bildirgec.org

özlem hakkında tüm yazılar

Sonbahar Akşamı

gozde94 | 08 January 2012 10:32

Terk ediliş değildi benimkisi, sonbahar akşamlarının ürpertici nefesiydi. Bir o kadar durgun ve bir o kadar da ümit vericiydi, yalnızlığın sembolizm izleri.
Terk ediliş değildi benimkisi, sonbahar akşamlarının ürpertici nefesiydi. Bir o kadar durgun ve bir o kadar da ümit vericiydi, yalnızlığın sembolizm izleri.

Bir sonbahar akşamıydı,
Gür saçların birbirine dolanırken
Yağmurun gözyaşları yıkıyordu,
Sevda kokan gözlerim seni ararken.

Rüzgarlara fısıldıyordum seni,
Uğultunun melodi tonlarıydı sesin
Gecenin yıldızlarının en şahane dedikodusuydun,
O çekip gittiğin geceden beri.

Pupa Yelken

mavilikler | 24 August 2011 16:25

Suçluydu yine. Kaşlar kalkmıştı havaya, çocukluğundaki gibi çaresiz bırakmıştı onu yine. O iki çizgiye karşı duramaz mıydı bu kez? Birkaç saniye önce annesinin yüzünde her zamanki konumlarındayken, kendisi yine aynı insandı. Ne hoş akisler bırakıyordu sesi odanın her yerinde. Mutlu bir ses çoğalmak istiyordu gitgide, bu yüzden böyle yankılar yapıyor, sanki diğer odalara da duyurmak istiyordu kendini.

Başka bir şehirde, başka sokaklardan geçip oralarda bir yerde denizin olduğunu bilerek sabahları ekmek almaya gideceği, gemileri, uzakları, martı çığlıklarını düşünerek her şeyi bir kıyıdan bakar gibi bir parça uzaktan izleyerek keyifle çayını yudumlayabileceği bir yaşamdan söz ediyordu az önce.

Birisi gelsin paçalarımı çeksin…

debre | 22 July 2011 18:21

Hatırlayabildiğimi sandığım altılı ve onlu yaşlarımın arasında; evde veya misafirlikte farketmez, yaz veya kış farketmez uyuduğum ya da uyuyakaldığım zamanlar gecenin bir vakti, herhangi birşey için kalkmış olan babam yanımıza gelip saçlarımızı adeta bir kuzunun kafasını okşar gibi okşar sonra da bacaklarımızdan yukarı sıyrılmış olan pijamalarımızın paçalarını aşağıya bileklerimize doğru çekerek üşüdüğünü varsaydığı minik kaval kemiklerimizi yüreğinin o tatlı pamuksu dokunuşuyla ısıtırdı.

Şimdi, yani gecenin bir vakti hatta Fikret Kızılok’un bir parçasında söylediği gibi “gecenin tam üçünde”, beni uyandıran kaval kemiğimin ağrısıyla düşünüyorum; siz ne kadar severseniz sevin, kaçımızın hayatında adanmışlığın yarattığı o güven duygusu var? Kaçımız bu hisse sahibiz içimizde ve ilişkilerimizde?

meleğimin hasreti

esra7909 | 01 July 2011 20:55

Yaşadığımız kayıplara acılara hep dayanamayız sanıyoruz ta ki daha büyüğünü yaşayana kadar. Çoğu zaman isyan ediyoruz: “neden? ben neden bunu yaşadım?” diye. Aslında her zaman biryerlerde daha büyük acılar, daha dayanılmaz hayatlar var bunu unutuyoruz.
Hayatım boyunca yaşadığım üzüntüleri, sıkıntıları büyük zanneder, “nelere katlanıyorum” diye düşünürdüm. Aşkını kaybetmek, ailenden ayrılmak yalnız kalmak… Tüm bunlar zormuş gibi gelirdi. Ta ki canım dediğim benim için önemli olan biriciğimi, meleğimi kaybedene kadar.Hiç umulmadık bir anda, “daha çok yaşayacağı göreceği şey var.” diye düşünürken, o hastane odasına gittiği gibi kendi ayaklarıyla evine bize dönecek derken haberini almak içimi yakan en büyük acı oldu. Anladınm ki o zamana kadar yaşadıklarım, ağladıklarım gerçekten boş ve saçmaymış.Onu son defa görememek ellerinden öpememek içimde hep birşeylerin yarım kalmasına sebep olacak.
Yanımdayken, yaşarken nefesini hisseder, gülüp eğlenir, şakalaşırken bir gün kaybedeceğimi aklıma getiremezdim. Seneler sonrasını konuştuğum o biricik meleğimi kaybettim. Sevdiklerinin yanına yolladık…
Biliyorum yerinde huzurlu. Allah meleğime istediğini verdi; onu bu yaşadığı sıkıntılardan kurtardı,özlediği sevdiği kayıplarını kavuşturdu.
Ama böyle düşünmek özlemimi engellemiyor. Bana kalan resimleri ve anıları… En azından iyi ki bunlar var diyorum her hatırladığımda gülümseten o melek yüzü….

Başka türlü bir büyü:Alaska Frigo

nazokiraze | 06 June 2011 09:25

Küçük bir çocukken sinemaya ne zaman gitsem Alaska Frigo yemek için kıpır kıpır kıvranırdım, aslında şu anda küçükken benim sinemada ne işim vardı ?diye soru sormak gerek.Öyle ya bizim dönemimizde şimdiki gibi animasyon yapımlar yoktu ki,büyüklerimizle gittiğimiz filmler kimbilir nasıl filmlerdi, hiçbiri aklımda yok varsa yoksa Alaska Frigo var.Zaten sinema dışında canım hiç istemezdi onu. Hatta sinemaların Frigo yenilmesine olanak tanımak için filmlere ara verdiği söylenilir.

Zamanında Atatürk’e korumalık yapan Kazım Ateş ve oğulları tarafından yapılmaya başlanan Frigo daha sonra Sefaköy’deki büyük fabrikasının açılmasıyla 90lı yıllara kadar piyasada lider konumundaydı.

özlenen sevgiliye…

esra7909 | 04 May 2011 09:06

Yaz geldi sevgilim etrafına bir bak…Derler ya doğa uyanıyor aşka sevgiye..Elele sevgililer ,muhabbet dolu canlılar…Sen neredesin bu tabloda sevdiğim?

Bir bankta oturmuş,etrafı seyrediyorum sensizliğimle başbaşa…Sevgiyle birbirine bakan gözleri kıskanıyorum.Hayal ediyorum,karşımda oturan o çift var ya biri sen biri ben olsak.Ellerimi tutmuş sevgiyle gözlerime bakıyorsun.Sanki kimse yok bu hayatta sadece sen ve ben kalmışız duran zamanda..

BÜYÜMEDEN ÇOCUK KALSAYMIŞIZ KEŞKE…

metezade | 27 April 2011 11:03

Çocukken çok uzaktaymışım gerçeklerden. Sabah bir yere yetişecekmiş gibi yarım yamaklak bir kahvaltıdan sonra koşarak dışarı çıkardım. Sokak benim oyun dünyamdı, arkadaşlarımla kılıktan kılığa girerdik saklambaç, evcilik, körebe, istop, domino… oyunların sonu gelmezdi. Sokağın zevkini tamamem emdiğimizde ağaçlara dadanır, daldan dala atlardık. Düşüp biyerimizi kırdığımız da olurdu elbet, Ağacın tam tepesindeyken (oyunun en zevkli yeri gibi gelirdi hep) akşam ezanı okunurdu. Bu sesi duyunca yüzümüz düşerdi, artık eve dönme vaktiydi. En büyük üzüntümüz buydu o zamanlar…

Eve girice, annem bıkmadan usanmadan her gün aynı tepkiyi verirdi: ”Hemen dizlerinin üzerinde banyoya git sakın yere basma yeni temizledim evi leş gibi olmuşsun…” bu sözleri bazen koro halinde söylerdik hiç unutamadım aklıma kazındılar:)

Geçmişe Olan Özlem

admin | 18 March 2011 20:55

Ah Küçük Dünyam
Ah Küçük Dünyam

Geçen gün eski dolabımı karıştırırken bende önemli hatırası olan eski, kırmızı ve birazda çatlamış topacımı gördüm. O an cocukluğum bir holywood filmi gbi gözümün önünden geçti. Komşularımızın top oynarken kırdığımız camlarının parçları, ev sahibinin bahırışları, annemin kulağımı yerinden çıkarmak istermişcesine çekişini, saklambaç oynadığımız tenha ve bi o kadarda karanlık asfaltsız sokaklar ve daha neler neler… 12 yaşımdan beri gözyaşıyla sulanmayan gözlerim bir anda dere yatağına döndü. Aslında insan ne istediğini bilmeyen aciz bir yaratıktan başka bir şey değildir. Kışken Yazı, Yazken Kışı İsteriz. Çocukluk da böyle birşey. Hani her bayramda söylediğimiz bir söz vardır ” Nerde o eski bayramlar”diye. Oysa Değişen Bayramlar değil benliğimizin ta kendisidir. Şu varki çocukluk insanların yaşamlarında ki en büyük özlemlerden biridir. Ama ne yazık ki çaresi olmayan tek şeyde bu özlemin giderilmesidir. Ve keşkelerle geçer ömrümüz keşke deriz keşke hiç büyümeseydik hep çocuk kalsaydık annemz tarafından çekilen kulaklarımız kopsaydıda hep çocuk kalsaydık. Oynarken düşüp kanattığımız dizlerimiz hep kanasaydıda hep çocuk kalsaydık…

Herşey kıskanılır mı?

huzunlugunes | 21 February 2011 12:03

Kıskanılır mı herşey? Hayatımızda ne varsa hepsini kıskanmak aptallık mı? Sevgiliyi,arkadaşı,aileyi kıskanmak hemde çok kıskanmak doğru mu? Sevgiliyi kıskanmak olduğundan fazla kıskanmak o ilişkiye genelde çok zarar verir ama insan kendine engel olamayıp kıskanıyorsa bu onun suçu mudur? Bence farkında olduğumuz veya olmadığımız zamanlarda bile kıskanıyoruz. Bazen bir başarı bile kıskanılıyor. İnsanın içini yeyip bitiren bir duyguda kıskançlıktır…

Kristalin Düşleri

Chat Noir 1 | 18 February 2011 13:58

Mum yakıp gecenin karanlığında hayal ettim seni.
Bana baktığında gözlerindeki ifadeyi,
Gülümseyişindeki gizemi, sesindeki sevgiyi,
Dayanılmaz oldu bu ayrılık çok özledim seni.
Hiç olmazsa bir kere öpseydin beni.
Söyleseydin beni sevdiğini.
Yıldızlara bakıp karanlık zindandan, düşledim seni.
Zannetme ayrıldım sevmediğimden seni.
Artık zehir etme hayatımı düşün bir de beni,
Seni ne kadar çok sevdiğimi.

Güliz Ardilli / İstanbul / 10 Mayıs 1998 Pazar