Efendim, size konusuz konusuz yazılar yazdım son dönemlerde. Sonra bir durup düşündüm. Niye durduysam? Halbuki (‘Halbuki Takamuro’, Japon savunma bakanı, yuuuh. halbuse var bi de) Ne diyordum, evet halbuki ben durmadan da, hareket halindeyken de düşünme yetisine sahip (Yetiiiiiii, huuuuuu..!) bir modelim. Model 348-ARX. Evet, düşündüm ve size haksızlık yaptığıma karar verdim. En azından bu yazımda bir şeyler anlatmalıyım, bir konum olmalı, unutmamalı, sevgiyle anmalı dedim kendi kendime. Bakın bir anı anlatayım o vakit size. Valla laaan, bak aşağıda..!

bir daha yazmayayım diye yapıyorlar, biliyorum. ama sen duuu, daha duuu..!
bir daha yazmayayım diye yapıyorlar, biliyorum. ama sen duuu, daha duuu..!

Ben küçükken…Bak ya anlatamıyorum. Aklıma yine bir şey geldi. Sen küçükken kaç yaşındaydın diye de embesil bir soru vardır ya, küçük çocukları ambale etmek için sorulur.(ambale de ne acayip bir kelimeymiş) Ulaaan esas sensin o ambale, küçücük çocuğa o soruyu sorduğun için. Ambaleeee. Ayıp be ayıp. Kaç yaşında adamsın, eğlencene bak. O çocuk sana şimdi senin ben muğa koim, böyle soru mu olur, allağaaan gerizekalısı dese iyi mi olur?
Esasında iyi olur. Bir daha yapmazsın böyle şeyler. Neyse konumuza dönelim. (bak bak konu diyorum, var bu sefer konum, ona göre ha) Küçükken herhalde 2-3 yaşlarında, bilmiyorum belki daha fazla bir yaşta iken başımdan geçen bir hikayedir bu. Ben yerinde duramayan, yaramaz, haşarı bir çocukmuşum. Evin bazı bölümlerine (kapı eşikleri, duvar kenarları vb.) haşarı ilacı koyuyorlarmış benim için. Ben onları yemeyince, fitil fitil burnumdan veriyorlarmış, sonra da getiriyorlarmış. Halbuse (dedim ama size öncesinde) fitil burundan verilmez degil mi efenim? Neyse haşarı olduğum için başımdan bir sürü macera geçti benim. Küçük yaştan beri maceraperestim ben. (Macera Presley) Bu da onlardan biri işte. (Anlat be adam, anlat artık şu hikayeyiiiii…!) Anneannemlerdeymişiz, suların kesik olduğu bir gün. Kullanma suyu amaçlı küvete de su doldurmuşlar tedbir amaçlı. Benim de yeni yeni yürümeye başladığım dönemler. Evde keşfe çıkmışım o oda senin bu oda benim, mutfak banyo dolaşırken küvete ulaşmışım. Suyla oynarken efenim, sen kafa ağır gel, hoooop suya düş…Bu ne bee! Üsluba bak. Kendimden tiksindim valla. Bir altın gününde pasta, börek yerken bir yandan da (ooooh, yandan) bir şeyler anlatan teyze dili bu. Sen kafa ağır gel , bak bak.. Neyse suyla oynuyormuşum, kafa da büyük benim zaten. O dönemde vücuda göre daha bi büyük tabi, çocuğuz yaa. Eğilip de kafam ağır gelince küvete düşmüşüm. Çırpınma falan, suyun içinde çıkarılan acayip sesler (gluuu, bloop, lubaa vb.) sonrası yan odadan annem duymuş ve gelip kurtarmış beni..
Hee n’oldu şimdi. Bitti hikaye. Budur yani. Başka da bir şey yok. O yüzden konusuz yazmak belki daha iyi. Boşuna yazmadım ben o konusuz yazılarımı. Ama her şey bir amaca hizmet ediyor. Böylece o konusuz yazıların değerini anlamış oluyoruz. Onları hor görmüyoruz, konusuz yazı ile konulu arasında bir karşılaştırma yaparken, önyargılı (neslihan yargılı tamam tamam -cı) olmuyoruz. Her konulu yazı, konusuzdan iyi olmuyormuş demek ki, bunu anlıyoruz. İşte efenim, konusuz yazı olurmuymuş da, ne demek konusuz yazıymış da ukalalalığında gezinmiyoruz etrafta. Etrafta gezinmek de ne demekmiş zaten. Otur oturduğun yerde biraz, ağır ol molla desinler..(heyyaaa mola heyya molaaa) Amaaan ne derlerse desinler, o senin neyin olur derlerse de diyecek bir şeyler buluruz biz. Öyle de hazır cevap, kendimize güvenliyiz. Ne yaparsak kendimize zaten bu hayatta..uuuuuf, yoruldum be..!