Beklediğinden çok daha ağır gelmişti 18 yaşın getirdikleri. Kendisini hafiflemiş ve özgür hissedeceği yerde tam tersine baskı altında ve sorumluluk sahibi biri olarak görüyordu. Gözleri önünde kıpraşan kızıl-kahverengi yakamozlar kaydı. Ehliyet alabilecekti mesela. Artık arabayı ara yollardan tedirgin sürmesine gerek kalmayacaktı. Üniversiteye gidecekti, sevdiği yerlerde içki içebilecekti, bir ev kiralayıp kontratı kendi üzerine yapabilir, kendi banka hesabını açtırabilirdi. Suratına oturan hafif tebessüm, bakışlarını önünde açık duran mektuba kaydırınca birdenbire yok oldu. Tahmin etiğinden çok daha ağır sorumlulukları vardı.“Ruhunu yüce tut. O ruh seni ananın karnından alıp soktuğum ırmağın ruhudur. O ruh, ananın sütünden sana geçen otun, onu yeşerten yağmurun, toprağın ruhudur. Canında, sana canını veren geyiğin, koyunun hakkı vardır. Süt sınavdır. Ananın sütü büyütür, atın sütü düşündürür. İyi düşün. Bunlara layık ol.”
Mektupla beraber gelen iyi kalite scotchdan bir bardak daha doldurdu, okumaya devam etti.“Dağı aşar düşman gelir: vurusun, vurulursun. Evden öte şarap gelir, içersin, kudurursun. Seni aşar kadın gelir; seversin, unutursun. Taktir senin taktirin, ayıp senin ayıbındır, ileride sorulursun.”
5-6 sayfalık mektubu defalarca okudu. Hep en sonunda cevabını bekleyen o soruyu düşündü. Mümkün olduğu kadar çabuk cevap vermesi gerekiyordu.“Yolun uzun, bahtın açık olsun. Seç birini, işini kolay etsin.At iste, hızın olsun; yolunu sen yapacaksın.Avrat iste, dölün olsun; yuvanı sen kuracaksın.Silah iste, sabrın olsun; tetiği sen çekeceksin.”
Ağzıdaki buruk meşe küfü tadı ağırlaştı. Vereceği cevabı bir kez daha düşündüğünde yanaklarının iki yanından acı bir salgı dilinin altına yayıldı. Beyaz kağıdın üzerinde dolmakalem, rutin saygı-selam girizgahından sonra cevabı yazmaya başladı:”Baba benden cevap istersin. Çok düşündüm. Umarım isteğim seni hayal kırıklığına uğratmaz.Köyde DamarKısrak duruyor hala, şimdi 3 yaşına gelmiştir. Sordum, haberlerini aldım. Afiyette imiş. Artık aygıra çekelim diyorlar, bu kış inşallah gidip ona bir demirkır seçeceğim. Onun sevgisi bende vardır. İçtiğim kanı kanıma karışıktır, bana güç verir. Benim bir tutam saçım da onun yelesine örülü durur. Steplerin rüzgarı o koşarken saçlarımı dalgalandırır. Hati (I) ona değer, beni okşar. Biz onunla zaten biriz.
Avrattan yana bir sıkıntım yok çok şükür, ama yuva kuracaksam daha çalışmam gerek. Doğru kadın, doğru zamanda doğru yerde olacaktır. Çağırınca gelen kadının tarlası çopur, ağzı kuru olur. Kendi gelen kadın taşı yeşertir. Onu bekleyeceğim.Eğer layık görürsen, dedemin sana verdiği silahı ver bana. Töreyi de bilirim, yanlış yerde çıkartırsam tetiği kendime çekmeyi de. Sabır kazanacak ömrüm, ömre vefa edecek bilgim olsun dilerim.”Adjar, mektubunu postaladıktan kısa süre sonra cevabı aldı. Babasından gelen yeni bir mektup, kararına saygı duyulduğunu ve istediğini alması için Batum’a gitmesi gerektiğini söylüyordu. “Gönül ister ki sana silahını ellerimle teslim edeyim, ama icazetini almadan bunu yapmam mümkün değil. Sen ailenin en büyük erkek torunusun. Oraya git, kendini ıspatla, bana gel, silahını vereyim.” diyordu, açık ve net bir şekilde. Bunun böyle olması gerektiğini zaten biliyordu, o yüzden pek şaşırmadı. O silahı almak için değil Batuma, dünyanın öbür ucuna bile gidebilirdi. O silah ki Şeyh Şamil’İn yanında kullanılmış. Yaşlı çakaralmaz halen de çalışırmış. Hatta durduğu yerde kendi kendine namlusunu evin kapısına çevirdiği söylenir. Babası bu konudan hiç bahsetmemişti ama dedesi anlatmıştı bir keresinde, hatırlıyordu. Hemen yol planı yapmaya koyuldu. Amasyada amcasıyla buluşacak, beraber Artvin’den geçerek Tbilisi’ye (Tiflis), oradan da Batum’a geçecekler, en uygun yol buydu. Batumdan sonrasının biraz zor olduğunu söyledi amcası; yaklaşık 2000 metre kadar tırmanmaları gerekecekti, ama bi de müjde verdi; Aşağı Batum’da kendisini DamarKısrak’ın anası karşılayacaktı. Adjar, hazırlıklarını hızlandırdı.Yaklaşık 1 hafta sonra Amasyadaydı. 93 Harbi’nde savaşacak erkeklerin kadınlarını ve çocuklarını gönderdikleri, ve sonra da sağ kalanların gelip ailelerini buldukları, yerleştikleri yerlerden biri. Çveneburi (II)’nin en büyük ili. Buraya gelenler arasında gürcü naiplerinin (III) çocukları da vardı. Adjar’ın ataları da 35 sene süren bu savaştan sağ çıkmayı başaranlardandı.Amasyada kuzenleri tarafından karşılandı. Şehrin dışındaki köylerine gitmek için yola koyuldular. Aslında ailesinin yanyana 3 köyleri vardı. Bu 3 köy, son derece ataerkil bir düzende, tamamen bilinenden farklı bir hukuk ve anlayışla yönetilirdi. Bunu bilmesi önemliydi, çünkü tavırlarda dışa vurulacak en ufak bir yanlış, çok önemli aksiliklere sebep olabilirdi. O üç köyde yaşayanların hepsi, sadece bir kişiye “baba” diyordu. Tek bir aile, ve tek bir baba. O “baba” da Adjar’ın 98 yaşındaki büyük dedesi…Bunları düşünürken çatılan kaşları, Arabayı kullanan büyük kuzeninin söyledikleriyle eski haline döner; “Şanslısın Adjar ağabey. Bu gece çerkez düğünü var, tam da denk geldin vallaha. Gelmişken sana da bir kız alalım onlardan ne dersin?”Ah Adıgeler (Adiğeler, Çerkezler)… Tanrı’nın en güzel lütuflarından olan kadınları dillere destandır. Gürcülerin 300 yıllık himayeleri ve silah arkadaşları. Kadınlarının güzelliğinden olsa gerek, erkekleri fazla korumacı, asabi ve sabırsızlardır. Kafkasyanın büyük savaşlar görmüş, yokluklar atlatıp hayatta kalmış önemli halklarındandır. Gürcülere göre biraz daha politiktirler, daha az savaşırlar, ama sonuçta MÖ 2. yy. da Sarmatlar‘ın anavatanları olan Kuzey Kafkasya’yı ele geçirmelerinden, Alanlar, Gotlarve Hunlar‘ın MS. 4. ve 5. yy.lardaki saldırıları sonucu neredeyse bütün deniz ticaret yollarını kaybetmelerine rağmen Ukrayna ve Kırım’a kadar yayılmayı başarmışlardır. Buradakiler, 1862-1897 arası Osmanlı Hükümeti tarafından sürgün ve yerleşim giderleri ödenerek getirilmişler (IV).Bu, herkesin hatırladığı yakın tarih. Bunun bir de öncesi var. Şu anda bile Kafkasya’da Çerkezler, Çeçenler, Gürcüler ve hatta Kazaklar ve Türkmenler tarafından değişik lehçelerde bile aynı şekilde kullanılan kelimeler vardır ve bunları etimolojiyle açıklamak mümkün değildir. Kafkas halkları’nın ortak paylaştığı Nart Destanları, bunlara bir nebze olsun ışık tutar. Nartlar’ın başlangıcı belli değildir. Mytkos ile başladığı sanılmaktadır. Kafkasya’da artık kullanılmayan antik bir dile ait lehçeleri, günümüze çok az farklarla taşımışlardır. (V)Seteney Guaşe işaret eder ki çerkez kadını şu anda bile onun temsil ettiği değerleri binlerce yıldır korumaktadır. Belki de Setenay’ın ölümüyle ilişkili hiç destan olmaması bunun yüzündendir. Sanki ölümsüz olduğu, halkının her daim değerlerini koruyacağı umulurcasına Nart Destanları’nda tanrıları kıskandıracak kadar güzel, zarif, kurultaylardaki açmazları bile tek lafıyla çözecek kadar bilge olan Setenay, öldürülmemiştir. Hephaestus Aphrodit’i almadan öncesinde demirci Tlepş ile evlidir. Artemis, Anadolu’da Kumbaba, Kybele ismiyle taçlandırılmadan çok önce Sosrıkua (Şoşrike, Shoshriuka)’yı doğurmuştur. “Kılıç veren” anlamındaki ismiyle (VI) Avrupalı derebeylerinden, hatta Cengiz Han’dan çok daha önceleri halkını onurlandırmıştır. Beyaz gülleri kırmızı yapan onun kanıdır (VII). Halen de halkı, kızlarına “kırmızı gül” anlamına gelen ismini koyarak kendisini onurlandırır.
Adjar, birkaç sene önce çeşme önünde dikili süs biberlerini yedi diye nasıl kızılca kıyamet koptuğunu hatırlayıp gülümsedi. Evlilik çağına gelmiş kızlar (16-17 yaş), son derece acı biber fideleri dikerler. Birisiyle evlenmek isteyen erkek, talibi olduğu kızın biberini yiyip acıya katlanmak zorundadır. Adjar çok sevdiği biberleri görüp hepsinden birer ikişer atıştırınca, karşıda oturmuş gülüşen kızlar bir anda canavarlaşıp kendisini kovalamaya başlamışlardı. DamarKısrak olmayaydı, akıbeti nice olurdu tanrı bilir. Acaba onlar da olayı hatırlayıp düğünde üstüne saldırırlar mıydı?Şehirden oldukça uzaklaşmış, iki yanda uçsuz bucaksız uzanan bozkırın ortasında küçük bir şose yoldan gitmektedirler. Altlarındaki pikap böbrek taşı düşürten cinsten. O kadar fazla zıplıyordu ki, Adjar ilerideki çukurlukta köyleri görebilmişti.- Geldik değil mi? yanlış hatırlamıyorum?- Geldik ağabey. Önce eve mi gidelim atını mı alalım?- Aaah! Damar’ı alalım tabii. Halit Amcada mı hala?- Evet ağabey, Halitde durur. Yaşlandı artık Halit Emmi, oğlu bakar çiftliğe. Damar’a da çok iyi baktı. Görünce çok şaşıracaksın.Adjar sevinçle arka taraftan yanında getirdiği bir torbaya uzandı, çizmelerini çıkartıp giymeye koyuldu.1. Bölümün sonu…
(I) “Hati eski gürcücede “tasvir” anlamına gelir. Aynı zamanda, İskandinav mitolojisinde geceleyin ayı kovalayan kurttur (gündüz de Sköll güneşi kovalar). Norse dilinde anlamı “Hatred” (Nefret) ya da “Hatefull” (nefret dolu) dur (*). Adjarian ile Arian (Acarlarla Aryanlar) arasındaki bağa etimolojik işaretlerden biridir. Hati, her ne kadar acarların pagan olduğu zamanlar tapınılan bir put olsa da, gürcüler hristiyanlık ya da (ağırlıkla) müslümanlığı kabul ettikten sonra halen “doğanın ruhu” olarak kadim inançlardaki yerini korumuştur. Kendisine kurbanlar adanır, saygı görür ve korkulur. O olmazsa bereket olmaz. Kafkas halklarının druidik kültlerinin bir numaralı temsilcisidir. Aslında doğanın kendisidir denebilir. Doğanın ahengini, dengesini temsil eder. Hati’yi kızdırmamak, küstürmemek için doğaya sonsuz saygı duyulur ve korunur. Kanımca gürcülerin müslümanlığı kabul etmelerindeki önemli etmenlerden biri de, “Yaratılanı severim, Yaradandan ötürü” vecizesinde aktarıldığı gibi, doğa’nın Tengri’nin sureti olduğu kavramının yabancı gelmemesindendir. Hristiyan gürcülerde, bu inanç biraz daha değişiktir. Her köye ya da bölgeye ait, belli sınırlardan sorumlu birden fazla ruh vardır, hepsi Hati diye anılır.National Geographic, Eylül 2002 sayısında Erla Zwingle, Hati’yi şu şekilde aktarır:

…Son Tunç Çağı ve klasik Kolhis uzmanı olan Guram, “Hati eski Gürcüce’de tasvir anlamına gelir” diye açıkladı. “Ancak Hati bir putperest tanrısıdır ve onunla ilgili ibadetlerin hepsi de putperest kökenlidir. Köyün papazı sıradan bir adamdır, papazlık seçimle belirlenen ya da babadan oğula geçen bir görev değildir. Kimin papaz olacağına Hati karar verir, seçimi köyün bilicisine vahyeder.”Her köyde kilise yerine Hati’nin belirlediği kutsal bölgede yer alan taş bir ev vardır. Ayinlerde kullanılacak bira ve ekmek burada yapılır; şenlikler sırasında koyunlar burada kurban edilir. Ancak Hati yıl boyunca her yerdedir ve asla şakaya gelmez.Giorgi batıdaki dağlarda oturan, kolayca öfkelenen halkını kastederek, “Hevsurlu Hati’nin de bazen öfkelendiği olur” dedi. Alacakaranlıkta sis çökerken Hviça’nın bize ikram edeceği koyunu doğrarken çıkan sesleri duyduk. Hevsurlu erkeklerin bir çoğu gibi Giorgi de çocukluktan erkekliğe geçiş töreninde alnına yeni kurban edilmiş bir boğanın kanı ile haç çizilerek Tanrı’ya “kul” olarak adanmış. Artık hayatı boyunca Hati’nin ona buyurduğu her şeyi yerine getirmek zorundaydı.”Hatırlıyorum da, bir adam evini Hati’nin arazisine yapınca oğlu sağ elini kaybetmişti” diye anlatrtı Giorgi. “Oğlanın elini koparanın Hati olduğundan kimsenin kuşkusu yok. Bir seferinde de adamın biri bir kaynak buldu ve suyu Hati’nin arazisine getirmek için boru döşedi, adamın ailesinde birçok kişi hastalandı. Adam biliciye gitti, bilici Hati’nin öfkelendiğini söyledi ve eğer Hati suyun gelmesini isteseydi, bunu kendi yapardı dedi. Bu yüzden hem onun soyundan gelenler daha fazla kurban kesmek zorunda kaldı. Eğer birisi Hati’nin topraklarında ağaç keser ya da silah atarsa aynı şey olur. Affedilmez.”Her köyün Hati’sine bir aziz ismi verilmesine, törenlerde Esi ve Yeni Ahit’ten bölümler okunmasına bakılırsa, Hati kültünün putperest ve Hristiyan ögelerinin garip bir karışımı olduğu anlaşılıyor. Kafkas halkları böylesi karşıtlıkları bağdaştırmakta hiç güçlük çekmemiş. Guram şöyle dedi: “Bir Hevsur’a putperest olduğunu söylersen seni vurur. Çünkü Hristiyan olduğuna samimi bir şekilde inanır.”

—(II)Çveneburi (Chveneburi, Chvenabura) Gürcüce “bizim olan, bize ait olan, bizden, bize özgü” manasına gelir. Muhacir Gürcüler Osmanlı-Rus Savaşları sonucu 19. Yüzyılın sonlarında Anadolu’nun çeşitli şehirlerine göç etmişlerdir. Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Amasya,Tokat, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, göç edilen şehirler arasındadır, ve Çveneburiye dahillerdir. Müslüman olan Acarların çoğu, tarihi olarak dini bir anlam içermesi sebebiyle (hristiyan konotasyonlu oldukları gerekçesiyle) “Gürcü” ve özellikle “Kartvel” kavramını kullanmayıp, “Acari” veya “Çveneburi” tanımlamasını tercih etmektedirler.kaynak——(III) Şeyh Şamil, idare sistemini yeniden düzenlerken, ülkeyi naiplik ve vilayetlere ayırarak bunların başına hem askeri hem de sivil yetkilerle donatılmış naipleri getirdi. Üç veya dört naiplik bir vilayet idi. Vilayetlerin başındaki naibin rütbesi daha yüksekti.Ayrıca, her biri birer savaş kahramanı olan bu yüksek rütbeli naiplerden Ahverdil Muhammed, Kabet Muhammed, Şuayıb Molla, Taşof Hacı, Danyal Sultan, Nur Muhammed, Hitinav Musa, Sadullah, Duba Hacı, Hacı Murat ve Şamil’in büyük oğlu Muhammed Gazi, gazavat’ın adı anılması gereken başlıca kahramanları oldular.—–(IV) 1862’de harekete geçen Ruslar, Çerkes köylerini basıp yakmaya, geri dönüşü olanaksızlaştırmak için de tarlaları tahrip ederek,dahası meyve ağaçlarını bile keserek halkı Karadeniz kıyısına doğru sürmeye başladılar.Bu durum karşısısında önce Abadzehler savaştan çekildiler. Şapsığlar da ardından ateşkes imzladılar (Ekim 1863). Bölgelerini boşaltmaları için, Şapsığlara 6 Mart 1864’e kadar süre tanındı. Şubat ve Mart 1864’te Ruslar, ateşkesin yürürlükte olduğu Şapsığ topraklarına girip ilerlemey e başladılar; Şapsığ gözlemcilerin eşliğinde,önce Tuapse’yi,ardından henüz ateşkes imzalamamış olan Vıbıhların merkezi konumundaki Soçi limanını (25 Mart 1864) çarpışmasız ele geçirdiler. 21 Mayıs 1864’te Ruslar Kafkas Savaşı’nın sona erdiğini Mzımta Irmağı yukarısındaki Kbaada Yaylasında (şimdiki Krasnaya Polyana) bir dini ayin ve askeri tören düzenleyerek ilan ettiler. Çerkesya bu tarihten başlanarak Çerkes nüfusundan arındırıldı ve Ruslarca ele geçirilen bu yeni topraklar Kuban Ordusu yönetim bölgesine eklendi. Yalnızca Kuban ve Laba ırmaklarının orta sol ovalarında küçük bir Çerkes nüfusu (bugünkü Adıgeler), iç sürgün (relocation) yoluyla bırakıldı. Bırakılanların 80 bin olan sayısı, deportasyon politikasının daha sonraları da,zaman zaman sürdürülmesi nedeniyle 1897’de 30 bine düştü.Asıl Çerkes nüfusu ise deniz yoluyla Osmanlı topraklarına deporte (sürgün) edildi. Gemilere bindirilen Çerkesler, Karadeniz’in Anadolu kıyılarındaki limanlara (Batum, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop ve şimdiki Akçakoca) çıkarıldı. Bir bölümü de Burgaz, Varna ve Köstence’ye götürülerek Balkanlar’a yerleştirildi. Göç sırasında açlık ve salgın hastalıklar yüzünden çok sayıda Çerkes öldü.Balkanlar’a yerleştirilen Çerkesler de, 1878 Berlin Antlaşması gereğince,yeniden Osmanlı Asyası ve Afrikası topraklarına göç ettirildiler.Bunlar Anadolu, Kıbrıs, Suriye, Ürdün, İsrail ve Mısır gibi boş yer bulunan hemen her yere dağıtılarak yerleştirildiler. Anadolu’ya göç ettirilenler, yoğun olarak Orta ve Batı Karadeniz, Kuzeybatı, Batı, İç Batı, İç Doğu, Orta Anadolu ve Doğu Akdeniz’e, Bingöl ve Bitlis’e yerleştirildiler. Sürgün ve yerleştirme giderleri Osmanlı Hükümeti’nce karşılandı.bu dipnot ve ismi geçen yerler için kaynak——–(V) Hulusi Üstün‘ün kaleminden:

…” Kafkasya’da konuşulan birbirinden farklı öbek ve ailelere mensup tüm dillerde yerleşmiş olan ve etimolojisini asla aydınlatamayacağımız bir takım sözcükler vardır ki bu sözcüklere hem Abhazca’da, hem Adiğece’de, hem Çeçence’de rastlamak mümkündür. Bu sözcükler Kafkasya dışında konuşulan dillerden gelmediğine göre, İndo-germen, Sami veya Turani olmadığına göre, Kafkas dilleri dışında bu kelimelere rastlanmadığına göre bir vakitler tüm Kuzey Kafkasya’da konuşulan arkaik bir dilin kalıntısıdır ve bu dil destanlar çağına yani Nartlar’a ait bir dildir. Bu nedenledir Kuzey Kafkasya’daki bu farklı halkların her birinin hafızasında Nart Destanları küçük nüanslarla aynen yer almakta ve anlatılmaktadır. “

makalenin tamamı—(VI) Adiğe şive grubunda “SE” sözcüğü bıçak, kılınç anlamında kullanılmaktadır. “TIN” veya “TEN” sözcüğü vermek veya lutufta bulunmak anlamındadır. “SETIN” bıçak vermek sözcüğü, belki de kahramanımızın isminin kökü olmuştur. Çoğu araştırmacılar bu açıklamada birleşmektedirler. Orta ve yeni çağlarda silahşör ve şövalyelerin ödüllendirilişi, onlara soylu ünvanlar verilişi, kılınçla (hükümdarca, özelliklede kadın hükümdarlarca) kutsanmalarından sonra olurdu. Batıda olduğu kadar Türk-İslam geleneklerinde de bu özellikler son yıllara kadar yaşamıştır (Kılıç kuşanma törenleri gibi). Bu uluslararası gelenekle Seteney’in güçlü kişiliği birleştiğinde sözcüğün kökenine, doğuşuna yaklaşabiliriz. Bu topluma düşünce ve davranışları ile yön verebilen, Nart kahramanlarına önderlik eden kadın kahramanın onlara silah vermesi, toplum için yöneticilik ve ünvanlar dağıtması olağandır. Böyle bir araştırma ile gerçeğe yaklaşmakta birçok bilim adamı birleşmektedir.kaynak—(VII) “Seteney bir gün evinin bahçesinde oturmuş sırma işlerken, uzakta dağ yamacında, oğlu genç sosrıkua’nın devlerle kavgaya tutuştuğunu, devlerin onu öldürmek için, dizlerinden yaralamaya çalıştıklarını, bunun içinde dağdan Sosrıkua’nın üzerine demir tekerler yuvarladıklarını görür. Oğlunun ölüm ile karşı karşıya olduğunu anlar, gergefindeki sırma işlemesini bir tarafa fırlatarak oğlunu kurtarmaya koşar. Bahçe çitinden atlarken ayağına beyaz güllerin dikeni batar, ayağından damlayan kanlarla bir anda bütün beyaz güller kırmızıya dönüşür. O günden bu yana Kuzey Kafkasyalılar kırmızı gül anlamına gelen Seteney ismini kız çocuklarına ad olarak seçerler.”(bu arada David and Goliath mitine de dikkatinizi çekerim)kaynak