‘Sokak karanlık ve yanımdan gülen insanlar geçiyor. Yüzlerini seçemesem de sesleri yetiyor. Mutlu bir çift.. ‘Peki benim mutluluğum nerde?’ diye iç geçiriyorum, kimse duymuyor..O daracık, nefret ettiğin yokuştan çıkıyorum kimbilir kaçıncı kez. Üzerime doğru son hızla bir taksi geliyor, ezdi ezecek çekilmesem. Yerde ölü bir güvercin görüyorum. Bütün güzelliğiyle yatıyor. Biz de öldüğümüz anda bile güzel değilmiyiz, aynen öyle.. Eve gidip kendime hazırlayacağım içki kadehinin arzusuyla yanıp tutuşuyorum. Birazdan yanından geçeceğim arabanın içindeki sarışın yelloz bana kötü kötü bakıyor. Kimsenin yüzü asık olamaz mı, ağlayamaz mı? Neden bana öyle bakıyor?Yol bitsin istemiyorum inan. Ne olacak ki yol bitince? Bu dar, pis kokulu yol bitti diye sevinmeyeceğim çünkü eski püskü evime varacağım sonunda. Hem yürürken insan huzurlu oluyor. Bir tek yürürken ve senin yanındayken bu huzuru buluyorum. Şimdiye dek gerçekleştirdiğim ve gerçekleştiremediğim tüm hayallerim geliyor aklıma yürürken. Gerçekleştiremediklerim daha fazla inan. Bu canımı sıkıyor biraz. Geçecektir diye teselli ediyorum kendimi. Başarırım bir gün. Hep umutluyumdur bilirsin. Ve inan apartmanın önüne geldim sayılır. Bildiğimiz o pis koku yayılıyor dışarı. Pis apartmanımın pis kokusu. Geldiğim gibi posta kutusundaki telefon faturasıyla karşılaşıyorum. Bakışıyoruz bir süre. Almasam diyorum, ödemesem, öylece kalsa, bende evde gebersem, çürüsem, kokumdan evi bassalar, sonra da götürüp bir güzel gömseler. Tabi olmuyor bunlar alıyorum faturayı. Hani şu senin yardım etmesen ödeyemeyeceğim faturam. O da diğerleri gibi çantayı boyluyor. Geldim,dairemin önündeyim. İnan buraya gelmeden önce sahile gidecektim biraz, turlayacaktım ama korktum nedense.. İnsanlardan, hemde bu saatte. 9’da. Sonuç? Muhteşem sarayımla başbaşayım. Hizmetkarlarım oradan oraya koşuşturuyorlar. O diyor ‘ben hizmet edeceğim’ o diyor ‘ben’! ‘Durun’ diyorum, ‘ben yemeğimi kendim’ alırım. Ahh şu esprilerim.. Girer girmez votka koydum, en Rus’undan. Bakarsın yarıya indiririm bu gece, yarın da gerisini ,ohh mis..Bilgisayarı açıyorum. Müziği açıyorum. Teoman ‘gemiler’ çalıyor. Dinle arka arkaya 50 kere,bak ne hale geliyorsun. Seni arayacaktım cepten ama aramadım. Sen merak et istedim beni. ETMEDİN. Arayıp eve vardığımı söylediğimde ruhsuz ve tadsızdın. Film izliyordun, bölmüştüm,sözlerin küfretmese de ses tonun bana küfrediyordu, biliyorum. Kapadım telefonu. Daha 40 dakika oldu,başım güzel dönüyor. Bak bir gün daha bitiyor. Şurda 2 saat sonra yatarım ben ya da sızarım. Çabuk geçiyor günler. Bak biri daha bitti. Keşke bitmese. Keşke 25 Eylül 2007 gelmese. Keşke ayrılığı tadacağıma bilincimi kaybetsem. Hiçbirşeyi ve sana olan aşkımı hatırlamasam. Kendimi bilmesem.Sorarak öğrensem, seni beğenmesem. Tipini, ruhunu,karakterini,gülüşünü,gözlerini beğenmesem. İnsan hep imkansızı ister, ah bu ben…Senin yanından ayrılışım 1,5 saat olduysa evde de 1 saat geçirdiysem, bak bu, sensiz geçirdiğim 2,5 saatin özeti. Nasıl sıkıcı ve boğucu anlayamazsın. Sanki birlikte geçirdiğimiz güzel günlerin acısını çıkarıyor biri benden. Sanki birileri benden nefret etti, beddua etti ve mutsuz olmamı istiyor. Varsa öyle biri ve her kimse evet mutsuzum. Sensizlik damarlarımda, kan yok, alkolle besliyorum. Ve bu, daha yazacaklarımın başlangıcı’ dedi kız romanı için aldığı deftere bakarken ve romanının ismini koymaya karar vermişken:’Hayatın ÖZ’ü…..’