bildirgec.org

telaş hakkında tüm yazılar

kör olasıca günlük

nazokiraze | 22 June 2010 16:24

Yazın gelmesi ile birlikte arka arkaya gelecek olan sınav, mevlit, karne, diploma o, şu,bu gibi telaşelerden bir taraflarımı kaşımaya bile vakit bulamayacağımı varsayarak yazdığım fakat , yeni çıkaracağım kitaptan alıntı zannedilerek edebi eleştirilere maruz kalan yazımda yer alan maceralarımdan devam sevgili okuyucu.

Yukarda yer alan kurduktan sonra benim bile pek anlayamadığım acayip cümlede belirtmiş olduğum gibi bu yaz oldukça hareketli başlamıştı ve ben bunu daha önce anlatmıştım. Sınavımız fena geçmedi önce onu belirteyim. Sonrasında kayınvalidemle birlikte organize ederken evdekilerin burnundan getirdiğimiz mevlit ise gerçekten oldukça sıradışıydı. Bir kere etli pilavdan isteyen eşim ve eniştesine bir çimdik bile koklatmamamızın sebebi onlara olan kastımız değildi, hele aynı sitede yer alan ablamızın evine yollamaya üşenmek hiç değildi (erkekleri hapis ettiğimiz yer orası) sadece misafirlere yetmez korkusuyla eşimin sevgili annesinin aldığı bir önlemdi ama yirmi kişiye sekiz kilo pirinçten yapılan pilavın mevlit sonrası hala eşe dosta dağıtıldığı halde bitmeyecek kadar çok olacağını bilse göndermez miydi sevgili oğlu ve damadına. Neyse pilav muhabbeti ile olayı yemeğe bağlamayayım mevlitte başımıza gelen hadiseler bunlar değil çünkü, bir gece evvel hastalanan oğlum kendi sünneti için yapılan etkinlikten haz alamadı, her mevlit, nişan, gün gibi ortamlarda birleşip azan veletler grubuna ev sahibi ve hatta sünnet çocuğu olarak bile iştirak edemedi, koca gün 39 derece ateşle baygın gibi yattı durdu ne pilavını yedi ne oyun oynadı zavallı.

artık sıcaklamaya başlıyorsun

nazokiraze | 16 June 2010 13:06

Yaz yaklaşırken, Haziran gelirken, Mayıs giderken bıdı bıdı bıdı şeklinde yaza-okuya bir baktım yazın ortasındayım, sıcakların dibini bulmuşum, henüz Haziran ayında bu kadar bunalırken Temmuz ve Ağustos ayı ne getirir ne götürür bilmez halde yatıp yuvarlanıyorum.

Ben kış seven biriyim, isterim kar yağsın ,her yerim donsun yaz hiç gelmesin gelse de hep bahar havası gibi olsun. Aşırı sıcakların nefes darlığımı iki katına çıkardığını, susamayan bünyeyi zora soktuğunu söyleyerek başlıyayım yahu insan hiç mi susamaz öyleki mecburi bir bardak su içsem midem ağrıyor, alışmamış tabi. Soda, limonata ,kahve falan içmesem heralde yaprak gibi kuruyacağım.

Dünya Rüzgar Enerjisi Konferansı ve Sergisi 15-17 Haziran tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştiriliyor.

yazım geldi

nazokiraze | 04 June 2010 09:24

Yaz geldi herkeste bir telaş , sanki birileri kovalıyormuş gibi herkes kımıl kımıl dolanıp duruyorlar, herkesin derdi başka tabi, mesela ben bu Cumartesi son kez SBS sınavına girecek kızım yüzünden topuklarım ensemde bir garip hallerdeyim, ben böyleysem yavru kuşum ne halde kimbilir, iyi bir liseye girmesi gereken o , sınav üstü feleğin çemberinden geçen biziz.

Geçen haftam çok yakın arkadaşımızın düğün telaşıyla geçti, alışverişti, şuydu buydu tam bitti geride bir düğün kaldı dedik, sevgili dostum Gulsey’in iki gün üstüste sınavının nedeniyle kollarıma getirilen minik yaramaz ortaya çıktı, bebek gitti, düğün geldi nasıl hoş bir hafta sonuydu o.

ÖLÜMÜN DOĞUM SANCISI VE DOĞMAMIŞ ÇAKIL TAŞLARI

il mare | 04 January 2010 12:00

Telaşlı bir geçmişi anımsamanın giderek sakinleştirdiği bir şimdinin kıyısından,hatırlıyorum.
Düşünmeye çalışırken hatırlıyor buldum gene kendimi, düşündüklerim hatırladıklarımdan ibaret adeta…

Ses tonumu hatırladım ve sana anlattıklarımı.Saçmalamalarımı sonra,saçmalamalarını…Gülüyordum o zaman ya hani sana da çaktırmadan,görmüyordun sen,şimdi de aynını yapıyorum.Gülüyorum ama daha çok şeye,en çok kendime..Ses tonuma,yüz ifademe,ufak bir kareye nasıl sığdırmayı becerdiğimi şimdi bir türlü anlayamadığım,istesem de artık yapamadığım o şapşal ifadeye fazlasıyla gülüyorum.Yanındaykenki eskime,çizgilerime gülüyor, ardından biraz ağlıyorum.Yaşsız ve içten,eğri biraz,kambur…Bir soru işareti gibi aynı.. Sonramı ve sonranı bir soru işaretine benzetiyorum;kibirli ve kendinden emin bir başa oturtuyor bütün lahzalarımızı ve saymaya başlıyorum geride kalan soruları…Eğri sorular ve nizamlı..

PARANOYA

teacher07 | 17 November 2008 12:23

Sabahın ilk kızıllığında gözlerini ovuşturup, pencereye kendini atacasına yaslandı. Hoyrat balta darbeleriyle, yana yatan bir ağaç gibiydi. Ağır gövdesi komşu ağaç dallarına yaslanmış, odun mu, kereste mi olacağı belli olmayan, ama yıkılmış bir ağaç… Pencerenin pervazına dayanan elleri taşıyamaz durumdaydı koca bedenini. Kolları kırılıp, camdan fırlayacak gibi hissetti kendini. Ürkerek geri çekildi, yedinci kattan yere çakılmak hiç de hoş değildi.Yığılırcasına attı kendini koltuğa. Tavanda avizeye takıldı gözleri bir süre. O da ne? Avize, bir o yana bir buyana sallanmaya başladı. Keskin kılıçların parıltısı fışkırdı ampullerden. Sağından, solundan, başının üstünden tiz bir ıslık çalarak savruluyordu kılıçlar. Televizyondan mermiler yağmaya başladı sağına, soluna. Başını bir o yana bir bu yana eğerek korunmaya çalıştı. O kadar çoktu ki, bunaldı olanlardan. Elleriyle kapattı gözlerini, dizlerini karnına çekti, kıvrıldı koltuğun üzerine.

yüzünü özlemişim

| 27 September 2007 11:58

..
Nasıl da telaş varmıs yüreğimde, oysa bir bilet uzağımdaydın sadece,, yani aslında yanında sayılırdım o otobüse bindiğim andan itibaren, ama gecmedi iste bu his; merak, meraktan daha farklı bir “huzursuzluk” aslında, sıcaklıgına olan özlemin, huzuruna olan sevginin verdigi bir tat yüreğimdeki..
insanların yüzlerinde senin gölgeni bulasım vardı, hani senin orada olmayacağını biliyordum ama; işte, kalbimi kandırmak böyle bir düzen ile tarif edilir herhalde.
Kelimelerimden sıkılıyorum şuan, hevesim vardı ya senin binlerce resmini cekecektim de saklayacaktım, ama gel gor ki şuan pırıl pırıl parlayan bu fikir, sen yanımdayken aklımdan uçuveriyor..
Kalbimde sevgin kalıyorum, gozlerimi kapama şansımla..
Ve şansımı kullanıp seni düşlüyorum , tarihe, talihe inat,,
Kuruyacağım yakında, biliyorum, bilsemde engel olamayacağım , neden kursagımda kalsın “seni cok seviyorum”

Yalnız Bir Kadın Olmak…

hypatia | 09 May 2007 09:40

Bu gece, kulağımda ki “Camdan Kalp” şarkısının hüznüne, mail kutuma gelen Sayın Ahmet Altan’ın yazısından bir alıntının, kalbime verdiği sızı eşlik ediyor.

Gözler, tüm gerçekleri söyleyen ve baktığınızda acı ve mutluluğu görebileceğiniz, duyguların saklanmasının en zor olduğu yerdir. Hele ki bir kadının gözlerinde…
Zihnimin kabul ettiği tek gerçektir, mutlu ve mutsuz kadını gözlerindeki ışığın ele verdiği. Mümkün değildir ki sevgiye doymuş bir kadının gözlerinin içinin parlamaması, şevk ve heyecan dolu olmaması, enerjisi ve kahkahası ile gururla gezinmemesi. Ne acıdır ki, sevgiye hasret bir kadının gözlerinin feri sönmüştür. Bakışları donuk ve hissiz olabilecek kadar tepkisizdir. Tüm heyecan ve isteklerini yitirmiş, ertelemiş ve hatta unutmuştur. Amaçları da, kendi ben’i gibi kaybolmuştur. Sadece ve sadece yaşamın gereklerini yerine getirmek için hareket etmeye başlamıştır. Kırgın ve kırılgandır. Artık yıkılmış umutlarını bile hatırlamamaktadır.

1. Bölüm (uzun sıkıcı bir hikaye)

deborahhh | 07 October 2006 04:35

Telefondaki ses ısrarla “buluşalım” dedi. Arkadaşının arkadaşıydı. “Evet” demek doğru olur muydu? Önce “bu gün olmaz” diye geçiştirdi. Sonra arkadaşını aradı. Durumu anlattı. “Kendine dikkat et. Aslında zararsızdır ama kendini kızlar konusunda Don Juan sanır” dedi. Aslında bu buluşma gerekliydi. Biliyordu ona bazı sorunları için yardımcı olabileceğini. Çevirdi telefonu. Arjantin caddesi’de bir restoran. “Arjantin’e nasıl çıkabilirim?” diye sordu. “Tam olarak neredesiniz?”
” Ben şimdi Paris’teyim” Karşı taraf uzun bir -ıııı çektikten sonra “Filistin’deyim ben, bir saat sonra gelip sizi alsam?” “Evet olabilir. Ama sizi nasıl tanıyacağım?” Yine uzun bir -ııı ve” üzerimde gül kurusu bir sivetşört var”
Duş almak için banyoya gitti. Bir yandan da düşünüyordu. Üzerinde gül kurusu sivetşörtü olan bir adam şimdi Filistin’deydi, bir saate kadar Paris’e gelip onu alacaktı ve birlikte Arjantin’e gideceklerdi. Gülerken duş başlığındaki yerinden çıkan o ahize tipli alet, kafasına düştü. Acıyla karışık kahkahalar attı.
Kafasında tatlı tatlı kaşınan yumurtamsı şişlikle, düşünmeye çalışmak iyice zorlaşmıştı. Yabancılar bir şey verdiğinde almamalıydı. Ama bu yabancı onu yemeğe davet etmiş, üstelik iş teklif etmişti. “Tanışınca artık yabancı olmaz” dedi kendi kendine ve yine gülmeye başladı.
Ne de olsa buluşulacak kişi patron adayıydı. İyi giyinmek, iyi görünmek gerekirdi. Hiç de iyi görünesi yoktu o gün. Zaten dışarıda yağmur vardı. Yağmur eğer çamura bulanmak zorunda değilse, sıcacık evinden çıkmayacaksa güzeldi. Ama şimdi güzel değildi. Kendi gibi çirkindi. Ama biliyordu, biraz fondötenin, biraz rimelin harikalar yarttığını. “Yaşasın kozmetik dünyası” dedi. Sonra yine güldü. Kendi kendine böyle bir kandırmacanın ateşli savunucusu gibi davranmanın ne anlamı olduğunu sorguladı. Kozmetikle selülitlerinizden, göz altı morluklarından, saç dökülmelerinden, siyah noktalardan ve daha envai çeşit şeyden kurtulabiliyordunuz. En azından reklamlar öyle diyordu. Hangi reklam inandırıcı gelmişti ki birden bire “yaşasın kozmetik” raddesine gelmişti?
Bir de ne çok şey varmış insanın kurtulmak istediği. Fazla kiloları, sivilce izleri, güneş lekeleri, kepek…..En acıklı tanımlama da “istenmeyen tüyler”. Yine güldü. “Neden böyle saçma şeyler düşünüyorum ki?”
Sık sık yaptığı bir şeydi bu. Asıl konudan jet hızıyla uzaklaşmak. Adamın teki az sonra sokağın başında üzerinde gül kurusuyla, belki belinde de kuru sıkıyla onu bekliyor olacaktı. Ama ne korku, ne telaş…. Hanımefendi kozmetik dünyasının uydurmalarını düşünüyordu. Makyaj bitti. Baktı aynaya. Evet bu gerçekten mucize olmalıydı. Az önceki maymun surat gitmiş yerine boyalı bir maymun surat gelmişti. “Boyalı bir maymun daha iyidir” dedi ve yine güldü.
Salona geçip bir sigara yaktı. Televizyonda Avrupa Yakası’nın tekrarı vardı. Burhan Altıntop isimli tiplemeye güldü. Ama sadece basit bir gülüştü. Kendi iç sesiyle daha çok eğleniyordu çünkü.
Zaman geldi. Ceketini giyip, kapıyı çekti. Sokağın başına yürüdü. Yağmur sadece hafif hafif serpiştiriyor, en fazla tene deydiğinde kaşındırıyordu. Beklenen gizemli şahıs hala yoktu ortalıkta. Filistin-Paris-Arjantin hattını düşündü. “Keşke bir de Tunus’a uğrasaydık” diye geçirdi içinden ve güldü. Birden önünde siyah bir araba durdu. Arabanın sağ ön tarafının camı (otomatik!!!) açıldı. “Seda Hanım?”
Camdan içeri kafasını uzattı “Mesut Bey?”
Kapıyı açıp araca bindi. Klişe tabirle havadan sudan bahsettiler. Zaten hava bugün yeterince suluydu. Böylece konudan da tasarruf etmiş oldular. Arjantin pek uzak sayılmazdı. Ama tanışmayan iki insan için, üstüne sıkışık trafikde eklenince yol çok uzun geldi. Arabaya binmeden önceki sahne gözünün önüne geldi. Cümleler tam karşılığı değildi belki ama görüntü “Tam bir yol kenarı fuhuş pazarlığı sahnesi” diye düşündü, yine güldü. Mesut Bey: “Ne oldu?” Birden yalnız olmadığını, kendi kendine gülmenin yanlış anlaşılmaya fazlasıyla müsait olduğunu farketti. “Yok, sadece iç sesim benimle geyik yapıyor” dedi ama bu kez gülmedi çünkü kafasındaki şişliğin zonkladığını iç sesinin “Salak tanımadığın adama bunu neden söyledin ki?” narasıyla hissetti. Mesut Bey bir kahkaha patlattı. Neyseki artık Arjantin’deydiler………