Öküz.
Öküz.

Merhaba.Bugün keyfim yok. Niyedir, bilmiyorum. Ne kadar sinirleneceğim anım varsa aklıma üşüşüyor. Hatta vaka anında sinirlenmediğim, o anda birşey ifade etmeyen söz ve jestler şimdi hatırlayınca mana kazanıp beni öfkelendiriyor.Ben 11 yaşımdayken bir Sibel, vardı sınıfta. Sibel çok havalıydı. Ben çocuktum, o bir genç kızdı. Burnu havalarda, benim gibilerle konuşmazdı. İyice kabarttığı kısa saçları vardı. O yıllarda bir haftasonunda sınıfta bir hocamız ek ders yaptı. Az kişi geldi. Sibel de geldi. Aynı sıraya oturduk o gün. Öğretmen birşey yazdırıp düzenlememiz için bize süre verdi. Bir uğultu başladı. Ben defterime eğilmiş uğraşıyordum. Az sonra sanki saçıma üfleniyormuş gibi bir hisse kapıldım, başımı çevirdim: Sibel. İçimden tabii hayranlık duymuyor değildim ona. Ağırbaşlı koca kız. Sibel bana dönmüş anlayamadığım bir ağız hareketiyle kısa aralıklarla üflüyordu sanki. Dikkatle yüzüne baktım. O sıra ne olduğunu anladım. Sibel, artık ağzında (Silgi kırıntıları gibi) ne varsa, üfleyerek ve tükürerek bana gönderiyor. Çünkü ben dikkatle bakınca bazıları da yüzüme geldi. Çok şaşırdım. Ben ona bakınca Sibel bana: “Ne bakıyorsun, lezbiyen misin…” dedi. O sırada hakikaten çocuktum ve o kelimeyi ilk kez duymuştum o gün. Ne olduğunu anlamadım. Önüme döndüm. Yıllar sonra bir gün lezbiyenin manasını öğrendiğimde o kızın neden bana öyle yaptığına akıl erdiremedim.Geçen yıl gördüm Sibel’i minibüste. Sanki ufalmış. Çok hanım hanımcık. Mahcup bir görüntü kazanmış. Meğer öğretmen olmuş. Sınıf öğretmeni. Aferin öküze. Şimdi artık bol bol, çocuklara anlayamadıkları kelimelerle hakaret edebilir.

Eskiden herkes böyleydi.
Eskiden herkes böyleydi.

Aynı yıllarda bir de sıra arkadaşım oldu. Birbirimizi çok sevdik. Özgül Zehra. Felaket esprili bir kızdı. Günümüz kahkahadan kırılmakla geçiyordu. Bir şaka bulmuştu. Bana da göstermişti. Açıkçası ben cesaret edemedim ama o ediyordu. Bir yumurta getiriyor okula, son ders çıkışında okul kapısında dışarı çıkmak için izdiham yaratan kalabalığa o da karışıyor, elindeki yumurtayı birinin cebine bırakıveriyordu.Birkaç yıl önce de, Zehra’nın babasına rastladım. Bir ortaokulda müdürdü babası. Kendimi tanıttım, eski arkadaşımın hatrını sordum. Babası yüzünü utançla buruşturdu. Zehra’nın şimdi bir yüz karası olduğunu, kendisiyle konuşmadığını, görüşmediğini söyledi. Ben azıcık telaşlandım. Biraz da utanarak, babasına bir kez daha ne olduğunu sordum. Meğer Zehra ortaokuldan sonra okumamış. Bir gence aşık olmuş. Evlenmesine izin verilmediği için onsekizini beklemeye lüzum görmeyerek evden kaçmış, şimdi o gençle evliymiş. Olay bu. Babasına, “Eğer Zehra mutluysa, iyi bir iş yapmış”, dedim. Babası hala tühh tühh, diye dövünüp hayıflanıyordu.

Ayrıca bazı kız arkadaşların bıyıkları da vardı.
Ayrıca bazı kız arkadaşların bıyıkları da vardı.

O yıllarda çocuktuk. Ama aramızda yetişkin gibi davranan, hatta görünen kızlar vardı. Bunların bedeni ayrıca bazı aşamalara gelmiş, hakikaten ‘genç kız‘ olmuşlardı. Aslında biz de isterdik genç kız olmak, ama bir yandan da onların bu durumları espri, alay konusu olurdu. Örneğin, iki kız iddiaya gireceğiz. Kaybeden birşey yapacak. Garantiye almak için şöyle denirdi: “Yapmayan ne olsun?” Yanıtı şöyle olurdu: “Regl olsun ulan..” Bu çok önemli bir teminattı anlayacağınız.