Kapı açıldığında aralıktan giren uzun saçlı kadın bana benziyordu. Ama tanıdığım o değildi. Kelimelerinde eskisi gibi saçmalayamıyordu. Bulamıyordum eskiden olduğu gibi onda benzer yanlarımı. Uzanıp dokunmak istediğim o teni eriyordu havanın mateminde. Sadece sıcaklığını istiyordum, o da yoktu bu atmosferde. Kalıpları eritip ruhunda şekle verdiğim o narinlik yerini tunç bir miğfere bırakmıştı. Bulamıyordum daha fazlasını ve daha azını gözlerinde. O, artık tanıdığım o değildi.“Konuşma!” dedi bana bir anda.Zaten payıma her zaman susmak kalıyordu ve bende öyle yapıyordum. Ve sadece sustum bir anda. İlerlediği soğuk havada bulduğum sadece ondan geriye kalan bu yalnızlık iklimiydi. Ama sonra… Birden durdu, adını sordu, cevap verecekken tam “Sus! Adımı kimseye söyleme” dedi.Sustum bir kez daha. Bu susmalar nereye kadar devam edecekti bilmiyorum, ne zamana kadar. O bir hayaletti artık biliyorum, nereye gittiğini söylemeyecek kadar, adını sorduğunda bana söyletmeyecek kadar.“Benim bir hayalet olduğumu düşünüyorsun değil mi?” dedi bana beklemediğim bir anda.“Ben, ben sadece…” bu sefer susmayı tercih eden bendim. Çünkü okunmuş düşünceleri bir kez daha sayıklamak saçmalamaktı. Şu an saçmalamak ölüm anının ilk anı olabilirdi. Öyle değilmiş izlenimi belli olacak bir halde “Hadi be sende, saçmalıyorsun” dedim sorusunu ilk defa fark ediyormuş gibi.Bana baktı onu fark etmemiş gibiydim. Ağladığını görmem için bana baktı. Diyecek hiçbir şeyim yoktu lakin bir şeyler söylemek zorundaydım, bir şeyler söylememi istiyordu, her haliyle susmamı istemesine rağmen. Zorlayarak kendimi titrek bir sesle “Kendini böyle öldürmemelisin” dedim. Anlamamış gibi baktı yüzüme “Yani ağlayarak” diye açıkladım. Sanki ben ağlamıyormuşum gibi.Önce ileriye bakıp, gitmeyi istediği uzaklıklar varmış gibi taradı gözleriyle yol izlerini. Esen rüzgârda bakışlarıyla beraber saçları da ileriye uzanıyordu. Anlamıyorum neden şeytanın onu ele geçirmesine izin veriyordu ki. Melek olmak ona yeterince yakışırken. Onu yaşadığım bu şehirde öylece onunla bulmuşken. Onun gibi saçlarımı uzatmışken. Neden kendisine bunu yapıyordu ki. Anlamıyorum.Ellerini iki yana açtı pencereden gelen havayı kuşatır gibi. Kollarında intihardan kalma kesik izleri vardı. Her gördüğümde canımı acıtan izler. Ve uzun süre bakamadığım. Sanki onlara uzun süre bakarsam bakışlarımla yeniden kanatırdım. Ve bu sefer onu kurtaracak gücüm olmazdı.O haldeyken bana bakmadan “Nerdeydin, uzun zamandır gelmiyordun?” diye sordu.“Neden merak ediyorsun?” dedim hiç düşünmeden.Umursamaz bir alaycılıkla gülerek “Bak çocuğum kendi sorularınla beni tanımlamaya çalışma” dedi. Bu sefer gözlerini kapamıştı. İntihar izleriyle havayı soluyordu adeta. Boynundaki zincire takıldı gözlerim. Tenine aykırı zincire… Ucunda son intiharını icra ettiği jileti asılıydı. Bir gün nedenini sormuştum, bana “Hiçbir ressam fırçasını yanından ayırmaz demişti.“Cevap vermeni bekliyorum” deyişiyle bir rüyadan uyanır gibi bakışlarım bakışlarıyla kesişti.“Ben, ben kendimi dinliyordum” dedim sessizce.“Şu en son bahsettiğin adama gittin değil mi?” dedi kendinden emin bir şekilde “Hani şu güvenilmez dediğim herifin.”Artık indirdiği kolları bedeniyle paralel duruyordu. Yüzüne bakmıyordum ama o bildiğim öfkeli şekli aldığından emindim. Ve kendisini sakinleştirmeye çalıştığından. Bir müddet öylece kalıp ağır ağır yaklaştı oturduğum yere. Diz çöktü karşımda. Gözlerimin içine bakmak için başımı elleriyle sabitleştirdi. Eroinden gözlerinin altında siyaha çalan halkalar oluşmuştu. Onun bu halini görmek canımı acıtıyordu. Ağlıyordum.“Şu haline bak, kendine neden bunu yapıyorsun” dedim. “Lütfen biraz olsun, biraz olsun kendine iyi davran” dedim.“Peki, sen kendine bunu neden yaptın” dedi.Bir şey söyleyemeden uzun süre gözlerine baktım, o da bir şey söyleyemiyordu. Küçülmüş göz bebeklerinde koca bir dünya vardı adeta. Bir zafer kazanmış gibi ve intikam alıyormuşçasına “Sanırım sana benziyorum” dedim duyarsız bir ifadeyle.Ellerini yüzümden çekip hızla benden uzaklaştı. Sararmış benzinden aşağıya doğru süzülen yaşların haddi hesabı yoktu. “Ne senin için ne de benim için beni suçlayamazsın” dedi başını iki yana sallayarak. “Ne de ben seni suçlayabilirim, çünkü birbirimizi aynı anda bulduk. Anlıyor musun?” dedi son sözü söyleyen edasıyla.Anlamıyordum, bilmiyordum. Bana ne diyemiyordum ya da sana ne, lanet olasıca bu iki kelimeyi söyleyemiyordum. Neden? Neden kendime saçmalayıp duruyordum. Neden her insan gibi bu iki kelimeyi hoyratça kullanamıyordum ki. Benim ne farkım vardı. Onun gibi uzun saçlarım ve beyaz bir tenim vardı. Neden ona benziyordum sanki. Neden o olmaya çalışıyordum.Her otobüs yolculuğunda yalnızlığı seçen ben, kendi olmaktan emin olmasına rağmen neden, kendine ait bütün cümleleri tüketiyordum sanki. Bütün insanlığa sorduğum gibi, siz kendinize sormadığınız sürece bende sormam. Ama nereye kadar… Bazı zamanlarda yaşadığı odasından başka dünyası olmayan insanları tanıyorum, onun gibi. Bir zamanlar deli yaşamış savurmuş her şeyi bir yana, boyun eğdirmediği insan kalmamış lakin adresi yanlış teslim bir kurşunla ruhunu vurmuş. Ona şöyle bir bakıyorum da, hiçbir saçmalığa bu güne kadar prim vermemiş. Sadece yazıları sevmiş yazarlarından önce. Sadece kendini sevmiş bir zamanlar, sevgilisinden önce. Ve şimdi sadece gölgede bir yaşam, kendisinin bile bilmediği bir kuytuda, kendini öldürme cesareti kalmamış ruhunu Azraile teslim etmek için.Uzun zamandır yanına gelmiyorum çünkü biliyorum ki her gelişimde gördüğüm yüz benzediğim yüz olacaktı. Yavaş yavaş ölüme adımlarını sürükleyen onu görmek rıhtımdaki o zamansızlığı susturmaktan farksız olacaktı. Ve ben son çare olarak onu öldürmeyi düşündüm lakin olmadı. Sonra kendimi. Bu cesaret beni bulmadı. Benim tek markasal intiharım sevmekti.Merhametinde küsuratlı, vicdanında paydadaki sıfır kadar tanımsız insanlar, kendilerini en iyinin temsili sanırlar. Hepiniz aptalsınız. Kalbinizle cinselliğiniz yer değiştirdiğinden orgazmınızda tanrısallaşırsınız. Ve sonrasında pişmanlığınızı başkalarına sayıklarsınız. Saçmasınız, kokuşmuş ve benim için yoksunuz.Uzanıp sessizce dokundum yerde uyuyan bedenine. Yaşamdan ağırlaşmış teni, artık yaşlanıyordu. Artık ruhu iç benliğinde devinemeyecek kadar araftaydı. Siluetini kucaklayan uykusunu uyandırmadan odadan dışarıya süzüldüm. Gidip kendimi bulmalıydım, buradan uzakta bir yerlerde. Bir zamanlar yaşam dolu olan onun, artık, çürümüş kriminolojik duyguları vardı. Ama ne çare artık susmak zorundaydım. Sonbahar onun olduğu kadar benim içinde başlıyordu. Hayal etmek gerekiyordu hayaleti. Benim olmasa da.