Akşam üzerilerimiz.Bulutlarla randevulaştığımız vakitlerimiz.Kulaklarımızın tek bir sese odaklandığı,sanki koca bir mahalleyi süpürebilecek koca bir elektrik süpürgesinin çıkardığı uğultulu sesi beklediğimiz vakitlerdi. Vuuuvvvvv,vuuuuvvvvvv.Bu sesin birkaç çift kulağa çalınmasıyla, ‘geliyorrrr,geliyorrr’ çığlıklarımızın, mahallenin yaşlı amca ve teyzelerini,ders çalışan ablalarını,ağabeylerini, ama en çok da zehirleneceğimizden korkan ebeveynlerimizi sövdürdüğümüz zamanlardı.Elimizi değdirebileceğimiz,tam ortalarına atlayıp sihirli,beyaz bir dünyada yalnızlığın tadına varabileceğimiz bulutlardı yolda olanlar. Üzerimize birkaç saniyeliğine de olsa,ipekten bembeyaz bir elbise geçirip,açarak kollarımızı etrafımızda dönerken,özgürlüğün dibine vuracağımız zamanlardı.İşte sinek ilacı arabası geliyordu o gösterişli sesiyle;böylesine efelenerek yaklaşan bir ses mutlaka büyük bir coşkunun alameti olmalıydı,yeni çıkılmış bir savaştan sonra üzerinde bayrağımızın dalgalandığı, boylarımızı birkaç kat aşan koca bir tankın, sokakları dolanırken ilan ettiği gürültüsünün kutsallığı gibi bir şey olabilirdi mesela, ya da dantelli oyalarla,kırmızılı sarılı rengarenk yazmalarla giydirilmiş bir gelin arabasının coşkulu gelişi gibiydi sanki sinek ilacı arabasının da gelişi.Yaklaşan ses ile birlikte tüm mahalle sakinlerinin kapılarını, bacalarını telaşla kapattığı,dışarıdalar ise eğer, bir apartmanın kapısını içeriden kendilerine çarptıkları ya da kuytu bir köşeye ,yağmurda ıslanmış kediler gibi sığındıkları zamanlardı.Ve bizim,bu sesi layıkıyla karşılamak için sokağın başına koşup yayılan dumanla kollarımızı açtığımız,suratlarımıza heyecanlı gülüşler kondurduğumuz,fazlasıyla tutkulu hissedip bir türlü ne olduğunu dile getiremediğimiz,dile getiremediğimiz hislerle mutlu,çok mutlu olmayı öğrendiğimiz zamanlardı.Hislerin dile geliş halleri üzerinde durmadığımız ,sadece yaşadığımız zamanlar.

Çok lüks,kendini beğenmiş bir otomobille ilk defa karşılaşan fakir ,unutulmuş bir köyün afacan,sümüklü çocukları gibiydik, sinek ilacı arabasının peşinden sarhoş adımlarla koşaken. Öylesine anlam veremediğimiz,adını koyamadığımız bir coşkuya sarınıyorduk; fakat içimizdeki heyecan yeni cilalanmış bir otomobile duyulan hayranlıktan bir o kadar uzaktı; coşkumuz ne devasa bir sesin yüceliğine, ne de bu misafir ilaç arabasının dumanlarla birlikte yaydığı beyaz dakikaların diğer renksiz dakikalar arasında yarattığı farklılığa dayanıyordu.Özgürlüğe dokunuşlarımızdı telaşlarımızın manaları,bir beyazın ortasında kaybolurken kendimizi buluşlarımızdı,kalplerimizi kendi ellerimizle,kimselere muhtaç olmadan okşayışlarımızdı.Beyaz bir cennette yalnız kalmanın tadına vardıktan sonra,etrafımızda yavaş yavaş beliren hayalet arkadaşlara göz kırpışlarımız,saniyelik ama çok uzun bir kayboluştan sonra onları gördüğümüze sevindiğimiz zamanlardı;kalabalık içinde yalnızlığın gerçek manasını üstümüze sinen özgürlük kokusuyla evimize taşıdımız zamanlar.Ölümün anlamını bilmediğimiz,ölen haşerelerle sonsuzluğa eriştiğimiz zamanlardı.Güvenmekti belki de, ’yarın yine geleceğim’ diye söz verip uçan bulutların, ertesi gün tekrar geldiklerini görünce, sevinmekti,her gün çok daha fazla sevmekti onları,güvenerek sevmekti.Şimdi ise öyle bir zamandayım ki;Çocuk ruhumun kahramanı sinek ilacı arabasının sokağımızı ziyaret edişlerinde, kapılara pencerelere koşuyorum içeri giremesin diye.Gözlerimi,muhitimde dolanırken iyice dolaştırıyorum ki, o birlikte delice koşuşturduğumuz mahallenin çocuklarına belki bir yerlerde rastlarım diye.Kendimi bulmaktan uzağım,kurallara itaat edecek kadar özgürlüğüme yabancıyım,kalbimin okşanması için ise bir başkasına muhtacım.Öyle bir zamandayım ki,İnmezsem eğer çocukluğuma,dardayım.