bildirgec.org

hikaye hakkında tüm yazılar

nenem

koza 68 | 29 July 2008 15:17

Hacı nenem dindar ve itikad saibi kadındı.münasebetleri çok sağlam idi.nenemin hacı olma isteği eylesine güçlüydükü kabeye gitmediği halde ona hacı nene derdik.üsküdara yerleşmemize de nenem vesile oldu küçücük bi oğlan çocuğuyken.bi sabah ansızın şemsipaşada eğreti bi eve yerleştik.ev omuzları çökmüş bi ihtiyarı andırıyordu çoktan göçüp gitmiştir ya. nenem beni önce aziz mahmut hüdayi türbesine götürdü, orda ona bi daha çalar saatini kurcalamıyacağıma dair söz verdim. o da bana türbenin girişindeki yazıyı tercüme etti;” bizi sevenler denizde boğulmasın,ahir ömürlerinde darlık çekmesin,imanlarını kurtarmadıkça göçmesin”.
sümbülzade sokağına geçenlerde fotoğraf çekmek için gittim, bizim ihtiyar çoktan göçmüş, babamın semaverden, namuslu çaylarını içtiği, gelincik cigarasını tellendirdiği cumbası, rumba olmuş,o dem’in buharı kimbilir havanın hangi zerresinde hayat bulmuştur kendine. nenemin çitin yanında durup, yazmasını sallayarak beni paşakapısı ilkmektebine uğurladığı, ispiro amcanın bostanını da yağmalamışlar. üsküdara sebze meyve satan bu urumun dantele gibi işlediği topraklardı buralar..

sus-ma

sedaflora | 25 July 2008 15:36

Elindeki kalemi sabırsızca çevirmeye devam etti. Lise yıllarındayken ne çok uğraşmıştı şu anlamsız bir o kadar da sinir bozucu hareketi yapabilmek için..
Sanki kalemi düşürmeden ne kadar çok çevirebilirsen o kadar saygındın üzeri yazı çiziyle dolu eski sıralarda oturan haşarı öğrenciler arasında…

Sahi kaç yıl geçmişti üzerinden o sıraları en son göreli .. Hesaplayamadı birden.. Eskidendi diye geçirdi aklındansadece, sol eliyle çektiği sigaranın dumanı gözüne kaçıp bir damla yaş getirirken..
İçmeyi bilmiyorsan ne içiyorsun şu zıkkımı diye kendi kendine söylendi. Sinirle bastı izmariti
küllüğe..Gözü masada duran sigara paketine takıldı. Sigara içmek öldürür…..İçmek öldürür..Öldürür…..Ne değişik bir son diye aklından geçirirken kalem yere düştü..Eğilip almakla almamak arası kararsızlık yaşarkensandalyeye vuran gölge tedirgin etti bir anda..Yıllarca gördüğü korkunç halüsinasyonlara bile artık gülüp
geçiyorken, hemen solundaki perdenin rüzgarla gelen gölgesi mi korkutmuştu onu..Beklemektendi..
Nefret ediyorum beklemekten dedi bir kez daha. Hep ettim, hep edeceğim. Saatine baktı sabırsızca..
Oldum olası bayılırdı aklına eseni yapmaya. Bir anda ortaya çıkan tatil planları, ani iş değiştirmeler,
bir günde evden taşınmalar, saçları kestirmeler, gecenin yarısı sokağa fırlamalar, gitmeler, gelmeler…
Sanki bir süre düşünürse bir daha o gücü bulamayacak, o anı asla yakalayamayacak gibi geldiğinden kimi zaman
acemice kimi zaman tam oturan hamlelerle yaşardı hayatı.
Tekrar saatine baktı..Takmayı hiç sevmediği ama niye şu anda kolunda olduğunu
hatırlayamadığı saat, sadece birkaç dakika sonrasını gösteriyordu. Bilirdi beklerken zamanın hiç geçmediğini.
Oyalanacak birşeyler lazımdı. Yan masada tartışan çifti izledi bir süre..İlgisini çekecek birşeyleri bulmak
ümidiyle daha dikkatli süzdü insanları önce adamdan başlayarak. İşe yarar birşey görememenin umutsuzluğuna düşmek
üzereyken gözü çay bardağını sinirli sinirli karıştıran kadının ojelerine takıldı. Belli o da kendi gibi sabırsızdı.
Kurumasını bekleyemeyenlerdendi. Yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle daldı gitti bir an..Ne çok gülüşürlerdi onunla ojeler yüzünden.” Az daha, henüz kurumadı” ” Eteğin fermuarını çeker misin, kurumadı”
” Anahtarlar çantamda, ojeler kurumadı alırmısın sen” ” Başka renk mi sürsem acaba, bunlar da zaten kurumadı daha… “Gidecekleri yere mutlaka geç kalırlardı ve o ojeler mutlaka bozulurdu. ” Ay dayanamıyorum, siliyorum ben bunları..”

UCU ÇOK KIRMIZI

ufakufak | 22 July 2008 12:20

vapurun havadar kısmındaydım.
nasıl bağıra çağıra konuşuyor ama!
sanki biri evden çıkmadan tembihlemiş:
vapurun açık kısmında cep telefonun çaldığında iyice bağır ki, kaptan köşkündekiler de sesini
iyice duyabilsin…
– hee, evet, sürdüm ama daha da azdı…
– yok yok, pebantel sürdüydüm…
– sabah akşam mı sürücem he mi?
– ama çok şişti muhterem!
– oolum mayasıl olmayak?…
– bir de ucu çok kırmızı oldu!
bir okuyucu: yuuuh, bu mu esprin oolum!
ne edek, kapasüte bu babo!
sütten çıktım. katranım.
idare ediver. eddie vedder hatrına!

ASMİNA

Thing | 22 July 2008 11:21

Asmina.

Siyah kıvrımlı saçları bahçenin her köşesine dalgalanırken, bir gün bu kasabadan da gitmek zorunda kalacağını çok iyi biliyordu. Her defasında yorulan bedeni belki bu sefer dayanamayacaktı.( birkaç gün sonra yaşayacaklarını asla tahmin edememişti)

Kasaba o kadar küçük ve yeşil, bir o kadar da sessiz ve hareketsizdi.( asmina genellikle bu kasabayı bir kaç yıl önce yattığı bir hastanenin camından gördüğü ilçeye benzetirdi) Kasabaya çapraz bakan bu evi daha önce çalıştığı bir ilçede müşterisi olan bir öğretmen bulmuştu ona. Kasabanın tüm meydanını görebiliyor, oynayan çocukları heyecanla izliyordu. Sesleri gelmese de görüntüleri net olarak alıyordu.her gün aynı saatlerde çocuklar oyunlar oynuyor Asmina onları yeşil portakallı likörünü içerken izlemeyi seviyordu. ( çocukken annesi için gelen müşterilere hizmet etmekten hiç oyun oynayamamış ve oyun oynamayı müşterilere söylenen fiyakalı sözlerden ibaret sanıyordu)

büyük

Thing | 21 July 2008 13:27

Önce sol elimle yokladım. Büyük görünüyordu. Daha da emin olmak için sağ elimle de yokladım. Büyük olduğuna şüphem kalmadı.
Arkadaşım iddiaya girmek istedi. Hangimizinki daha büyükse 3 gün sınırsız eğlenceyi hak edecekti.
İnce bir elbise giymişti ama onunki de büyük görünüyordu. Aynadan baktım. Biraz şişlik vardı benimkinde. Sanırım son zamanlarda aldığım kilodan dolayı olsa gerek diye düşündüm. (daha önce okuduğum birkaç kitapta kilo alındığında bu bölgede de değişim olur ve şişer şeklinde bir açıklama okumuştum)
Birbirimize karşı kiminkinin daha büyük olduğunu anlayamadık. Başkalarına soralım dedik.
Bir sporcuya danıştık.
– Bunun büyük olduğunu anlamanız için, aynaya bakmak yeterlidir dedir. (ki bu açıklamadan hiçbir şey anlamadık. Bir sporcudan daha zekice bir açıklama beklemiştik)
İkna olamadığımız için, bir denizciye sorduk.
– Fırtınadan korkan yelken açmaz dedi. ( oysa cesaret değildi ki konumuz dedik içimizden)Yine ikna olamadık.
‘’Eskiden mavi balkonlu evleri severdim. Yıllar sonra mavi balkonlu evleri sevmediğimi, yıllarca her sabah uyandığımda o mavi balkonlu evden başka bir şey görmediğim için içimde böyle bir yapmacık sevgi yarattığımı anladım.’’
Bir doktora danışalım dedik.
– Bu tip denemeler kişisel sağlık açısından tehlikelidir. İnsanların bunun büyüklüğünü denemek için girişimde bulunduğu olaylar genellikle kötü sonuçlar vermiştir. (birbirimize baktık ve doktorun bilimsel açıklama yapmasını beklerken böyle saçma bir açıklamayı neden yaptığını anlayamadık)
Kararlıydık. İkimizden biri kazanacaktı. Böyle olması gerekiyordu.
Eskiden eczane ama şu an starbuck’s olarak kıpraşmak isteyenlere hizmet veren mekan da oturduk.
Mekanın işletmecisine gösterip hangisinin büyük olduğuna o karar versin dedik.
Bir şirkette gıda mühendisi olarak çalışmış olan işletmeci beyefendi bu durumu önce anlayamadı.
Kendisiyle dalga geçtiğimiz sandı. Ciddiyetimiz karşısında ki yüz ifadesi ise birbirimize bakım gülümsememizi sağladı.
– Şimdi gidiniz. Masanıza oturunuz. Birazdan size kimin ki daha büyük söyleyeceğim.
– Henüz görmediniz. Önce görseydiniz.
– Hayır gidiniz ve kahvenizi içiniz. ( kahve içmemizi izleyerek bu anlayacak olmasına şaşırdık)
Heyecanla gelecek olan cevabı beklerken, sokağın karşısında duran dilenci çocuk ve kadın istemeden dikkatimizi çekti. kadın çocuğa para vermiş ve paranın üstünü bekliyordu. Büyük ihtimalle kadının bozuk parası yoktu. Ve çocuk kadına bir avuç dolusu bozuk para verdi. Çocuğun sokak ortasında paçalarının arasından çıkardığı poşetten bozuk para alması bize ne kadar cesaretli dedirtti.( bize değil aslında arkadaşıma böyle gelmişti. Böyle salakça izlenimleri olur ve bu izlenimlere salakça tanımlamalar getirirdi. )
İşletmeci beyefendi yanımıza gelip,
– Bu konuda herhangi bir şey söyleyemem. Ancak size bu konuyla ilgili başımdan geçen bir olayı anlatabilirim. ( bu tür konumlarda olan kişilerin olaylara daha önce yaşanmış olaylar ile örnek vermesi, ve bu örneklere kendi fikirlerini de yansıtarak anlatmaları her zaman saçma gelmiştir bana)

Yüzük

YaMTaR | 19 July 2008 10:00

Yüzük
Yüzük

“Oh be! Sonunda işim bitti, artık eve gidebilirim” dedi. İş arkadaşlarına iyi akşamlar deyip aceleyle çıktı. Hatta arkasından arkadaşlarının bu ne acele arkandan atlı mı kovalıyor dediklerini bile duymadı. Acelesi yoktu aslında ama bir an önce evine gitmek istiyordu. Evde onu bekleyen karısını çok özlemişti. Koşar adımlarla durağa geldi. Ama duraktaki otobüse binebileceğini hiç sanmıyordu, durakta acayip sıra vardı. Hadi arkadaşlar son beş kişi, son üç kişi derken zar zor otobüse binebildi. Otobüse bindiği için Allah’a şükretti, parmağındaki yüzüğü öptü ve bir an önce evine varma isteğiyle yanıp tutuştu. İneceği durağa gelmeden orta kapıya ulaşamadı. “Lütfen düğmeye basabilir misiniz?” dedi ve biri yüzük asık bir şekilde düğmeye bastı. Otobüs durunca zar zor otobüsten indi ve koşarak evine geldi, zili çaldı. Kapıyı karısı açtı, sevinçle karısının boynuna atladı, seni çok seviyorum karıcığım dedi. Karısının elini tuttu, öpmek için havaya kaldırırken ne görsün, karısı yüzüğü yüzük parmağından çıkarmış, serçe parmağına takmıştı. Neden serçe parmağına taktın diye karısına bağırdı, çok sinirlenmişti. Yüzüğün yüzük parmağına takılması Eski Mısırlılardan kalma bir gelenekti, gerçi sonradan bilimsel olarak da ispatlandığını, o parmakta doğrudan kalple bağlantılı bir aşk damarı olduğunu duymuştu ama bu onun için önemli değildi. Önemli olan Mısırlılardan kalma bir gelenek olmasıydı. Mısır medeniyetine çok ilgi duyuyordu, keşke filmlerdeki gibi Mısır’daki amcamdan miras kalsa da oralara gidip görsem, gezsem oraları diye aklından geçirdi. Ama bu imkânsızdı çünkü ne parası vardı ne de Mısır da bir amcası. Bu hayalleri unutup tekrar karısına döndü, çünkü çok üzülmüştü. Mısır sevdasından başka tek sevdası vardı o da karısına duyduğu sevdaydı. “Niye yüzüğü serçe parmağına taktın” dedi. Karısı da “artık kilo aldım biraz, yüzük yüzük parmağımı sıkıyor” cevabını alınca “yarın hemen yüzüğü genişlettirelim tekrar yüzük parmağına tak, bir daha da hiç çıkarma” dedi. Karısı da tamam canım dediği an derin bir oh çekti ve Mısır hayallerine kaldığı yerden devam etti…

ADA VAPURU YANDAN ÇARKLI

ewrim[pilli_silinen_hesap] | 18 July 2008 12:12

…En son lise yıllarında gitmişti Heybeliada ya.
Aradan geçen 10 yılda çok şey değişmişti hayatında.
Son günlerde geçmişiyle ilgili çok fazla görüntü geliyordu hatırına…
Bahar geldiğinden beri birkaç defa teklif etmişti Heybeli ye gitmeyi,
Oraya onu çeken neydi bilinmez ama 21 yaşında,daha üniversitede okurken evlendikleri,birbirlerini büyüttükleri ve 7.yıllarını devirdikleri kocasıyla gitmeyi istedi oraya.
….ve işte o gün gelmişti,çocukça bir sevinçle uyandı o Pazar sabahında,sevinçleri hep çocukçaydı…
Yanlarına neler almaları gerektiğini düşündü yatakta,
Mayoları,havluları,yedek tişörtleri ve güneş gözlükleri….o böyle durumlarda temkinliydi,kafasında her şeyi yedekler,listeyi gözden geçirirdi çoğu zaman,
Unutmak ve bir şeyleri ıskalamak ona göre değildi,
Karısının bu huyunu bilen kocası,sorumluluk almamanın dayanılmaz hafifliği içindeydi…
Uzun zamandır evde yapılmayan kahvaltılarla(buna genellikle akşam yemekleri de
dahildi) birlikte mutfakla aralarına mesafeler girmiş,diğerleri için özel bir yere sahip olan,anlam yüklenmiş bu mekan,onlar için oldukça sıradan,musluğu olan,evin herhangi bir odası haline gelmişti.
Yolda bir şeyler atıştırabileceklerini düşünüp-ki yemeseler de olurdu,kafaları o kadar doluydu ki midelerinin dolu ya da boş olması çok da önemli değildi-evden çıktılar.
Her zamanki rahatlığı ve dalgınlığıyla ağır ağır hareket eden kocasının hiçbir zaman acelesi olmazdı.

Mars Mürettebatından Gelen Son Veri

Culture Orange | 18 July 2008 09:53

Selam Dünya biz hedefimize ulaşmış durumdayız. İniş için düzenimizi almıştık ve yavaş yavaş iniyorduk Mars’ın yüzeyine. İçeri güzel bir koku yayıldı. Gemimizin ayakları yere deydi. Kokunun nereden geldiğini sordum mürettebata ama koku gitmişti artık. Motorları durdurduk bir 5 10 dakika Mars’a inmenin heyecanı ile yerimizden kımıldayamadan öylece camdan baktık. Güneş batmak üzereydi indiğimiz zaman. Ufuk mu,burda daha farklı ufuk Dünya’da ki gibi değil. Daha güzel diyemem ama daha farklı işte. Her neyse güneş tekrar doğunca indik aracımızdan ilk ayak izini Apdülhamit çıkartacaktı Mars’ın garip toprağında.
Adım attı ve 1 sn sonra döndü arkasına baktı hepimiz ondan bir tepki bekliyoruz gelin arkamdan benzeri. O korkuyla bize baktı ve attığı adımı geri aldı. Kapıyı kapattık kasklarımızı çıkartıp Apdülhamit’e neden geri döndüğünü sorduk. Verdiği cevap bütün mürettebatı korkutacak cinstendi.

ŞİMDİ DE “MEKTEP”…

ufakufak | 17 July 2008 09:23

saçları örülü kızların korkulu rüyası, öğretmenlerin iç sıkıntısı, mahallenin cep bıçkını toparlak necmi
teneffüste 2-a sınıfının meraklı fırlama adaylarını etrafına toplamıştı yine…
beni görünce ağzından tükürük saça saça seslendi:
gel lan, gelsene, 2-a’nın efendi bebesi,
gelsene layn!
çift dikiş recai diyene fena girdiğini biliyorum.
kimsenin gözü yemezdi ona bu şekilde hitap etmeye…
– evet, n’apıcan yavrum cüniyt? ha?
cehennemi gürültü. gıcırdayan merdivenlerden çıktık odaya.
taktım, tuktum, nutkum.
muktezi. vesvese. kes köse. manikdepressif falan.
diye diye…
hedaye…
mektep bahane, bahname şahane!
haneme ay doğdu.
şebnem’in işi gayet güzel güzde.
oldu da bitti mazallah!

“MEKTEP” ÖNCESİ C.BOSTAN MAKSİM

ufakufak | 16 July 2008 16:34

sivilcelerimle arkadaş olmaya çalıştığım yıllardı…
“resmî ce” diye zorlama espri yaptığım yıllar…
seher şeniz’in hafta sonu gazetesini şenlendirdiği dönemler… arabesk bir müzik eşliğinde çıktı kıpkırmızı halılar döşenmiş sahneye…
yüzünde en ufak bir mimik yoktu.
ben mi? kime ne!
sonrasını hatırlamıyorum.
emel sayın mı çıktı, sahne çöktü de ben altında mı kaldım, altın kaç liraydı? ne? niye?
öyle işte! ıshtar yok muydu o vakit?!

not: “seviye” ayarı sonuna kadar yapılmıştır.