Aramadığın her dakikayı birbirine ekleyip sonumu getirecek urganı hazır ediyorum sanki günlerdir… Sabır çok gereksiz bir söz artık. O sınırı çoktan aştım. Müebbetimi konuşalım, istersen. Daha bir evladır.Baş aşağı yarasaların geceyi bekleyişlerini giyiniyorum, derin, huşu içinde. Ötelere dalıp gidiyorum, senle esrirken. Çok bekledim biliyorum. Terminal bir hastanın hücrelerini taşıyorum artık bütün bütün. Zararımı hesabedecek cesaretim de yok çoktandır, bıraktım onu da. Belki de kimbilir seninle beraber yola çıktığım istasyon peronunda. Yıkılma üzerine, eriyip gitme üzerine, dünya, sen, ben üzerine bir sayıklama yaşıyorum bana söz verdiğin her saniye… Sevgilim! Beni bir fahişe sanıyorsun ekranının yansısında. Oysa ben senin ipliğini her gece pazara çıkarıyorum.Sonra her sabah evden çıkıp, yollarda gördüklerimi sana anlatıyorum mırıltılar halinde. İnsanlar yüzüme bakmaya çekiniyorlar, mırıltılarımı duydukları için. Takla atan güvercinlere dönüyorum yüzümü, uçurtmasını havalandıran çocuklara, sırf konuşayım diye orada her gün beni bekleyen ağaca… Eski aşkıma rastlıyorum bir köşe başında. Yaşlanmış, kelleşmiş, göbeklenmiş, iki çocuğu olmuş, hala gözleri gülüyor arsızca. “İyi ki onu sallamışım” diyorum da, seni neden sallayamadığımı bir türlü kendime ezber edemiyorum. Oysa ki yürüdüğüm istikamet hep aynı sonuçta.Bir yılbaşı gecesi geliyor aklıma. Yağan kar altında. Havai fişeklerin tok sesleri arasında. En çok da kollarının arasında. Kendi mırıldandığımız bir melodide dans ederken ıslanan çoraplarımızı, umarsızlığımızı, başımı kaldırıp yağan kar tanelerinin burnuna, kirpiklerine asılan hallerine bakıp gülümsediğimi anımsıyorum. Ve bana verdiğin sözü bir tek ben anımsıyorum galiba. Bütün acıları tadacağımı biliyorum. Sonumun, nihayet kendi elimden olacağını…İnsanın girdiği her alan talan. Senin sürüp geçtiğin topraklar da öyle. Senin için bir farkı yok bir sonrakinin bir öncekinden… Fikrinin saadetinde meşkediyorsun günlerini. Zerafet ölçülerine sıra geldiğinde hepsini uyguluyorsun ezbere. Ama çoktandır biliyorum, söylediklerinin yarısı yalan, yarısı dolan.Yazdıklarıma bakıp başımı önüme eğiyorum, o an masa üzerinde durup alnıyla alnıma dokunan kediyle karşılaşıyorum. Bütün havası değişiyor birden odanın. Sayende Boşluk Prensibi’nin sınırlarından içeri adım atıyorum.bu bir pilli patisözüdür!Page copy protected against web site content infringement by Copyscape