Telaşlı bir geçmişi anımsamanın giderek sakinleştirdiği bir şimdinin kıyısından,hatırlıyorum.Düşünmeye çalışırken hatırlıyor buldum gene kendimi, düşündüklerim hatırladıklarımdan ibaret adeta…Ses tonumu hatırladım ve sana anlattıklarımı.Saçmalamalarımı sonra,saçmalamalarını…Gülüyordum o zaman ya hani sana da çaktırmadan,görmüyordun sen,şimdi de aynını yapıyorum.Gülüyorum ama daha çok şeye,en çok kendime..Ses tonuma,yüz ifademe,ufak bir kareye nasıl sığdırmayı becerdiğimi şimdi bir türlü anlayamadığım,istesem de artık yapamadığım o şapşal ifadeye fazlasıyla gülüyorum.Yanındaykenki eskime,çizgilerime gülüyor, ardından biraz ağlıyorum.Yaşsız ve içten,eğri biraz,kambur…Bir soru işareti gibi aynı.. Sonramı ve sonranı bir soru işaretine benzetiyorum;kibirli ve kendinden emin bir başa oturtuyor bütün lahzalarımızı ve saymaya başlıyorum geride kalan soruları…Eğri sorular ve nizamlı..Boyun eğişlerimi,önümü seyirlerimi üzerlerine büyük gelen tebessümlerle giydiriyorum şimdilerde,seneye de tebessüm etsinler diye ve geride kalmış bütün hüzünlerimi de minik bedenli tulumlara sokuşturuyorum ki düşündüklerimin hatırladıklarımı def edeceği zamana dek besleyip büyüteceğim o hüzünler,gözyaşlarımla daralıp çeken tulumlara büyük gelsin,sıkışıp yokolsunlar diye..Üşümesinler ama,yeterince üşüdüler zaten,üşüttün hani..Eriyip giderlerken buharlar çıksın üzerlerinden,son bir dokunuş,bir elveda gibi şakaklarımı ovuştursunlar,yanaklarıma dokunsunlar..Hızlı adımlarımı anımsıyorum,yanından bir türlü ayrılmak istemeyişlerimi,istemedikçe yolları bitiren adımlarımı hızlandırdığımı…Bana ellerinle giydirdiğin çelişkileri anımsayıp kahkahalarla arama bol ilmikler atıyorum.Kalp çarpıntılarımı,mide bulantılarımı,adını duyduğumda burnuma gelen kokunu…Nasıl da karnım ağırırdı sen yokken kokunu duyduğumda..Sanardım ki sen yokken seni duyumsadığım her an kalbim alçak bir uçurumun kıyısında..Bacağım kadar yüksek bir uçurum, kalbim kadar sert zemin. Yere çakılsam ölüm! Ellerimle bir itsem beni,ölüm! Ama kokunu da alıp gelirdin işte,elimi tutardın,çeker alırdın,sıcaktı ellerin ve yumuşardı zemin,ben aşağılardan bulutlara koşardım,ellerimde kokun ama yolun sonu gene ölüm!Bir kere yaklaştı mı insan ölüme,tüm yaşamlar kırmızı halılar seriyor ecel suyu ile yıkanmış çakıl taşları üzerine..Bir çakıl taşı ki minik bir çocuğun elinden ,meltemli bir öğle sonrası uzak,mavi bir denize fırlatılmış bir umut turası ; bir çakıl taşı ki sayesinde bir karınca yuvasının sert ve sağlam kapısı…Ayaklarımla üzerlerinden geçtiğim,ökçelerimle her köşesini ezdiğim çakıl taşları…Topuklarımla yoksaydığım ölümlerin doğum sancılarısınız hepiniz ve aptal bir gülümseyişin eteğinde toplandığı aptal minyatür aşklar…
yorumlar
doğmamış çakıl taşlarının doğması için doğmuş çakıl taşı gereklidir.
ama ne yazık ki çakıl taşları parçalanır. hatta gün gelir ufalanır, hatta gün gelir kum olur. yani bizde ölümün eşiğinde bir gün kum tanesi kadar silik olcağız. bildiğimiz gerçekleri hep telafuz ederiz, ederiz ta ki o ana kadar, nafile telafuzlardır, nitekim.
” ardından biraz ağlıyorum.Yaşsız ve içten,eğri biraz,kambur…Bir soru işareti gibi aynı..Öncekilerden daha iyi İl mare, yazmaya devam..”Sanardım ki”, bana göre ”sanı” dan geldiği için ”Sanırdım ki”
bunun görselini değiştirmiş moderasyonayyy fenalık geldi,
heh fotoyu değiştirince uyandılarşükürler olsun
İlmare, okuduğum en mükemmel yazın..hatta, hafifte, son zamanların en güzel yazısı diyebilirim. diyorum….ellerin ölümü itsin, çekilsin önünden cinayetin..dilerim.ama kalmayacaksın sen yine de bilirim. yaşadım..yaşamayıp öldüm. hallerime ben de güldüm.
evcil çakıl taşları
Teşekkür ederim beğenen beğenmeyen herkese ve Morfik,ellerin ölümü itsin, çekilsin önünden cinayetin..dilerim.ama kalmayacaksın sen yine de bilirim. yaşadım..yaşamayıp öldüm. hallerime ben de güldüm.Bu çok güzel ve büyüleyici!!!
sözcüklerinizin, açık siyah rengi idi sadece..
Büyüleyici bulmamın tek sebebi o zaten Morfik…Yazının bendeki kopyasının altına özet olarak yapıştırdım bile..
umut ederim, bu büyüyü yaşatırsın hep yazdıklarında.:)
Baktığı yere görü görüntün değişir..Objektiften bakarsan büyür, okulerden bakarsan küçülür dünya.. ama büyüyen ve küçülen baktığın yerdir…İnsandan bakarsan küçülür evren.. evrenden bakarsan büyür insan.. düş ve güç iki ayrı uç.. ucun birinden çakıl taşı çıkar diğerinden insan…Gördüğün mü oluyor yoksa olanı mı görüyorsun ?Sanırım aradıklarımıza değil arayışa bakacağız birazda.. ben başımın üzerine koca bir sepet koydum ve onun mazgallarından bakıyorum dişarıya.. amma eline dürbün alınlardan daha net görüyorum dünyayı oradan.. bu sepete yontembilim diyorum ve yaşamımı bu sepeti satmaya adadım ki doğum sancısı gibi ölüm sancısı da daha kolay ve rahat olsun.
Morfik,ben de aynı şeyi diliyorum herkes için…)Osman Ziya,yöntembilimini paylaştığın için teşekkürler..Başlara geçirilen sepetler kendi başının hamallığını yapmaya yarar belki insanın,taşıdıkça hafiflersin,her hafiflemenin üzerine serilen,mazgallardan sızan güneş ışıkları da o sepetin içinde karanlık kalmış noktacıklarla selamlaştığında ve etrafa menevişli gölgeler hakim olduğunda,sepetini bulut yaparsın,ışık kırıntılarını güneş,sen ise dünya olursun..Güneşi içine sığdıracak kadar büyük,bilinenin aksine.Güneşi içine sığdırdığını sessiz çığlıklarla haykırmak isteyen dilin de evrene yayılır zaten,evren de senden ibaret olur..Ne insandan bakarak küçük gözükür aslında evren ne de evrenden bakarak insan büyük gözükür…İnsandan bakmalar insanı evren yapar ama dediğin gibi bunu anlamak için aranılanlardan öte arayışlara odaklanmak lazım…Keyifli paylaşım için saol..