinde simit tablası öyle uzaktan bakıyor bana öyle uzak bakıyor ki. Muhsin’i son görüşüm bu oldu. Yirmi gün sonra döndüğümüzde onun simit satarken bir minibüsün altında kaldığını öğrendim. Yine hiç susmadan ağladım günlerce gecelerce. O gün sevgisine karşılık vermek şöyle dursun bir daha yüzüne bakmadığım Muhsin… Yıllardır içimde ukdedir. Artık duyamasan da göremesen de belki melekler söyler sana benim de seni çok sevdiğimi…