bildirgec.org

konuştu hakkında tüm yazılar

yolculuğa ölmek; GEMİYE DİRİLMEK

| 29 March 2008 13:32

denizin sürüklendiği tek adım...
denizin sürüklendiği tek adım…

Uzağımdaydım, uzağımda olduğun kadar. Sorular soruyordun bana (?) anlayamadığım kadar sana ait olan. Sorular soruyordun bana, zaten cevapları belli olan. Göz bebeklerimin okuyamayacağı kadar gözlerime tanıdık olan, bütün resimleri yakmıştın manzaradan. İki yanımı kollayamayacak kadar, tutsağıydın zayıf hallerinin. Sağımdaki sola baktığımda gördüğüm bir yanı yıkık bu ahşap evdeki kapı tokmağıydı. Uzanıp çalmak istedim, içerdeki yıkılmışlıkta hiç kimse var mı, öğrenmek için. Sonra, yaşamı kaybetmeyecek kadar vazgeçtim bu isteğimden. Ve ölmüşlüğü rahatsız etmekten çekinerek.

DUYULAN SON KİMLİĞE

| 24 March 2008 14:15

görebilecek kadar bakıyorum
görebilecek kadar bakıyor musun?

Hadi oyun başlasın, önce sen sobele. Bir ağacın arkasına saklanmayacak kadar arkasındayım hayatın, bütün halimi açıklığa hapsedecek kadar. Önce sen ebe ol hemen arkandaki beni bulmak için. Ama bu kolaylıktan sakın şikayet etme. Çünkü ne kadar zor olduğunu göremeyecek kadar gök yüzünü unutarak öldürüyorsun. Bunu sen istedin!(?) Bu oyunu tanımlayan benden çok önce sendin, ben; oyun denilen şeyin ne olduğunu bilmeden.Hayret mi ettin, ya da şaşırdın mı? Neden, ben hala ipin gölgesinde ki cambaz olan sana şaşırmazken? Sen neden şaşırıyorsun. Sıkışmışlık sana yakıştı ve masum pençenin kanatacığı daha fazlasını tanımaya başladın. Sevinmeli miyim? Yoksa bu tehlikeyi bertaraf etmenin yollarını bulamayacağım kadar uzakta mı aramalıyım. Senden uzak bir yer olmamasına rağmen. Neyi anlatıyorum? Dinleyecek olan kimi bilmeden. Bilmem. Bakışlarında beynine duyan birileri olur elbet. Haykıran bir ben yokken.Bakıyorum, bakınıyorum, geri plana ittiğin asıl sen miydi hükümdarın kral eş seslisi, yoksa şimdikimiydi, pakladığın kirlenmişliğin saf nedimesi. Ahhh tanıdığım biri gibi konuştum acilen aptallaşmam gerek. Hayır ben çok önceden beridir böyleydim.

“Kim itiraz etti? Sen arkada ki haylaz olan. Sensin dimi bunu yineleyerek yenileyen. Bak sınıfta o kadar bölünmüşlüğüm varken neden sadece sen itiraz ediyorsun, ben olanıma.”

Çürümüşlüktü Tanıdığım, Ellerini Versene

| 12 March 2008 12:42

Kapı açıldığında aralıktan giren uzun saçlı kadın bana benziyordu. Ama tanıdığım o değildi. Kelimelerinde eskisi gibi saçmalayamıyordu. Bulamıyordum eskiden olduğu gibi onda benzer yanlarımı. Uzanıp dokunmak istediğim o teni eriyordu havanın mateminde. Sadece sıcaklığını istiyordum, o da yoktu bu atmosferde. Kalıpları eritip ruhunda şekle verdiğim o narinlik yerini tunç bir miğfere bırakmıştı. Bulamıyordum daha fazlasını ve daha azını gözlerinde. O, artık tanıdığım o değildi.

“Konuşma!” dedi bana bir anda.

Zaten payıma her zaman susmak kalıyordu ve bende öyle yapıyordum. Ve sadece sustum bir anda. İlerlediği soğuk havada bulduğum sadece ondan geriye kalan bu yalnızlık iklimiydi. Ama sonra… Birden durdu, adını sordu, cevap verecekken tam “Sus! Adımı kimseye söyleme” dedi.

düşs-EL b-İZ

| 01 March 2008 10:34

Deli severken yine uykusuz kaldı gece, yalan olanı sorarken gerçeğe kanan benmişim biz olamasak da. İzin vermesen de seni sevmişim sen istemesen de. Engel olamadım kendime, belki bu bir ihanet ama ne yapabilirim, ben buyum daha farklısı değil. Birazdan sabah olacak, son zamanlarda olduğu gibi doğuşunu izleyeceğim güneşin, benim için doğmadığını bilsem de. Cümlelerimizin asılı olduğu camın önünde durup, sessizliğin soğuk yüzüne dokunucam, garip olsa da. Kendimi astığım saçlarımı kazıyıp ayaklarıma pranga yapıcam, buna gerek olmasa da.

Düşsel bir sayıklama bu aslında biliyorum. Lakin düşler değil midir asıl gerçeği sürükleyen insana. Sana bulanmışken bütün bu şehir, nasıl olurda kendimi bulabilirim. Seni sevmekken gerçek olan nasıl olurda düşümle çelişebilirim. Kalışımı kirletmişken dokunuşlarım nasıl olur da acımı içime gömebilirim. Sadece bir müzik var, sadece bir müzik, var olmamıza izin vermeyen bizi anlatan ve sonra susan. Sessizce haykıran ve kaybolan.

UÇURUM DİKENLERİ

| 14 February 2008 16:40

Ağır aksak dağ zirvesine yol aldım, her yer karanlıktı, ayaklarımın gördüğü kadarıyla yol dar ve soğuk taşlardan ibaretti. Bacaklarımı geriye doğru çeken soğuğa rağmen sıcak kalmaya çalışıyordu tenim. Ama olmuyor. Zirveye çıktıkça nefes azalıyor, geriye sadece susuzluk kalıyordu. Yerde ne olduğunu görsün diye eğildim ellerimle de dokundum, ayaklarım ne gördüyse ellerimde aynı şeyi görmüştü.

Ellerim ve yüreğim görmese de yüreğimin tanıdığı, bu kalın tabakanın altında, sıcak bir damar vardı. Bunca soğuğa ve üşümeye rağmen yol almalıydım. Sıcak damara ulaşmak için, zor olsa da ulaşabilmek için, sabretmeliydim. Çünkü hiçbir dağ patikasından geriye gitmemiştim, gidemezdim çünkü geriye giden adımlarımı uzun zaman önce yalanlara hibe etmiştim.

ARTIK IŞIK YOK…

| 06 February 2008 12:31

Zaman kendini istemese de biraz yitirdi sanırım. Zorlanır mıyım diye düşündüğüm bütün haller, sırayla yanıma oturup bakmadı, cebimden çıkarmaya korktuğum yüzüme. Bana verdiği beni kemiren sessizlikken. Sadece kendi içimde kavruluşun izleri kaldı geriye. Biraz sonra gün doğacak ben kaybolacağım. biliyorum anlamadığın her şey bendeki sen öldürüyor. Sandıklarınsa sadece elimde kalmış bir kefen beyazı, hepsi o kadar.

Bana hediye ettiğin maskeyi takarken, garipsedim ama “hayır” diyemedim her zamanki gibi. Sevmeyeceğini bilmeme rağmen. Büyük manzaralarda görürsün diye bakışlarımı ayrıntılara gizledim. Ağaç kökleri, çapalanmış biraz toprak, yol ayrıntıları. Duymaya korktuğun bütün kelimeler onlara söyledim. Sense sadece izledin. Duyamayışının hesabını sessizliğimden sordun. Ellerini sakladığın cebimden çıkarmazken yüreğime uzak durmaya mahkumdun. Beni susmaya zorlayan sendin fark edemedin. Ruhumda parmak izlerinden bir zindan var, kırgınlık ve burukluk… ilk sancıyan ben olsam da, sonrasında gelende…. Neyse boş ver.