bildirgec.org

zorunluluk hakkında tüm yazılar

19

astral | 19 June 2010 11:06

-Neden Leyla?

-Sevgi sözcüklerini buna en çok ihtiyacım olduğu an duymayı istemem, çünkü kalbim dayanamaz.

Valizini bir türlü hazırlayamıyor, sessizce ağlıyordu içinden sanki. Yanındaydım ve onu anlıyordum.

‘Bir yanım onu özlerken, diğer yanım o yanımı gözlemliyor. Nasıl bir durum içinde çalkalanıyor?’ dedi psikolojik, sosyolojik analiz, tespit yapıyordu; sanki çaktırmamaya çalışarak…

-Sensizliğin sana duyumsattıkları neler olacak acaba Leyla’m?

-Kendi kendini yoktan var etmesi gereken kadınım. Bir o kadar da yüksek benliğini –iç sesini- günlük uğraş sayması gerekenim. Gökyüzünden yıldızlar düşüyor, sevgilimle; yalnız uyuduğumuz geceler devam ediyor, edecek de… Yapılacak edim yok, sakinim. Yaşam akıyor, sözcük kırıntıları düşmek istiyor kağıda; belki de bizim de onunla birbirimize akmak istediğimiz gibi

Nefes ve Sevi

pilla | 05 March 2010 13:17

Bir şeyler yazmak istiyor yüreğim. Oysa kalem kıpırdamıyor bir türlü. Bir neden aramaya belki de gerek yok buna. Çünkü nedenler bazen de gereksiz kılar olguyu. Örneğin yaşamak diyelim. Yaşamak için nedenler yaratmak, yaşama mecbur kılmak değil midir kendini. Ve mecburiyet, bir çok güzelliğini alıp götürmez mi yaşamın? Oysa yaşam, kendi güzelliğini de getirir birlikte. Güzellikler hep durur orada. Küçük, ufacık şeylerdir belki; insan fark etmez çoğu kez. Ama hiç umulmadık anlarda, umulmadık şekillerde gösterir güzelliklerini yaşam. İnsan donup kalır öylece. Zaman durur o anda.
İşte bu yüzden yaşanacak onca şey varken ne gerek var bir neden aramaya. Neyin zorundayız ki aslında, nefes almak ve sevmekten başka…

PUFF OLMAK

| 19 August 2007 12:26

Dün akşam sevgilime dert yanıyordum…
“Ev o kadar kalabalıktı ki dün gece! Ve aksi gibi ben de bir o kadar yalnız kalmaya ihtiyaç duyuyordum! İşkence gibiydi hayatım ya! Puff olasım vardı yine!”
Durdu…Suratıma baktı:
“Allahaşkına bir anlatsana bana, nasıl oluyor şu “puff olmak”? Yani puff olmaktan ne kastediyorsun? Bir yerlere gidip dönmemek mi demek bu? Ya da bir süreliğine kaybolup sonra geri gelmek mi? Nasıl bir şey bu?”
Nasıl anlatabilirdim ki ben şimdi bunu? Puff olmak işte…Daha ne diyeyim? Yok ama, anlatmamı bekleyen bir ifade vardı adamın suratında. Mecburen kelimelere dökmeye çalıştım:
“Hani bazı zamanlar bulunduğun yerde olmak istemezsin ya…Ama çok şiddetli bir duygudur hani…Kalbin sıkışır, daralırsın. Konuşulanları dinleyememeye başlarsın…Etrafındaki herkes yabancılaşır. Bir anda orada ve hatta hiçbir yerde olmak istemediğini fark edersin…İşte öyle zamanlarda aynı çizgi filmlerdeki gibi “puff” diye yok olmak ve arkanda sadece bir toz bulutu bırakmak istersin ya…Öyle bir şey işte.”
“Peki geri gelmek istiyor musun sonrasında?”
“Evet…Bir süre sonra, ama ben istediğimde, geri gelebilmeliyim elbette. Bir tür kaçış olmalı anlayacağın “puff” durumu.”
“Anlıyorum sanırım…”
Gerçekten anlıyor muydu, daha doğrusu ben gerçekten anlatabilmiş miydim bilmiyorum…Ancak eve geldiğimde bunun kafama takıldığını fark ettim. Bazen ne kadar tutsak olduğumuzu anladığımız zamanlarda neden firar edemediğimizi sorgulamaya başlamıştım ister istemez….
Doğarken tutsaklığımızla beraber doğuyoruz. Annemizin sütünden beslenmeye tutsak, birilerinin bizi temizlemesine, giydirmesine ve barındırmasına tutsak…Sonra büyüyoruz ve okula başladığımız gün itibariyle tutsaklığımızı ikiye katlıyoruz. “Büyüklerimizin” uygun gördüğü şeyleri öğrenmek zorundayız çünkü artık. Sınavlara, değerlendirilmeye, eğitilmeye, istenilen şekle sokulabilmek için birileri tarafından davranışlarımızın belirlenmesine tutsak…
Arzu edilen kıvama geldiysek ve zorunlu aşamalardan başarıyla geçtiysek iş hayatına atılıyoruz bu sefer…Tutsaklık katlandıkça katlanmakta…Mesainin başlama ve bitiş saatlerine, patronun taleplerine, alınan maaşa, o maaşla bir şeyleri yetiştirmeye çabalamaya, kariyer telaşına tutsağız artık.
Sosyal hayatımız var bir diğer yanda. Arkadaşlarımız ve sevgilimizle öngörülen şekilde bir şeyler paylaşmaya tutsaklık.
“Çok ayıp, insan arkadaşına bunu yapar mı hiç?”
“Kırk kere aradım Mualla’yı, o beni bir kere bile aramadı! Aramam artık terbiyesizi! Hıh!”
“Sevgilim bana sevgililer gününde çiçek almadı. Terk ediyorum öküzü!”
“Bir hediye alıp Necla’lara gitmek gerek. Yeni ev aldılar. Ayıp olur gitmezsek…”
Tutsaklık olduğunu çoğu zaman fark edemeden kurulan bunlar gibi bir sürü cümle eşliğinde yaşamaya devam ediyoruz…
İşte ben nadir de olsa bunu fark etttiğim anlarda kısa bir kalp sıkışması geçiriyor ve “puff olmak” istiyorum…Ruhumu ve bedenimi salmak boşluğa…
Bu farkındalığı her daim yaşamıyor olmamız büyük şans. Yoksa hayat zulüm olurdu…

sutyen- erkeklerin korkulu rüyası

nevdalist | 01 May 2007 10:01

hafifçilere kıyağım
hafifçilere kıyağım

İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre sutyen erkeklerin korkulu riyası. Çünkü açmayı bilmiyorlar. Peki erkeklerin korkulu, kadınların zorunlu rüyası sutyenin tarihini hiç merak ettiniz mi?

Dilimize Fransızcadan giren ve yazılışı itibariyle kafa karışıklığına yol açan bir kelime sutyen. Kimilerine göre memeler için kap, kimilerine göre ise daha kibarca söylersek kadınların göğüslerinin dik durmasını sağlayan iç çamaşırı. Aynı zamanda memenin büyüklüğüne, ağırlığına, yerçekimine yakınlığına, kalitesine göre de oranı değişiyor. Sutyen sosyolojik bir olaydır aynı zamanda. Günümüzde yerliler, birkaç kabile ve aborjinler dışında hemen hemen herkes sutyen kullanmaktadır. Peki ne oldu da doğurganlığın simgesi olan meme bir anda hapsedildi? Bu sorunun cevabı kadının daha çok sosyal yaşamda, iş hayatında yer almasıyla açıklanabilinir. Artık kadınlar evinden çıkmış, sokakta erkeklerle beraber olmaya başlamıştı. Haliyle ilk olarak memeler dikkat çekmeye başladı. Buraya kadar sıkılmadıysanız sutyenin öyküsünü keşfe devam edebiliriz.