Yıllardır orada öylece duran büfeye, sonra da balkondan görünen beton yığınının arasındaki mavi güzelliğe dalmıştı. Ne güzeldi deniz. Krem rengi tüller rüzgarla havalanıyor daha sonra yavaşça eski haline geliyordu. Her defasında kornişte yana doğru kayıyor, perdeden uzaklaşıyordu ve belki de hayatının en zor anlarını betimleyen tek manzaraydı.. Evde birileri vardı, yıllardır. Her şey güzeldi ama içinde tam da şu an büyük bir kasırga başlamıştı yıllar evveline ait bir heyecanın anısıyla ve şimdiki zamanı yutuyordu. En kestirme yoldan geriye dönmek istiyordu geçmişe. Nereden çıkmıştı, nereden gelmişti aklına şimdi..İşte “o”nu farklı yapan buydu, lanet olası.. Yıllardır var olan her şeyden onu tarifsiz bir zaman birimiyle hızla koparabiliyordu.Televizyon açıktı, güya izliyordu. Mutfakta ve diğer odada birileri vardı. Meyve tabağını ağır adımlarla önündeki sehpaya koydu. Boğazı kilitlenmişti, çok yavaş nefes alıyordu üstünde yıllar evvelinin ağırlığı vardı..Dışarıdan sakin ve huzurlu bir adam gibi görünsede içinde tüm damarlarını sıkan ve her tarafını uyuşturan bir canavar vardı adeta. Gözleri doldu, seneler önceki acıyı akıl almaz bir biçimde aynı şiddetiyle hissediyor ve birebir yaşıyordu. Sanki hiç zamana kürek çekmemiş, hiç aldatılmamış gibi.. Adam sakin tavırlarla ayağa kalktı balkona, gün batımında pembenin maviye aktığı çizgiye doğru hızlı adımlar attı. Gözleri ve yüreği bulanıyordu kusmalıydı; kaçmak ve saklanmak istiyordu. Güçlü ve sert mizacını vestiyere bıraktığı şu anlarına kimse şahit olsun istemiyordu.Nereden çıktın yine, nereden çıktın…Dipsiz bir kuyu da eski bir yüzü arıyordu.. kızamıyordu aslında ona. En kimsesiz yalnızlıklarında “o”nun hayaline sığınırdı hep gizlice. Bu kırgınlık bitmeyecekti belki de onu yeniden görene dek.. Nasıl ve de kiminle olduğu umurunda değildi, yıllar geçse bile birbirlerinin gözlerine aynı anlamlarla bakacaklardı. Aldanmış bile olsa.. Deli bir onu görme isteği sarmıştı tüm benliğini şimdi ya da göremeyecek olma ihtimalinin acımasızca büyüyüşünün yarattığı korkusuydu. “Acaba doğru mu yaptım hep. Ya da doğru hangimizindi”..Kuyu gitgide aydınlanıyordu. “O” ilk aşkını, tüm ilkleri birlikte yaşadıkları, en savunmasız ve kalender baş kaldırışlarını, duygu hezeyanlarının birlikte yaşandığı ve izlerinin tüm ömrüne kazı kazandırdığı isimsiz korkuyu hep birden koro halinde duyuyordu şimdi en derinlerinde. Gözlerindeki ışıltıya hapsettiği çok şey vardı Ayaklarını o yere kilitleyen şahane bir çardak ve bir salkım üzümdü. Yine de görmek istiyordu kokusunu unutamadığı gül bahçesini..Uzanmak istiyordu elleri anılara. Tutmak istiyordu o zamanı. Zamanın sesi dudaklarında çınlıyordu. Onun yürüyüşünü, onun sesini hatırlamaya çalıştı. Saçlarını savuruşunu, hep mesafeli duruşunu, gülüşünü, düşüncelerini, kendini fark ettirişini.. Aslında bu kadar güçsüz değildi adam, ama bu deli özlem ansızın çalmıştı kapıyı. Gururu kendi bedenine, kendi ruhu “o”nun bedenine bürünmüştü. İteliyordu kendisini.Çağırsa gelirdi evdekiler yanına, sadece bir sesleniş.. Bir “baba!” sesiyle irkilebilir, bir “sofra hazır gelir misin!” serzenişiyle tüm düşünceleri dağılabilirdi. Ama istemiyordu bunu. Hatta uzun zamandır olmadığı kadar huzurluydu.Kim sevmezdi ki siyah beyaz bir albümü karıştırıp hüzünlenmeyi, kim bu kadar uzak ki kendine..