Resifin arkasındaki mor evin kapısı açıldı. Upuzun saçları suyun içinde çiftleşen yılanlar gibiydi. Sinsice etrafı kolaçan etti. Suyun içinde hızla ilerlerken arkasında baloncuklar bırakıyordu. Mürekkep balıklarının yumurtalarını görünce yaz aylarında uçurumun kenarından suya atlayan genç erkek insanların yaptığı gibi kollarını öne uzatıp suyun içine daldı. Altmış sekiz metrelik dalıştan sonra batığın kalıntılarını gördü. Yüzüne yerleşen kocaman gülümsemeye engel olamadı ve yunusları anımsatan ama onlarınkinden en az yirmi kez daha yüksek olan bir çığlık attı. Bu derinlikteyken kimsenin onu duyamayacağını biliyordu. Batığın karanlık kalıntılarının arasında ilerlerken ne aradığından çok da emin değildi. Ama eğer işine yarayacak bir şey varsa onu orada bulacağından emindi. Kocaman derin metal kapların olduğu bölüme girdi. Kullanabileceği hiçbir şey yoktu etrafta. Kocaman bölmelerin olduğu yöne ilerlerken canı sıkılmaya başlamıştı. O’nu kesinlikle istiyordu ve kaybetmemek için tüm ırkına karşı bir savaşın içine girmesi gerekiyorsa bunu yapacaktı. Buraya bayılıyordu çünkü metal kutuların içinde parlayan ışıl ışıl taşlar ve birbirine geçmiş halkalar vardı ki Silaposa o şeye persepus adını vermişti. Persepuslardan birini sudan balıkları çıkarıp kuyruklarına o iğrenç sesi çıkaran aletleri takan insanlardan birinde görmüştü. İnsan kadın halkayı boynuna geçirmişti.

Silaposa o gün hemen batığa dalıp metal kutulardaki persepusları teker teker boynuna takmıştı. İnsan kadın yapıyorsa belki kendisi de yapmalıydı. Kocaman kırmızı parlak taşlardan birini alıp ucundaki çengeli halkalardan birine bağlayıp persepusu boynuna geçirdi.Silaposa çocukluğundan beri insanları izlemeye bayılıyordu. Ayeliplerin kesinlikle çiğnenmemesi gereken kuralları vardı ve bunlardan en önemlilerinden biri de asla okyanus yüzeyine yaklaşmamaktı. Silaposa elli ikinci ayelip yılında kuralı çiğneyen bir ayelipin pelagosların en korkunçlarından bir grubuna kurban edilişini izlemişti. Cubozoalar ayelipler için öldürücüydüler. Ayeliplerin su altında nefes almaları erkekte de dişide de upuzun saçlarınının arasına yerleşmiş kılcal uzuvlar sayesinde oluyordu ve cubozoalar bu kılcalları anında felç eden zehirlere sahiptiler. Bu yüzden bir cubozoa asla ayeliplerin yaşam alanına girmez karşılığında da ayeliplerin ölümsüzlük salgılarından yararlanırlardı. Ama o gün cubozoalar özel olarak çağırılmış ve yüzeye çıkan ayelip herkesin gözleri önünde kıvranıp boğulmuştu. Silaposa bu olaydan sonra yüzeyde bu kadar tehlikeli olan şey ne diye delice bir meraka kapılmıştı ama cesaretini ancak iki yüz on yedi ayelip yılı sonra toplayabilmişti. Tehlikenin adı insan denen yaratıktı. Denizdeki hayatı suya daldırdıkları tuzaklarla toplayıp götürüyorlardı ve ayelipler gizli bir ırktı. Birinin yakalanması tüm ırkın bitmesine neden olabilirdi. Ama her şeye rağmen silaposa o muhteşem ırkı izlemek için belirli zamanlarda yüzeye çıkmaktan kendini alamıyordu. Tüm insanlar tuzakçı değildi. Silaposa’ yı yukarı çeken denizdeki yaşamı toplayıp üzerlerine aletler yerleştirip tekrar denize bırakanlardı. Aletlerden yayılan garip sinyaller Silaposa’yı günlerce süren bir baş ağrısına maruz bırakıyordu. Ama her şeye rağmen o erkek insanı görmek için dayanılmaz bir istek duyuyor ve her defasında ölümü göze alarak yasayı çiğniyordu. Silaposa O’na İpis diyordu. İpis güneş ışığının yüzeye değip kırıldığı noktanın adıydı.Bir gün İpis garip bir kılıfın içine girip suya atladı. Silaposa heyecandan öleceğini sandı. Böyle bir şeye ilk defa tanık oluyordu. İpis’ in sırtında siyah bir yük vardı ve bir kanalla ağzına ulaşıyordu. Silaposa yükün solungaç olduğunu düşündü. İpis’ in orada olması yüzünden elinde olmadan geçtiği her yere parlak ışıldayan bir toz bulutu bırakıyordu. Ayelip’ ler heyecan korku gibi durumlarda suya ifiers bırakırdı. İfiers ölümsüz ayeliplerin başka bir mucizesi idi ve ayelipin çevresini sarıp yaklaşan tüm canlıları sonradan uyanacakları bir uykuya daldırırdı. Silaposa ifiersinin İpis’i bayıltacağını düşünüp derine daldı. Çok derine. Karanlığın içinde o korkunç çığlıklarını atarak uzun uzun ağladı. İçindekinin ne olduğunu bilmiyordu ama her neyse kalbini sımsıkı sarıp nefessiz bırakıyor, canını çok acıtıyordu. Artık o acının sadece ve sadece nerde dindiğini fark etmiş ve çaresizliğin ne olduğunu anlamıştı. İpis’ i izlemesi kara octopussy’nin ortaya çıktığı güne dek devam etti. Octopussy o kadar ani gelmişti ki Silaposa İpis’ i O’ndan alırken yüzünde derin bir yarık oluşmuştu. Ayelipler yaralanırdı ama yaralar kendiliğinden ve hemen yok olurdu. Silaposa o kadar heyecanlanmıştı ki ifiers sadece İpis’i değil dev kara octopussy’yi de uyutmuştu.Resif’in arkasındaki mor evin içinde mercanların arasında baygın yatan insan oksijen tüpünün içindeki hayatı hoyratça soluyordu. Silaposa persepusun ucundaki kırmızı taşı atıp tutarken gözlerini İpis’ ten ayıramıyordu. O kadar güzeldi ki! Önce İpis’ i derinlere götürmeyi planlamıştı ama o kadar derine inmesinin doğru olup olmayacağını bilmiyordu. Ayeliplerin ortada olamayacağını bildiği en uygun saatte İpis’ i eve getirmişti. Saatlerce başında oturup izlemişti. Kalbinin etrafını saran güzel rengarenk incecik dalların kendine hayat verdiğini hissediyor ve evindeki hazineyi nasıl koruması gerektiğini düşünüyordu.Silaposa tüpün içinde kısılı kalan hayatın çok az kaldığının farkında değildi. Hayatım boyunca hiç bu kadar mutlu olmadım dedi kendi kendine. Hiç.