Pek çorba içmem ben. Yok, öyle, “Onu sevmem, bunu sevmem.” diyen tiplerden değilimdir. Hatta maşallah, iştahlıyımdır. Önüme konursa ses etmem. Hele bir de, bizim evin iç ve dış işlerinden doğrudan sorumlu maliye bakanı ve aynı zamanda doğal başbakanı “Bugün yemekte çorba var.” derse, hayatta itiraz etmem.Şimdi, doğruya doğru, şöyle nefis bir domates çorbası olsa, dumanı tütse, üzerine biraz da kaşar rendelense… buna kim itiraz eder? Ama biri soracak olsa, “İster misin?” dese, “İstemem.” derim.Nedir peki işin aslı?Hani bazı insanlar vardır, “Ağzı kalay kaplı mübarek.” derler. Suyu daha yeni kaynamış çayı bir dilişte içerler; önlerine kaynar kaynar konan çorbayı afiyetle içerler… İşte ben o insanlardan değilim. Sıcak sıcak içemem hiçbir şeyi; yaz olsun, kış olsun.Bizim şirketin çay işleri müdiresi Sevgi abla huyumu bilir mesela. Öğle yemeğinden sonra bir kupa kahve bırakır masama. Sonra iki saat uğramaz. Ben onu yavaş yavaş, soğuk soğuk anca içerim. Sıcak içeceklerle pek aram yoktur benim; yaz olsun, kış olsun.Şimdi şöyle, o çorba önüme sıcak sıcak geldiğinde, ben de içemediğimde, e karnım da aç, ne oluyor? Başlıyorum ekmek banmaya. O çorba soğuyana kadar bir dilim, iki dilim, üç dilim ekmek bana mısın demiyor. Sonra ne oluyor? Gelsin kilolar.Yani anlayacağınız, çorbayı sevmesine çok severim ben de, yan etkileri yüzünden uzak durmaya gayret ederim. Pek çorba içmem ben.Geçen gece evdeyim. Yine sabahlıyorum. Sabah teslim edilmesi gereken projeyi biran önce bitireyim ki biran önce sıradaki çok acil projeye geçebileyim.Yorgunum azıcık. Minik minik kahvemi yudumluyorum. O kahvenin suyunu ısıtalı kim bilir kaç sata geçmiş. Soğuk ama işlevsel.Tam işime kaptırmış tam gaz raporumu yazıyordum ki, içeriden bir ses geldi. Bir tıkırtı.”Kedidir.” dedim kendi kendime. Önce önemsemedim. Sonra, bizim evde kedi olmadığı aklıma geldi. Tıkırtı gene geldi. Hemstır olabilir o zaman, dedim. Olabilir çünkü bizim evde hemstır var. Ama ben onun tıkırtısını bilirim. Bu, onun tıkırtısı değil. Güvercin desem, gecenin bu saatinde görülmüş şey değil. Hayvanlarla ilgili seçeneklerim azalıyor, tıkırtı devam ediyor.Baktım olacak gibi değil, kalktım, gittim.Ses mutfaktan geliyordu. Ocakta tarhana çorbasının tenceresi duruyordu. Evet, bizim evin iç ve dış işlerinden doğrudan sorumlu maliye bakanı ve aynı zamanda doğal başbakanı o akşam için çorba yapmıştı bize. Tarhana. Nefis.Gördüğüm, bildiğim kadarıyla tarhana çorbasının ana maddesi olan tarhana farklı yörelerde farklı şekillerde yapılıyor. Her yöre insanı, kendi elinin altındakilere göre farklı bir şekilde hazırlıyor tarhanayı. Ama nasıl yapılmış olursa olsun, herkes çok seviyor.Tencere çok sıcak olduğu için, hanım, tencereyi dolaba kaldırmamıştı. Sabaha karşı benim işim bittiğinde, yatmadan önce ben koyacaktım dolaba.İşte ses, o tencereden geliyordu. Tuhaf, tıkırtı ve fokurtuyla karışık bir sesti.Tencerede bir figürün yükseldiğini fark ettim. Çorbanın içinden yavaş yavaş çıkan, çıktıkça hatları daha da belirginleşen minik bir adamdı bu. Bir karış boyu ya vardı, ya yoktu. Birazcık, benim Oskar amcama benziyordu.Önce biraz korktum tabii; çorbadan adam çıkmış sonuçta. Ama sonra, şu kadarcık şeyin bana ne zararı dokunacak diye düşünüp yaklaştım. Birazcık daha cesaretimi toplayıp:”Kimsin sen?” diye sordum.”Ben Çorba Adam.” dedi. “Ye beni.” diye devam etti.”Ne?” dedim.”Ye beni.” dedi tekrar.”Çorba yenmez, içilir.” dedim.”O zaman iç beni. Ne bekliyorsun?” dedi.Zaten gecenin bir körü olmuş, zaten bezmişim, bunalmışım, bir de Çorba Adam’la mı uğraşacağım? Aldım elime ekmeği, bandırdım buna, yer misin yemez misin, yer misin yemez misin?Kendime geldiğimde çorbanın yarısı bitmişti, ne yalan diyeyim.O yüzden, pek çorba içmem ben.