Dün akşam sevgilime dert yanıyordum…“Ev o kadar kalabalıktı ki dün gece! Ve aksi gibi ben de bir o kadar yalnız kalmaya ihtiyaç duyuyordum! İşkence gibiydi hayatım ya! Puff olasım vardı yine!”Durdu…Suratıma baktı:“Allahaşkına bir anlatsana bana, nasıl oluyor şu “puff olmak”? Yani puff olmaktan ne kastediyorsun? Bir yerlere gidip dönmemek mi demek bu? Ya da bir süreliğine kaybolup sonra geri gelmek mi? Nasıl bir şey bu?”Nasıl anlatabilirdim ki ben şimdi bunu? Puff olmak işte…Daha ne diyeyim? Yok ama, anlatmamı bekleyen bir ifade vardı adamın suratında. Mecburen kelimelere dökmeye çalıştım:
“Hani bazı zamanlar bulunduğun yerde olmak istemezsin ya…Ama çok şiddetli bir duygudur hani…Kalbin sıkışır, daralırsın. Konuşulanları dinleyememeye başlarsın…Etrafındaki herkes yabancılaşır. Bir anda orada ve hatta hiçbir yerde olmak istemediğini fark edersin…İşte öyle zamanlarda aynı çizgi filmlerdeki gibi “puff” diye yok olmak ve arkanda sadece bir toz bulutu bırakmak istersin ya…Öyle bir şey işte.”“Peki geri gelmek istiyor musun sonrasında?”“Evet…Bir süre sonra, ama ben istediğimde, geri gelebilmeliyim elbette. Bir tür kaçış olmalı anlayacağın “puff” durumu.”“Anlıyorum sanırım…”Gerçekten anlıyor muydu, daha doğrusu ben gerçekten anlatabilmiş miydim bilmiyorum…Ancak eve geldiğimde bunun kafama takıldığını fark ettim. Bazen ne kadar tutsak olduğumuzu anladığımız zamanlarda neden firar edemediğimizi sorgulamaya başlamıştım ister istemez….Doğarken tutsaklığımızla beraber doğuyoruz. Annemizin sütünden beslenmeye tutsak, birilerinin bizi temizlemesine, giydirmesine ve barındırmasına tutsak…Sonra büyüyoruz ve okula başladığımız gün itibariyle tutsaklığımızı ikiye katlıyoruz. “Büyüklerimizin” uygun gördüğü şeyleri öğrenmek zorundayız çünkü artık. Sınavlara, değerlendirilmeye, eğitilmeye, istenilen şekle sokulabilmek için birileri tarafından davranışlarımızın belirlenmesine tutsak…Arzu edilen kıvama geldiysek ve zorunlu aşamalardan başarıyla geçtiysek iş hayatına atılıyoruz bu sefer…Tutsaklık katlandıkça katlanmakta…Mesainin başlama ve bitiş saatlerine, patronun taleplerine, alınan maaşa, o maaşla bir şeyleri yetiştirmeye çabalamaya, kariyer telaşına tutsağız artık.Sosyal hayatımız var bir diğer yanda. Arkadaşlarımız ve sevgilimizle öngörülen şekilde bir şeyler paylaşmaya tutsaklık.“Çok ayıp, insan arkadaşına bunu yapar mı hiç?”“Kırk kere aradım Mualla’yı, o beni bir kere bile aramadı! Aramam artık terbiyesizi! Hıh!”“Sevgilim bana sevgililer gününde çiçek almadı. Terk ediyorum öküzü!”“Bir hediye alıp Necla’lara gitmek gerek. Yeni ev aldılar. Ayıp olur gitmezsek…”Tutsaklık olduğunu çoğu zaman fark edemeden kurulan bunlar gibi bir sürü cümle eşliğinde yaşamaya devam ediyoruz…İşte ben nadir de olsa bunu fark etttiğim anlarda kısa bir kalp sıkışması geçiriyor ve “puff olmak” istiyorum…Ruhumu ve bedenimi salmak boşluğa…Bu farkındalığı her daim yaşamıyor olmamız büyük şans. Yoksa hayat zulüm olurdu…