Benim hiç ablam olmadı. Bu yüzden ablası olanları hep kıskandım.Odama çekilip çaresizce ağlarken, kapımı aralayıp usulca içeri süzülen, neden ağladığımı soran bir ablam olsaydı…O zaman gözyaşlarıma tanıklık eden biri olduğunu bilir ve odamdan çıktığımda, o ağlayan ben değilmişim gibi davranmazdım. Gözyaşlarının yerini çaresizliğin verdiği öfke doldurmazdı.Ablam yanıma oturur ve elimi tutardı. Titreyen, tüm işlevini kaybetmiş elimi… Ona yeniden hayat verir, bir el olduğunu hatırlatırdı. Sonra da bana yapardı aynı şeyi. Sorular sorar, hıçkırıklarımın arasında ağzımdan dökülen bölükpörçük cümleleri dinler ve onlardan anlamlı, eksiksiz bir bütün yaratırdı. Sonra bu bütünü gözlerimin önüne sererdi.Bense, onun bana gösterdiği şeyle anlattıklarım arasında bir bağlantı kuramazdım önce. Ablamın sevecen yüzüne bakar, bana olan sevgisinden, gerçeği göremediğini düşünürdüm. Ama o, konuşmasını sürdürüp ayrıntılara indikçe, canımı yakan şeyler artık acıtmaz olurdu. Çünkü resmi görmeye başlardım artık… Ve onun içinde de kendimi görürdüm. Ne olduğumu, kim olduğumu hatırlardım yeniden.