(*-Cevapsız kalmışlara…)
Nice zaman önce geçmiş kervanın, silik izlerini takip ederek geldim bu Han’a… Elimdeki kahverengine çalan yaprakları ve önceki okuyana ait, önemli paragraflarına notlar düşülmüş, içindeki yazılanlara inat, üç bilemedin beş solukta okuna bilecek bir kitapla. Son yolcunun bıraktığı izler, devrilmiş tabure ve tozlu masanın üzerinden gülümsüyor, gelmemden rahatsız olan şimdiki konuklar örümcekler ve fareler iyice uzağıma sinip hoşnutsuz gözlerle seyre koyuluyor… Neresi olduğunu sorma bana. Biliyor muyum sanıyorsun? Hiç bir şey bilmiyorum aslında. Neden bu çölde olduğumu, kaç zaman olduğunu yâda kaç yaşam daha göreceğimi mesela… Bilmiyorum. Bilmekte istemiyorum nasılsa…
Ah! Unuttum… Zamanın koyuluğuna, ağdalaşmış günlere ver unutkanlığımı, kusuruma bakma. Sana da “Merhaba” Dediğin gibi. Gitmedim aslında. Buralarda gibiyim. Belki de değilim. Yeni bir “ad” vermişler sana. Ben beğenmedim. Ama “Merhaba”n iyi geldi. Bunu rahatlıkla söyleye bilirim. Başka şeylerde söyleye bilirim sana. Bunca geçen zamanda merak ettiklerin, yâda sadece benim fikirlerim…