bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Jean leon gerome’un oryantalist bakışıyla başıbozuklar, yeniçeriler ve arnavut askerleri

hyd | 31 August 2010 15:34

Öncelikle jean leon’un kim olduğuyla başlayalım. 1824-1904 yılların arasında yaşamış, ünlü Fransız ressam.

Jean-Léon Gérôme, kendi portresi
Jean-Léon Gérôme, kendi portresi

Oryantalizm akımının öncülerinden kabul edilir. Hayatının son 25 senesinde heykelle uğraşmış olmasına rağmen, genellikle oryantalist ve tarihi stildeki resimleriyle bilinir. Yetiştirdiği birçok öğrenci arasında Osman Hamdi Bey ve Şeker Ahmet Paşa da vardır. Türkiye’de genellikle “halı tüccarları” ve “hamam” temalı eserleri akıllarda kalmıştır ve ilgi görmüştür.

Halı tüccarları
Halı tüccarları

Türkiye’nin de içinde bulunduğu ortadoğu gezilerini birden fazla olarak gerçekleştiren Jean Leone, Mısır’da bulunduğu seyahatlerinden birinde, Napoleon’un ünlü Mısır seferine denk düşmüş, kendisi burada Napoleon’un resmini de yapmıştır.

Rahat olun , gerilmeyin… Hepsi bu…

firatocal | 31 August 2010 14:51

Yoksunluktan boğulan hayatlarımızla böbürlenirken , yoksulluktan tiksinerek yaşıyoruz… Bayağı , sersefil sohbetleri en entellektüel ahkamlarla bir tutarken , köşebaşındaki dilencinin önünden bir cüzzamlıdan kaçar gibi geçiyoruz…

Kredi kartları altında ezilen hayatlarımızı umursamazken , herşeyin bizim için yaratılmış olduğunu düşünürcesine kazanmadan ve hakketmeden fütursuzca yaşıyoruz…

Kimiz biz??? Niçin geldik dünyaya??? Hayatta olmanın bir anlamı kalıyormu şu yaşadıklarımızla??? Bir gün gelip de bu dünyadan ellerimiz bomboş ayrılabileceğimiz gerçeğini hiç düşünüyormuyuz???

Sanmıyorum… Artık bunu umursadığımızı da düşünmüyorum … Din , mezhep değil konum … Hayat dersi vermeye kalkışmak ise hiç değil… Kimseyi imana ve teslimiyete davet etmeyeceğim… Rahat olun lütfen… Koltuklarınıza keyifle kurulmaya devam edebilirsiniz… Şuan için hiçbir tehlike yok… Söylemeye çalıştığım da o zaten…,

HADİ GİT… YAMALI BU SEVDADAN SOYUN…

pillihafif | 31 August 2010 13:31

Dişlerim gıcırdıyor. Hatıralar o kadar soğuk değil halbuki… Kısık bir keman sesi. Anılar. Hayatın kompozisyonunun giriş bölümündeyim hala. Sessizlik gelişme’ye gebe…
En kafir mısraları dizeceğim boynuna şimdi bekle. En ıssız ,en patika yollardan bulup hüsranını,satır başlarına medet kılacağım. Hayta çocukluğunu bela kılma başıma,zira çoktan sayıldın sevdanın ergen koğuşunda…Şimdi fildişi kolyemi takıp uğur getirsin diye boynuma,yanıma alıyorum kederden arta kalan liğme güzelliğini…Eğer diye başlayan cümleler kurma bu yoksula.Eğer diye birşey kalmadı huzurumda…
Oysa melul bir edebin aralığından sızıyorsun,korun. Korunki ateşe kor, arıya rızk, acıya keder, ölüme yalan sunumlar hazırlayabilesin… Korunki aşka gark bir bedende yeniden filizlenebilesin. Ben savurdum sana,söze,usuma dair ne varsa hiçliğe…
Kal demeyeceğim. Çünkü bir tarafım hala hüzün. Çünkü en çocuk halim sana hep küskün. En manidar cümlelerim kekeme bir koğuşta bütün. K al demeyeceğim,kalırsan halim vahim ve mühim…
Gül kurusu sevdalar yetiştir mesela benden sonra. Biraz olsun zaman geçmeli ama. Zaman ki şimdiye dek yaramadı hiçbir yaraya. Zaman ki hiç sağamadı yoksul mahallelerin köşe başı sevdalarından arta kalan ızdırapları…
Ne desem sana boş,ne desem kirli bi cereyan soğukluğu,ne desem alnına leke sürülmüş bir cehennem yorgunluğu… Ama bekleme kal demeyeceğim, hadi git yamalı bu sevdadan soyun…

Yaşam Sirkinin Hayal Avcıları

firatocal | 31 August 2010 12:44

İnsan ya hayalleriyle yaşıyor ve sessiz sessiz avutuyor doğuştan şansız , zavallı varlığını ; yada hayalleri için yaşıayıp savaşarak kırıyor kabuğunu… Kaybedenlere endekslenmiş zaman nehrinin azgın sularına savrulmuş bi çare sahipsiz kaderine isyan edip , avazı çıktığı kadar yükseltiyor sesini..

Hayalleriyle yaşayıp kırıntılarla avunanlar hiçbirzaman ulaşamaya caklarını bildikleri bir hayat biçimiyle düşlerini dekore etmiş keder mağlubu gönül zengini insanlar oluyor hep… Gözlerini kapattıklarında imrendikleri bu elit hayatın müsvetteleriyle kendilerini avutmaya razı oluyorlar her defasında…

Ruhlarının açlıklarını sadece düşleriyle doyuran kitleler için hayat sorunsalı değiştirilemeyecek çaresiz bir kaderi gösteriyor… … Onların çocuklarının büyük bir kısmı da ölü toprağı ile örtülmüş yaşam enerjisi kaynaklarını kemiriyorlar köşelerinden… Babalarından aldıkları kaybetmeye mahkum yaşam mirasını yeniden ayağa kaldırmanın telaşesiyle geçiriyorlar ellerinde kalmış yoksun ve bitkin düşmüş , savunmasız hayatlarını…

Onlar ne kendileri ne de içinde bulundukları toplum için en küçük bir fayda bile üretemiyor , koca bir ömrün sonunda doğum ve ölüm tarihleri arasına sıkışıp , yerin altındaki karanlık mabetlerinde başka bir bahara ertelenmiş mutluluk hayallerinin başını beklemeye başlıyorlar…

“Dünya’nın yeni bir resmini çiziyorsa bence o hikaye iyi bir hikayedir”

kahramancayirli | 31 August 2010 11:50

Önce nitelikli edebiyat dergilerinde ismini gördüğüm, ardından yayımlanan Hülya Saat isimli öykü kitabıyla gelecekte kendinden daha çok söz ettireceğini düşündüğüm bir genç yazar, Senem Dere. Sağ olsun, ricamı kırmadı, biz de bu sayede kendisini daha yakından tanıma fırsatı bulduk…

-İyi bir hikaye nasıl olmalı sizce?
-Zamanı, öncelik sonralık ilişkisini, mekanı parçalayan, eğip büken; böylece okuyucuda da devam edebilen, bulanık bir su gibi sürekli değişken görüntüleri içeren hikayeleri seviyorum. Ama buradaki bulanıklıktan bir anlaşılmaz olma çabası, bir tür sayıklama anlaşılmasın. Bana göre hikayedeki bakış ve bu bakışla oluşturulan atmosfer, hep aynı varsaydıklarımıza, gördüklerimize yeniden dönüp bakmamızı sağlıyor ve neticede Dünya’nın yeni bir resmini çiziyorsa bence o hikaye iyi bir hikayedir.

Gül ile Bülbül

azturk | 31 August 2010 10:38

Gül ile bülbülün hikâyesi. Bir aşk hikâyesi. Bir değil bütün aşıkların hikayesi. Vuslata eremeyenlerin, sevip de kavuşamayanların hikâyesi. Sevdalarından yanıp kavrulanların ve sevgili yolunda heder ettiği ömrünü dudaklarında bir tebessümle taçlandıranların hikâyesi. Belki sinesinde kalp taşıyanların, belki duygu ve düşünceleri akla hayale sığmayan
yüce insanların hikâyesi. Belki, belki, bütün insanlığın hikâyesi.

Günlerden bir gün bülbül yükseklerden uçarken bulutların arsında keyfini, sefasını sürerken bir koku duyar. Bu koku başını döndürür, beynini bulandırır adeta bülbül sarhoş olur. O günden sonra gözü bir şey göremez o minicik gagasından ince ezgiler çıkmaz. Kulağı duymaz olur ve gagasından çıkan hep yanık nağmelerdir. O kokunun sahibine görmeden öyle vurulur ki bir dirhem sinesini kor yumağı haline gelir. Yandıkça yanar, yandıkça yanar daha yanmak ister.