Ya “içimizdeki şeytan” ın satırları arasına dalarak geçirecekti bu sönme vakti çoktan gelmiş ışıkların aydınlattığı zamanı, ya da içindeki şeytanı satırlarla dışarı çıkararak.Mail kutusunu açtı, bugün şeytan gibi bir şeye benzettiği birinin maillerini okudu son kez. Kapadı sayfayı sonra,masaüstündeki belgelerimi,bayatlamış birkaç parçayı,indirip de kullanmadığı programların logolarını , bir farenin ayak izleriyle çevreledi bileğinin yardımıyla, taradı taradı, bıraktı. Birkaç kez sağa tıkladı,ardından sola, tam bu aptal oyunu bırakmış kitabına yönelecekti ki son bir sağ tıklamayla yeni bir belge açtı,ardından da çok sevdiği bir müziğiçalıştırarak,yazmaya başladı.“ Kimse masum olamaz ki…Birinin beyninden diğerininkine giden bir hat olmadığı sürece,kimse masum olamaz. Bu hattın yoksunluğundan haberdar olan kimse,masumluğu hak edecek kadar saf olamaz, hiçbirşeyden habersizmiş gibi davranamaz, sorumluluk yüklenmemenin bahanesi olamaz.Söylenen bir sözün bir başka beyinde uyandıracağı farklı bir etkinin ihtimali kimse tarafından, yeni bir farkındalık olarak muamele göremez. Herkes, söylediği sözün mesuliyetinden, o sözün bir başka insanda yaratacağı farklı algılamaların farkında olduğu müddetçe sorumludur.Farkındasızlık ise mesuliyetten öte mahkum olmanın zorunluluğudur.Karşı taraftan gelecek can yakıcı sözlere,duymak istemediği tabirlere ve büyük yıkımlara. Yani ortada bağışlanması gereken bir suç yoktur,ya farkına varmalısın ya acı ile susmalısın. İltimas ,farkındalığın can düşmanıdır yani.”Yazmayı bıraktı,son yazdığı cümleyi okuduktan sonra,olup bitenler üzerine birdaha düşündü.Son cümlesinin düşüncesine sığan milyonlarca şey vardı sanki,gözünün önüne gelen milyonlarca anı,milyonlarca kare,donuklaşmış biraz,siyaha dönük beyaz.Bu tozlanmış,rengi solmuş kareleri canlandırınca,bir şey saplandı yüreğine,bu yüreğinin acıma hissini daha önce bir çok kez yaşamıştı eski sevgilisinde.Yüreği acımak deyiminin tam manasınının elinden hissiyatları daha önce bir çok kez tutmuştu,onca zaman soyut kıyafetli,alt tarafı bir deyim olan bu söz öbeğini gerçekten de hissettiğinde ilk önce bir durup şaşırmıştı,hayret etmişti, sanki dünyadan olmayan bu halin onda can buluyor olmasına, sonra da buna benzeyen başka deyimler aramıştı kafasında, ve onların da içinde barındırdıkları gerçek hissiyatlara bir gün ruhunu dokundurmayı beklemeye koyulmuştu.Kalbinin sızısı geçtikten sonra,toparladı kendini,iç benliğinin en zayıf kemiğiyle bir ladese tutuştu.Amacı sadece ‘aklımda’ diyebilmeyi aklında tutabilmek için geri kalan her şeyi unutmaktı.Kendiyle oyun oynarken,dışından soyutlanabilmekti,en azından bir süreliğine,oyun bitene dek.Benliğini mağlup edene dek.Yazmaya devam etti sonra benliğine doğal bir hava sezdirip onu oyundan uzaklaştırmak için.“ Güzel müzikler dinlemeliyim artık. Sözü olmayan müzikler.Sözler beni benden uzaklaştırır,sözler aklımı dağıtır,sözler simsiyah labirentlerdir,sözler kayboluşlarımdır.”Bitirmişti ki cümlesini, ‘eskiler’ dedi benliğinin yankılanan sesi.Karşılık verdi hemen:“Aklımda!”Duraksamadan devam etti,uygun bir yerde uygun bir hamle yapıp bu oyundan galip gelmeliydi:“Oysa ki ben sadece müzikle kendimi bulmalıyım,güzel müziklere güzel sözleri kendim yazmalıyım.Gözlerimi kapamalı…”“Gözleri güneşte yeşil olurdu..”“Aklımda!”“…gözlerimi kapamalı,koca bir hayale dalmalıyım..Mavi bir hayale.Bir tepe uzanmalı önümde boylu boyunca,ardını görmemeliyim,o merakın şevkiyle adımlarımı hızlandırmalıyım.”“Adımlarını severdin onun,seninkilere yetişemezdi adımları…”“Aklımda sevgili iç ben,aklımda.”Gelen hamlelerin sıklığı üretkenliğinin moralini bozsa da oyunu kazanmaya kararlıydı.Yazmaya ara verdi,kağıdın bir köşesine bir kiraz çizdi,çizgilerin yumuşaklığını seyre dalan içbene eğildi, ‘sen hiç fesat oldun mu?’ diye sordu.“Aklımda” diye atıldı içben.Olmadı,zaten ilk atakta gelecek bir yenilgiye layık da görmüyordu içbenini.Bir harf çizdi sonra diğer bir köşesine kağıdın,kıvrımlarını çok sevmediği bir harf..“Onun isminde var bu harf..” diye atıldı içben,“Aklımda.”Sıkılmaya başlamıştı artık,yoksa sonu gelmez bir oyunun içine mi dalmıştı, belki de kaçış tamamiyle imkansızdı içbenliğinden. Ama kazanmanın bir yolu muhakkak olmalıydı, ince noktalar,sıra dışı stratejiler… Pes etmedi,düşünmeye devam etti,sadece içbenliği ile değil zamanla da yarışıyor gibiydi.Gözleri artık iyice ağırlaşmış,elindeki kalemi saran iki parmağı kontrolsüzleşmişti.Oyuna bu gecelik son vererek yatağına uzandı,ama ondan önce yarın sabah kalktığında,yenilgiye uğratması gereken içbenliğini unutmaması için masasına bir not bıraktı,bir kağıdın üzerine ‘lades’ yazdı.Işıkları söndürdü,bir süre gözlerini kapatmadan eşyaların oldukları yerde çıkardıkları tıkırtılı sesleri dinledi, sonra eskiden kulaklarını fareler kemirmesin diye saçlarıyla onları kamufle edişini hatırladı,karanlığa soğuk bir tebessüm fırlattı.Bu anı,içbenliğine hasımlık duymasını gerektirecek bir nitelikte değildi fakat o yine de ‘aklımda’ dedi.Artık tam anlamıyla uykuya dalmıştı.Her zamankinden daha hızlı bir ritimle aldığı nefes,içerisindeki huzursuzluğun ve göreceği kabusların işareti olmalıydı.Aslında nadasa alınmış dalgalı ve karanlık denizdeki düşüncelerin,karıncaların bile su içebildiği durgun bir su birikintisine dönüştüğü sessiz saatler,içbenliğini yenilgiye uğratmak için güzel bir zaman dilimi olabilir miydi? Geceleri gerçekten uykuya dalan, hangi kendisiydi?Birden göz kapakları hafifçe hareket eden kapalı gözlerini sıktı,ellerindeki parmakları, terli avuçlarında toplaştırarak iki yumruk haline getirdi,kaz tüyü yastığı içerisine gömülmüş başı bir sağa bir sola oynadı , huzursuz ruhunun hükmettiği kasıntılı bedeni, ibibik sesleri eşliğinde yükselen ezanın teressülleri ile irkildi ve yatağında doğrularak gözlerini korkuyla açtı. Az önce gergin göz kapaklarının ardındaki resim, şimdi tam da önünde duruyordu. Yüzüne vuran güneşin,gözlerinin rengi ela ve yeşilin biri arasında çöpçatanlık yaptığı çatık kaşlı genç kız, hiç ses çıkarmaksızın kendisine bağırıyordu. Bu sessiz haykırışlar ruhunu benliğinden silkelemiş,onu biraz olsun kendisine getirmişti ki, kulaklarında çok tanıdık bir sesin intikamcı sesi yankılandı:“Lades!”
yorumlar
biri şu rakı bardağını sakladığı yerden çıkarsın artık alalala..
zweig’in “ahlakın ahlaksızlığı” üzerine yazdığı aforizmaları çağrıştırdı.Size haddim olmayarak bir soru yöneltmek istiyorum; Üstünlüğün hangi tarafta olmasını isterdiniz,Beynin, kan’a mı?kan’ın, beyne mi?Bunu ukalaca bir soru olarak algılamayın lütfen; Yazınıza temel olabilecek bir ayrıntı aklıma geliverdi birden..
Sadece, ikisine de ihtiyaç duyduğum sözünü ettiğiniz bu üstünlük çeşitlerinin, doğru yer ve zamanda beynim ve kanımla bütünselleşmesini sağlayan,bu ikisinden de üstün bir başka üstünlük mekanizmasının,bir denge otoritesinin kullanma kılavuzunun kendi dilimde olmasını isterdim…Evet,sanırım bu..
il mare!!!
Burda olmalı,mail kutuma gelmiş bu ahkam.”Belki de en guzel yazın o sitedeki..ve belkıde en guzel yazın bızım sonumuza tekabul etmıs…bu da guzel birşey tabıkı…benımde aklımda olacak hayat boyu gecmısteki güzellıkler,guzel anılarımız…ben de her mavı gozde,yada sayfaların koselerıne rast gele çizilmiş her kiraz resmınde aklımda derim…ve bile bile nasıl lades olduğumuzu..”
ılmare ne tür duygular yaşadın?ne denli güzel anlatmışsın.sitenin en güzel yazısı diyebilirim“Oysa ki ben sadece müzikle kendimi bulmalıyım,güzel müziklere güzel sözleri kendim yazmalıyım.Gözlerimi kapamalı…”“Gözleri güneşte yeşil olurdu..”“Aklımda!”“…gözlerimi kapamalı,koca bir hayale dalmalıyım..Mavi bir hayale.Bir tepe uzanmalı önümde boylu boyunca,ardını görmemeliyim,o merakın şevkiyle adımlarımı hızlandırmalıyım.”“Adımlarını severdin onun,seninkilere yetişemezdi adımları…”“Aklımda sevgili iç ben,aklımda.”hiçbirşey diyemiyorum muhteşemden başka.tebrikler
Ne kadar da iyi hissettirdin bu hüzüne boğan akşamda,Pilli Hafif… Gerçekten teşekkürler;özellikle bu akşam, teşekkürler…
herkes ayrı hisseder hüznü ılmare.herkesin hüznü bi başkadır ve bir başka akşamdadır ama bazen kesişir ve haberdar olan sadece hüzündür.asıl ben teşekkür ederim yazdığın için .hep böyle yaz
Haberdar olan yalnızca hüzündür:))Keşke içinde bizden başkalarının da olduğu,kendi filmimizi izleyebiliyor olsaydık bir yerlerden; tam da başka tarafa baktığımız esnada hep rastlamak istediğimiz insanların arkamızdan sessizce geçip gidişlerini yukarılardan biryerlerden izleyebilseydik.Mütemadi ve habersiz rastlantılarımızı,zamanı geri alamayacağımızı da dibine dek bilerek,bayat tebessümlerimizle anlamlandırabilseydik..Hiç bir aşinalık,yanımızdan biryerlerden öylece geçip gitmeseydi,bir sözün arasına karışan ismimiz havada uçup yitmeseydi…Bu akşamın rüzgarındadır hüznümm.
pencereye rüzgar yapıştı burdada.ne çıkıp gidiyor beraberinde sıkıntıları götürerek ne de içeri buyur etmeme izin veriyor.diyorumki ya kal hep bizimle alışmaya çalışayım sana ya da çek git başımdan ardına yağmurları bırakarak.yağmurun toprağa düşüşüne tebessüm ederken,toprak kokusu hüznü hiiiiç hatırlatmasın.sadece ben duyuyorum gitmiyor
…
MAÇA ERKEĞİ VE TANRIO kadar çok sıkışıyor ki parmaklarım bu gece…Siyah ojelerimin gözlerimdeki etkisi, görmemde zorluk yaratıyor…Ruhumsa fermuarı bozulmuş hurç gibi, kaldırıp atamıyorum ki tavan arasına…İlham perilerimse; kapı deliğinden bakıyor nanik eşliğinde uzanmış siyah gecenin koynuna keyif çatıyor…Yok, bu günlerde çatıyorum ölümün soğuk oluşuna…Basıyorum gazı küfürler eşliğinde…Bir Tavla çıkartıyorum, aslında Satrancı andıran zekice bir plan ama aslı o değil!Tavla eşliğinde basit bir oyun: Uçmak ve Çakılmak arasında oynanan…Perdeleri tozlu bir oda; loş ama siyah değil çıplak sandalyeleri olan…Masa çakacağım, bir ayağı aksak olan babam şerefine…Adı: Dört kişilik Kumar,oynadığım her elde çift okey dönülecek…İddialıyım işte o kadar!Bulaşanı yakarım…N’ ile mi ateş olsan cürüm kadar yer yakarım bilirim…Gitti işte tüm kozlar elimden…Çok iddialıydım her zaman ki gibi… Elli ik uğurlu sayımdı…Maça erkeğinin gücüne inanmıştım; kılıbık gözüken Valeden daha iyiydi elde tutmakKupa Kızı; karşı karşıya getirmezdi hiç Sinek Papazıyla Maça Erkeğini…Günah saymadı hiç, çıplak bıraktığı geceyi beyaz bir tende becerirken…Maça Erkeği şanslıydı her zaman…Hiç yüzleşmedi Tanrıyla.Yüzü de yoktu ki Kalbini taşırdı yüzünde…El yordamıyla kazandı oynadığı tüm oyunları…Şimdi Papaz kaçtı…Tüm kartlar eşit…Çekiliyor tüm sular…Kurak bir Suça ortak olan çok…Kalktı tüm Şahlar ayağa, dizginleri elinde azgın bir ruh yelesinde…Bütün Kal ler devrildi Fil adımlarında…Sahte Okeyle kandırdı tüm ıstakaları göstergeleri hiç gün yüzüne çıkmamış el altından aşırdıklarıydı bu güne kadar…Zarlar mıknatıslı, bu el zekice Şeş Beş her çarpışta köşeye…Maltoferfol……………………………………………………….IL MARE Yazılarında seni yaşamayı, kendimden birşeyler bulmayı seviyorum…Tebrikler her zaman ki muhteşemdi…
O senin muhteşemliğin MOltoo:)) Yaşamak ve yaşatmak dileğiyle:)
MOltoo:))Mısralarınla yaşamayı göze alabilirim IL MARE :)))
Ovv,e moltoo calttivo:S Kimbilir daha kaç yerde Molto dedim,Malto:)) Kusura bakmaa… Ayrıca ne de güzel demişsin öyle,sağol varol:))