Türkçe ufak ufak elden gitmeye başladı.

Altmışlı yıllarda Fransa da bu paniğe kapılmış, ünlü düşünür Etiemble’in yazdığı ‘Parlez-vous Franglais?’ (‘Frangilizce bilir misiniz? ‘) adlı kitap Fransız kamuoyunda bomba gibi patlamıştı… Etiemble, şimdi artık klasik olmuş bu ünlü eserinde, örnekler vererek, yeni yeni üretilen Fransızca-İngilizce kırması o piç dili yerden yere vuruyordu (‘le marketing’, ‘le parking’, ‘le job’ gibi birtakım zırtapozluklar)…

Şimdi aynı şey bizim de başımıza geliyor. Bizde de kitaplar yazılıyor, Türkçe-İngilizce piçliği eleştiriliyor, ama bu daha ziyade ‘medya dilinin eleştirisi’ düzeyinde. Oysa bütün bir yeni kuşak anadilini yitirmek üzere. Fazıl Hüsnü’nün ‘ses bayrağı’ artık pıyrım pıyrım…

Sözlerinin arasına yerli yersiz İngilizce kelimeler sıkıştırmak,

eskiden yalnızca Robert College (ya da Arnavutköy Kız Koleji) mezunlarındahoşgörülür bir züppelikti: Şimdi bile okul arkadaşlarım birbirleriyle ‘senin cash flow’un kaç’ falan diye konuşuyorlar da, fesüphanallah çekip geçiyorum…

Derken, ortaya ‘The Marmara’ gibi oteller çıktı. Güya ‘gavurun anlayacağı şekilde’ ve o amaçla yapılan bu kelime oyunları, isimleri de yozlaştırdı.

Arkadan elektronik devrimi ve bilgisayar kültürü geldi bastırdı. Öyle ki, çat pat bile olsa İngilizce çakmayana artık ‘ileri işyerlerinde’, Şık ve seçkin kuruluşlarda ekmek yoktu.

Ve oralarda insanlar, ‘nikneymini’ tıklayıp ‘pesvördünü’ girmeye ve ‘çet’ yapmaya koyuldular…

Bunda, bir yandan İngilizce temel terimleri bilmek zorunluluğu, bir yandan bilgisayar yazım programlarının Türkçe’ye özgü harfleri, yani ö, ü,ç, ş, ğ gibi özellikleri tanımaması etkili oldu. Elli yıllık

Ardıç, elektronik postada ‘ardic’e dönüşüverdi!

(Programları Türkçe’ye çevirmeye kalktık, bu kez de bilgisayarcı oğlanların kıllıkları ve yarım aydınlıkları nedeniyle, ortaya ‘entel’ ve buram buram yapaylık kokan yeni bir piç dil çıktı: ‘Mektup yaz’ diyemiyorlar da ‘ileti oluştur’ diyorlar, ‘oturum’ bitirilmiyor ‘sonlandırılıyor’, bakım sihirbazı da ‘başarım yürütüyor’ başarıyla maşallah!)

Marka tutkusu da gençliği esir alınca, bilir bilmez her zibidi oğlanda ve hoppa kızda cennet sandığı bir Amerika hayranlığı başlayınca, ipin

ucu kaçtı.

Öylesine kaçtı ki, şimdi artık ‘ağız kokusunu delete edin, yani yokedin’ gibi reklamlar yapılabiliyor ve reklamcılar bundan utanmıyorlar da, sıkılmıyorlar da…

Bu fırtınaya hazırlıksız yakalandık. Yani, Amerikan teknoloji diline (ve pazarlama saldırısına) karşı koyacak sağlam bir temel oluşturamamıştık.

Nasıl oluşturalım ki? Bizde daha hala ‘milli’ deyince sağcı, ‘ulusal’ deyince solcu sayılıyordun! Eh, artık ‘neyşınıl’ der, anlaşırsınız!

Öyle bir çorbaya döndük ki, gazetelerimizin ve televizyon kanallarımızın adlarına bakın, yarısı Osmanlıca (Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet), yarısı gavurca (Star, Show)… HBB ‘eyç bi bi’, NTV ‘en ti vi’ şeklinde okunuyor.

Yalnız kelime hazinesi açısından değil, telaffuzda da ciddi sorunlarımız var. Genç kuşaklara örnek olarak gösterilen bazı şabalak mankenler, cahil ve aptal oldukları için peltek peltek konuşunca, bütün genç kızlarımız da onları taklit ettiler ve ortaya, Azerice’de olan ama Batı Türkçesi’nde olmayan bir ‘kalın e’ sesi çıktı. Şimdi bütün genç kızlarımız ‘taencere, paencere’

diyorlar, tıpkı köylü ağzıyla komünistlik yapmaya çalışan bizim eski ‘daevrimci arkadaşlar’ gibi!

(Geçenlerde Okan Bayülgen’in Zaga programını seyrediyordum, Cem Yılmaz konuk… Telefonla arayan bir hanım kızımız ‘Caem Baey’ diyecek oldu, çocuklar hemen cevabı yapıştırdılar: Cem, ‘o benim ağabeyim, benim adım Cem’ dedi, Okan da ‘lutfen sesleri ağzımızdan çıkaralım’ deyiverdi kıza!… Eminim hiç anlamamıştır şabalak…)

İşin kötüsü, bu ‘geri zekalı izlenimi veren’ peltek e sesini yalnız kızlar değil, erkekler de kullanıyorlar ve o zaman da ‘yumuşak’ izlenimi doğuyor (pardon, piç dil kuralları uyarınca ‘gay’ diyecektim)!

Çok çok merak ettiğim bir şey var, yaşayıp görmek ne mümkün ya, acaba yirmi ikinci yüzyılın başlarında, ilelebet payidar kalacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nde nasıl bir dil konuşulur olacak? Sırf bunu duymak için yüz yıl daha yaşamak isterdim…

Herhalde biz dedelerinin yazılarını bile anlayamayacaklar, ‘ne write etmiş, ne mean ediyor bu fellow’ diye soracaklar… Bizim dilimiz, sanırım Osmanlıca gibi, ‘enşınt Törkiş’ kalacak.

Pörfekt valla!