Tarih boyunca devrimler, eski ve öncenin karşısına inanç ve azimle çıkmış ve çarpışmışlardır. Yüz yılların getirdiği sorunlar, katılaşmış toprak içinde sertleşmiş, kaynaşmış kaya gibidir. Bu sorunlar tartışılmazlık içine sokulduğundan, sonrakileri baskı altında tutmaktadır. Dün ile yarın, daima bu gün içinde çarpışmaktadır. Belli koşullarda bu olağan sayılabilir ancak, gelişmekte olan ülkelerde, içteki tutucular ve dış baskılar gerilim yaratır. Devrim, içteki tutucular ve dış baskılara karşı savaş verir.

samsun
samsun

1919’dan itibaren devrim savaşına girenler de Osmanlı mirasıyla savaşmak zorunda kalmıştır. Osmalı reformcuları “Tanzimat kafasıyla”, “Jön Türk kafasıyla” kendi yollarını kendileri tüketmişlerdir. Çünkü: faizci batılı devletlerin saptadıkları modele, 1856 Paris ve 1876 Berlin antlaşmalarına, bu baskılara uymak zorundadırlar. İçi boşaltılmış bir imparatorluk kalıbını, teokratik kalıbıyla koruma içindedirler. Emperyalist politikalara boyun eğmek zorundadırlar. Bunu köksüz meşrutiyet denemeleri ile sürdürmektedirler. Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşları sonucu varılan Mondros ve Sevr Antlaşmaları çözümlerini kabul eder durumdadırlar. Fosilleşmiş Osmanlı sarayını koruma eylemi içindedirler.Mustafa Kemal ve ekibi bu miras karşısındaydılar. Osmanlı kaderi görülen, sıralanmış tüm sorunları reddetmişlerdir. Tarihin belirttiği kurtuluş yolunu seçmişlerdir. Zamanın Harbiye Nazırı paşalar İstanbul’a dönmesi için iyimser tablolar çizmişlerse de Mustafa Kemal bunu reddetmiştir. O günkü hükümet adamları gibi, “Hiyanete vasıta olmaktansa, milletin içine bir fert olarak karışmak bir vatanperverlik olacaktır.” diyerek yürümüştür.

sivas
sivas

“Eğer memleketin kurtuluşu ve selameti şahsımın çekilmesine bağlı olsaydı, kayıtsız şartsız hiç kimseye ümit ve emel bağlamaya tenezzül etmeyerek nefsimi kurban etmek kadar vicdani ve basit bir şey olamaz.” diyerek durumu özetlemiştir. Bu açıdan; Türk kurtuluş hareketi, gerçek bir devrime dönüşmektedir. Osmanlı reform hareketlerinden kesinlikle farklıdır. Reformlardan yol ayrımı da bu noktada başlamıştır. Sivas Kongresi‘nde bu açıkça ortaya çıkmıştır. Kongrede bir yabancı devlet koruyuculuğu (manda) kesinlikle kabul görmemiştir. Sivas Kongresi’nde bütün dünyaya duyurulan “tam bağımsızlık”tır. Kapitülasyonlar (siyasi ve sosyal imtiyaz) kesinlikle reddedilmiştir. İşte, Osmalı Devleti’nin devam etmeyeceği ortadadır.Dış baskıların acımasız temsilcisi emperyalist politikalarla ve kapitülasyonlarla savaşmak gerektir. Atatürkçü ekibin edindiği tecrübe; hem dış baskı hem de ulusal devrimci kalkınmanın bir arada olamayacağıdır. Dış baskı, sömürücü ve faizcidir. Bir ülkeyi, kendi siyasal, ekonomik ve kültürel etkisi altına alarak uydulaştırır. Islahat perdesi bahnesiyle, devlet ve bürokrasisi üstünde ağır basar. Asıl amacı toplum kalkınmasını daha da geri bırakmaktır. Tabii ki bunlar emperyalizmin doğasında vardır. Emperyalist güç, kendisiyle savaşan zayıf Osmanlı’yı uygarlık dışı sayarak ağır cezalara çarptırma yolundadır.”Barış koşulları (Sevr Anlaşması) ilan edilince zaten Türkler’in deliliklerinden, körlüklerinden, cinayetlerinden ne kadar ağır cezalara çarptırıldıkları görülecektir… Cezalar onların en büyük düşmanlarını bile yeterince tatmin edecek kadar müthiştir.” (Lloyd George)Bu söylemde, Osmanlı değil de Türk sözü geçmesi oldukça anlamlıdır. Ceza millete kesilmektedir görüldüğü gibi…

Damat Ferit Paşa
Damat Ferit Paşa

Damat Ferit Paşa görüşmeler yapmak üzere Paris’e gider. İstanbul hükümetinin derdi cezaya boyun eğmektir. İdama mahkum olmuş Osmanlı’nın cezasını boyun eğerek ömür boyu hapse çevirebilmektir. Karşısında “Onlar Heyeti”(emperyalist galip devletler heyeti) bulunmaktadır. Sözcülerinin bildirisi özetle:”Türkler’in erdemleri arasında yabancı milletleri yönetme yeteneği yoktur.Türklerin tahakkümü altına girmiş milletler, maddi bayındırlığa ulaşmamıştır, kültür düzeyleri düşmüştür. Türk egemenliğinden kurtulan milletlerin maddi bayındırlıkları artmış, kültür düzeyleri yükselmiştir. Türkler her fethettikleri yere yıkım getirmişlerdir. Türklerin savaşta kazandıklarını barış döneminde geliştirme yetenekleri bulunmamaktadır.”Yine Osmanlı yerine, Türk sözcüğü kullanılması dikkat çekicidir. Osmanlı değil Türk milleti suçlanmaktadır.Onlar heyeti, intikamcı tutumuna hümanist bir görüntü vermek ister: “Türk milleti istese, Osmanlı hükümetine karşı harekete geçebilirdi. Sorumluydu, cezalandırılması gerek.” Sevr Antlaşması’nın da işlevi budur. Tüm kusurları Türk milletine yükleyip emperyalist emellerine ulaşmak isterler.Atatürk, Osmanlı doktrinini kenara atarak karşı koyan ilk kişidir. İşte Atatürkçülük böyle başlar. Batı emperyalizminin temsilcilerine ve Lloyd George’a yanıt verir ve onların silahlarını geri teptirir:

“Düşük yönetiminin zulümlerine ancak savaş nedeniyle katlanmış bu millet, eğer bu günkü hükümetin sorumluluğuna ve cinayetine hiçbir emredici neden olmadan katılmak istemiyorsa bu hükümete karşı olan duygularını açığa vurmalıdır.””Eğer ödev bugün yerine getirilmeyecek olursa, yarın Ferit Paşa kabinesinin milli temellerimize aykırı olarak edilebileceği barış koşulları karşısında, Avrupa’ya karşı itirazımız kalmaz. O zaman dünya kamuoyu bize, kendi hükümetinize karşı –Vaktiyle bu itiraz hakkını neden kullanmadınız?– diyecektir, ve haklı olacaklardır.” (Atatürk)

İstanbul hükümeti ve emperyalist güçlerin anlayışının farklı olmadığı Atatürk için hep sorun olarak görülmüştür. Böylece Müdafaa-i Hukukçular, İstanbul hükümeti ile işgalci güçler arasında bir fark olmadığını görmüşlerdir.

Lozan Barışı
Lozan Barışı

Lozan Barışı ile Batılı devlet adamları ilk kez, Osmanlı zamanında elde ettikleri çıkarların yeni türkiyede sürdürülemeyeceğini anlamışlardır. TBMM bağımsızlık bilincinin temsilcisi olarak sorunu değerlendirmesini bilmiştir. Konu görüşülürken TBMM’de konuşan Abdurrahman Şerif Bey’i göz yaşlarıyla dinleyenler vardır.”1876′ da ilan edilen Meşrutiyet bir rüya gelip geçti. 1908 senesinde geri verilen meşrutiyet alkışlarla havaya uçtu. Düşe kalka Sevr hadisesine dayandı………..İstanbul Silivri yoğurtlarından gümrük almaya başlamış, meğer Silivri Yunan toprağı olmuş.”İsmet Paşa da şöyle noktalar: Büyük bir tarih olayını temizliyoruz. Elimizdeki belgeler bir siyasal savaşlar döneminin sonuçlarıdır…….Batı sınırında bugün sağladığımız sınırdan başkası, bizim misak-ı millimiz içinde değildir.”

Lozan Barışı
Lozan Barışı

Türk devriminin mantığı; Osmanlı yönetimi ile emperyalizmin birlikteliği karşısında akılcı yolu seçmeyi bilmiştir. Ancak devrimle başarının geleceği saptanmıştır. Yüzyıllar boyu Osmanlı üzerine çöreklenmiş emperyalist, kapitülasyoncu politikalara cepheden hücum edilmiştir.Devrimin Kanun-İ Esasiye‘ye uygun olmadığını savunanlar olmuştur. Atatürk şöyle yanıt verir:

“Ben, fevkalade selahiyete haiz bir meclisin Ankara’da toplanmasına karar verirken, Kanun-İ Esasi’de böyle bir meclisin toplanabilmesine dair bir işaret olmadığını elbet bilirdim………Meclis-i Mebusan’ın yeniden eski şekilde ve niteliğinde toplanmasını sağlamak çalışmasını asla hatırıma getirmedim. Aksine, başka nitelikte ve yetkide sürekli bir meclis oluşturmayı ve bu meclisin tasarladığım devrim aşamalarını beraber geçirmeyi düşündüm.”

TBMM İlk Üyeleri
TBMM İlk Üyeleri

Devrim, diyologlar kurarak gerçekleştirilmiştir. 1876 düzeni üstünde asalak ve çürümüş organlar bir tarafa bırakılarak, yeni bir doğa üzerinde, devrimin yepyeni filizleri ortaya çıkmıştır. Ankara, kendi hukukunu yarata yarata yasal bir meclise doğru hızla ilerlemiştir. TBMM ve hükümeti oluşturulmuştur. Bu yeni rejim Osmalı’nın devamı değildir, yeni bir yapıya sahiptir. Türk Devrimi, gerekli kurumlarını devrimci müesseselerini kurmuştur. Yeni rejim kendi kurumlarıyla yürümüştür. Eskiyi yıkmış, kendi organlarını geliştirmiş, etkin bir gerçekleştirme gücü ve gerilimiyle hedefine ulaşmaıştır.İlk olarak1921 Anayasası‘na kural olarak “milli hakimiyet” ilkesini yerleştirmiştir.TBMM, 307 ve 308 sayılı kararıyla, devrim mantığı ile 1 – 2 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştır.Lozan Antlaşması’yla, yeni Türk devleti uluslar arası varlığını kanıtlayıp kabul ettirmiştir. (24 Temmuz 1923)Siyasal rejimin adı, biçimi açıklanmış, (29 Ekim 1923) Cumhuriyet ilan edilmiştir.Teokratik pürüzlerle dolu halifelik kaldırılmıştır, dini devlet olmaktan kurtulunmuştur. (3 mart 1924)Türkiye yeni bir devlet olarak doğmuş, devrimci atılımlarını sürdürmüştür.Türklere ve Türkiye’ye bağımsızlık, belli bir emperyalizm faturasıyla, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal bağımsızlıklar alanında yabancıların etkilerini saklı tutmaları koşullarıyla verilmiş değildir. Atatürk ile kazanılanı, Atatürk gibi koruyabilmek, Türk devriminin temel ve gerçek ilkesidir. Her ne kadar devrimlerin altı oyulmaya çalışılmaktaysa da, temeline dinamit koyulsa da, emperyalistlerin ekmeğine yağ sürülse de, Atatürk devrimleri dimdik ayakta kalacaktır.Atatürk diyor ki:

” Benmanevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır…… Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olur.”

…..……