bildirgec.org

azturk

12 yıl önce üye olmuş, 9 yazı yazmış. 10 yorum yazmış.

Ne Kadar Yaşıyoruz???

azturk | 12 October 2010 17:24

İnsan bir muamma. Her anı farklı bir bilmeceyle düğümlenmiş koca bir dünya. Çoğu zaman herkesten güçlü, korkusuz, vakarlı. Ama çoğu zaman ise elektron mikroskobuyla görülebilen bir mikroba mağlup. Ancak her insan tek. İşte bu nokta onu bütün kainattan farklı kılan özellik.

Benden bir tane daha önce dünyaya gelmedi. Benden sonrada gelmeyecek. Bu dünyaya ise yaşmak için geldim. Yaşamak ne demek acaba? Ya ölmek? İnsan ne zaman ölür ? Öldüğü zaman mı? Yoksa unutulduğu zaman mı?

İşte burada tüm ipler kopuyor. Oyun bozuluyor. Ben unutulmamak için yaşıyorum. Unutulmamak için yaşamalıyım. Peki nasıl? Bence ( aslında bence diye bir şey yok, herkesin kendine göre bir bencesi var ama yine de olsun) kendisi olursa unutulmaz.

Molla Cami İnciler (1)

azturk | 21 September 2010 17:34

1414 Yılında İran’ın Cam kasabasında bir bebek dünyaya geldi. İsmi Abdurrahman olarak koyuldu. Fakat babasının ismi Ahmed Nizameddin olduğu için Abdurrahman bin Ahmed Nizameddin oldu. Ama şimdiki zamanlarda ismi Molla Cami olarak tanınyor.

Ali URAL Güneşimin Önünden Çekil adlı kitabında Molla Cami’nin insanlara ucuza öğüt vermediğini ve eğer dinlemek istiyorsanız çok önemli bir son dakika haberi gibi dikkatle dinlenmesi gerektiğini söylüyor. Molla Cami anlatıyor: Körün biri simsiyah bir gecede elinde fener ve omzunda testi yürürken, boşboğazlardan biri yanına yaklaştı ve şöyle dedi: “Ey Nadan!!! Senin için geceyle gündüz birdir. Karanlıkla aydınlık birdir gözünde. Fenerin ne faydası olur sana o halde? Bu sözler üzerine güldü kör ve sonra “Bu fener kendim için değildir!!! Senin gibi kör kalpli sersemler içindir ki , bana çarpıp da testimi kırmasınlar”

Bir Sohbet ve Kafama Takılan Sorular

azturk | 10 September 2010 13:07

“Hayırlı bayramlar efendim.” “Ooo hayırlı bayramlar abi.” “Ne yapıyorsunuz iyi misiniz?” “Abi ne yapalım valla uğraşıp duruyoruz işte. Hoş yaptığımız işin de kârını, bereketini göremiyoruz ki.” “Bu zaman da ekmek aslanın ağzında değil midesin de çok çalışmak lazım.”
“ Abi onu bunu boş ver de referandumda ne oy vereceksiniz?” “ Bakacağız bakalım daha kara vermedik. Siz ne diyorsunuz?”

“Abi referandum da oyumuz hayır.” Sessizlik. “Neden mi? Bak sayıyorum. Bir; Şu an iktidar da olan parti. Kadrosunda üç tane ( Sayının doğruluğunu sözü söyleyende bilmiyor ) Kürt bakan var. Neden Kürt? Ege de Marmara da hiç insan mı yok? Niye benim büyüdüğüm yerden bakan çıkmıyor. Bizimkilerin ne eksikliği var. Abi bunlar paraları başkalarına yediriyor.” Sessizlik. “Bak şimdi söyleyeceğim sebebe: Ülkede doğu batı ayrımı mı var? Hayır, kardeşim yok öyle bir şey. Ama şimdiki adamlar sanki sorun varmış gibi bir de açılım yapıyorlar. Kardeşim ülkeyi ikiye ayırmanın ne mantığı var. Biz bu kadar sene doğuda görevimizi boşuna mı yaptık? Benim tertemiz dört dörtlük bir sürü doğulu arkadaşım var. Tamam, biz de kabul ediyoruz bu bir parti meselesi değil ama bu kadarı da olmaz ki.” Yine sessizlik.

Üç Kaşığa Bir Elmas mı???

azturk | 08 September 2010 11:19

Bayanların vazgeçilmezidir takılar. Altından gümüşe, yakuttan zümrüde, zebercetten elmasa kadar bir çok çeşidi vardır takının. Bayanları ön planda sundukta baylarında onalrdan çok farkı olmasa gerek. Yüzükten kolyeye el bileklerinden belki pazulara takılan aksesuarlara kadar baylarında kullandığı bir çok takı türünün olduğu muhakkak. Bazen zenginliğin, ihtişamın sembolü bazen hanedanın, bir soyağacının sembolü belki bazende gizli bir hazinenin sembolüdür takılar. Ancak şu bir gerçek ki ilk kullanılmaya başlandığından bu zamana kadar hala popülaritesini sürdürmektedir.

Dönüm Noktası

azturk | 07 September 2010 16:19

Apartmanın kapısının kapattı. Beş on metre yürüdükten sonra arkasını döndü. Kaldığı daireye bir kez daha baktı. Gözlerini kıstı. Uykusuzluktan kızarmış ve mor halkalar çökmüş gözlerinin yandığını hissetti. Düşünceliydi. Aklında bin bir türlü düşünce vardı.“Birader çekilsene yolun ortasından. Ne duruyorsun direk gibi. Sabah vakti. Tövbe tövbe.”
Birden kendine geldi. Etrafına bakındı. Bir sürü insan sokakta yürüyordu. O’da bu kalabalığa karıştı.

Dün gece hiç uyumamıştı. Gözünü kırpmadığı gibi sabah kahvaltıda yapmamıştı. Bütün beynini zonklatan “Kazanmak istiyorsan acımayacaksın.” Sözü kulaklarında yankılanıyordu. Mesleğe ilk girdiğinde tecrübeli bir avukat arkadaşı söylemişti bu sözü. Değer verdiği, sözüne güvendiği arkadaşı aynı zamanda “Yoksa kaybeden sen olursun” diye eklemişti. Kazanmak ya da kaybetmek. Bu ikisinin ortasında da acımak ya da acımamak. Ve bütün bunların üstünde Türkiye’nin en iyi avukatlarından biri olmak ya da sıradan birisi olarak hayatını devam ettirmek.

Skorları Yakalayın ya da Canlı Olarak İzleyin

azturk | 05 September 2010 17:05

Arkadaşlar yazacağım konu bazıları tarafından etik olmayarak değerlendirilebilir. Belki acaba ne diyecek bu diye kendi kendinize söyleniyor olabilirsiniz. Neyse anlatacağım konuya geçeyim ben.Bu arada şunu da belirtmek istiyorum eğer anlatacağımı bilenler varsa onlar için değil konuyu bilmeyenler için yazıyorum.Lütfen “ben biliyorum”ya da “ya bunu bilmeyen kalmadı” demeyin

Uzun zamandan beri internet kullancısıyım. Dört yada beş sene geçmiş olabilir. İnterneti başladığımda akılımda hiç yoktu ama son bir iki ayda kardeşimin telkinleriyle “İnternetten maç izlemek” fikri aklıma takıldı.

İstanbul’da Yaşanmış Bir AŞK Hikayesi (Şaşıracaksınız!!!)

azturk | 01 September 2010 16:25

Aşk; sevgiliyle kol-kola dolaşmak, kendini sevgilinin önüne atıp her türlü fedakârlığı yapabileceğini söylemek ya da sabah akşam aralıksız mesaj göndermek değildir. Gerçek aşk hiç kimseye söylenemeyen, hiç kimseye söylenemediği için erişilmez olan bir duygudur. Âşık sevdiğinin ismini dillendirmemek için kimseye söylemez. Hayallerinin, üzüntülerini, sevinçlerini kendi iç dünyasında kendi ruhunda yaşar ve gerçek âşıklar – bugünün âşıklarının tersine – bu yüzden büyüktür.

Leyla’ya sorarlar “Sen mi Mecnunu daha çok sevdin yoksa Mecnun mu seni?”. Leyla der ki “Böyle bir soru sormanıza şaştım. Tabi ki ben o’nu daha çok sevdim.” “İyi de Leyla o senin için her şeyini feda etti. Aklından oldu. Şimdi ormanda vahşi hayvanlarla yaşıyor. Mecnunun yaptığı bunca şeye karşı senin delilin nedir ki ben o’nu daha çok sevdim dersin?” dediklerinde, Leyla “O benim aşkımı ona buna anlattı.( Leyla’nın ona buna dediği çölde yaşayan ağzı, dili, söyleyebilecek sözü olmayan hayvanlardır.) Dilden dile düşürdü. Bense o’nun aşkımı kalbime gömdüm ve kimseye söylemedim. Şimdi siz karar verin bakalım ben mi o’nu daha çok sevmişim yoksa o mu beni?” der.

TARİHÇE-İ FUTBOL

azturk | 31 August 2010 16:16

Yapılan anketlere göre en çok takip edilen sporun futbol olduğu belirlenmiş. Futbol : beş yaşında belki daha küçük çocuklardan belki yetmiş beş belki sekesen beş yaşındaki ihtiyar delikanlılara kadar her yaş gurubundan insanının ilgisini çeken bir spor. Her ne kadar toplumumzda erkeklerin oynadığı ve erkeleri iligilendiren bir spor olsada sayı bakımndan azımsanmayacak kadar çok sayıda bayan izleyecininde iligisini çekmekte. Hatta bayanların kendi ligleri de var. ( İsteyenler TFF nin sitesine baklabilir) Hele bir de ortada ekabet varsa , hele bir de taraflar fanatikse işte o zaman kıyamet kopuyor. Arabaları yakmaktan dükkanların camlarının kırmaya stad da ki koltukları sökmekten- ki onları sökmek oldukça zordur ve büyük emek ister – stadı ateşe vermeye kadar bilimsel olarak Vandalizm olarak adlandırılan davranışları sergiler insanlar. Daha doğrusu kontrolden çıkarlar ve ne yaptığını bilmez yaratıklar haline gelirler.

Peki nedir insanlara bunları yaptıran. Kontrolden çıkaran cani ya da “holigan” haine getiren. Bu sorulara cevap bulabilmek için futbolun tarihine ink-mek gerekiyor bence.

Gül ile Bülbül

azturk | 31 August 2010 10:38

Gül ile bülbülün hikâyesi. Bir aşk hikâyesi. Bir değil bütün aşıkların hikayesi. Vuslata eremeyenlerin, sevip de kavuşamayanların hikâyesi. Sevdalarından yanıp kavrulanların ve sevgili yolunda heder ettiği ömrünü dudaklarında bir tebessümle taçlandıranların hikâyesi. Belki sinesinde kalp taşıyanların, belki duygu ve düşünceleri akla hayale sığmayan
yüce insanların hikâyesi. Belki, belki, bütün insanlığın hikâyesi.

Günlerden bir gün bülbül yükseklerden uçarken bulutların arsında keyfini, sefasını sürerken bir koku duyar. Bu koku başını döndürür, beynini bulandırır adeta bülbül sarhoş olur. O günden sonra gözü bir şey göremez o minicik gagasından ince ezgiler çıkmaz. Kulağı duymaz olur ve gagasından çıkan hep yanık nağmelerdir. O kokunun sahibine görmeden öyle vurulur ki bir dirhem sinesini kor yumağı haline gelir. Yandıkça yanar, yandıkça yanar daha yanmak ister.