Mesela Aziz abi vardı bizim şirkette. Satın almacı. Şeker gibi adamdı. Hoş sohbetti. Herkesle çok iyi anlaşırdı. İşini iyi yapardı. Herkes de onu çok severdi. Ama bir takıntısı vardı: Sabahları, kepek ekmeğinden yapılmış beyaz peynirli tostunu yemeden kendine gelemezdi bir türlü. Yanında bir de çay.Sabah tostunu yemezse bir tuhaf, aksi olurdu. Herkes bilirdi onun bu huyunu. Kendi de bilirdi aslında. Kaç kere demişti “Sabah tostumu yemeden kendime gelemiyorum. Asabi oluyorum.” diye. O yüzden de bizim kantinci Şener abi illa ki hazır ederdi Aziz abinin tostuyla çayını. Sakarinli.Bir gün, bizim Aziz abi önemli bir ihaleyi kapatmak için şehir dışına çıkmıştı. Aslında harcırahı vardı, patron ona çok güvenirdi; ama Aziz abi belli bir disiplinden gelmiş adamdı. Esnaf lokantasında yerdi yemeğini.Gittiği yerde işte, herhalde yediği yemeğin yağından olsa gerek, motoru bozmuştu. Midesi hiçbir şey almıyordu. Dolayısıyla, ertesi sabah tostunu yiyemedi. İnsan normalde, böyle bir tost takıntısı olmasa bile sinirli, gergin olur; siz bir de Aziz abinin hâlini düşünün. Yabancı yer, kimse huyunu suyunu da bilmez.Gittiği yerdeki bir otobüs durağında sigara yakmıştı. Orada da gençten bir delikanlı duruyordu: Mert adı. Bu delikanlının da sigaraya karşı takıntısı vardı. Uyuz olurdu sigaraya. Kanunda da var, söndürmesini söyledi Aziz abiye sigarasını. Ama kanun muallak. Otobüs durağında sigara içilir mi içilmez mi çok belli değil. Üç tarafı kapalı.Kavgaya tutuştular. Aziz abi, o şeker gibi adam artık ne dediyse, gözü döndü Mert’in. Yerden aldığı bir taşı Aziz abinin kafasına geçiriverdi. Aziz abiyi o gün kaybettik.Sonra onun yerine Neşet Bey geldi satın almaya. O da çok iyi bir insandı Allah için; ama onun da bir takıntısı vardı. Ekose pantolondan nefret ederdi. Asla giymezdi. Zaten hiç ekose pantolonu olmadığı için bu takıntısı fazla zorluk çıkartmazdı Neşet Bey’e.Neşet Bey’le bizim Vehbi’nin yolları hayatta sadece bir tek kere kesişti. Vehbi de ilginç adamdı. İlaç içmeme takıntısı vardı. En fazla içeceği ilaç vitamin hapıydı. Ancak yorgan döşek yatar da doktor reçete yazarsa içerdi kabul ederdi içmeyi. Yoksa, ı-ıh!O yüzden de bütün kışı aksıra tıksıra geçirirdi. İnat ederdi. Hayır, o zaman üzerine kalın bir şey giy; değil mi? O da yok. Dışarı çıkarken kazak giyerdi elbet de, kapalı bir yere girince içerisi sıcak mı soğuk mu aldırmadan çıkarırdı hemen kazağı. Tişörtle dururdu. Neymiş, boğuyormuş onu kazak. Fena takıntılıydı anlayacağınız.Bir gün, Vehbi yolda arabasıyla giderken fena bir hapşırık krizine tutuldu. Bir de böyle bir huyu vardı: Bir başladı mı beş kere, on kere arka arkaya hapşırırdı. Kilit olurdu resmen. Ama o da çok iyi bir adamdı. Şeker gibiydi o da. Coğrafya öğretmeniydi.Böyle aksıra tıksıra giderken arabanın hâkimiyetini kaybetti. Son anda toparlayayım dedi, başaramadı. Kimseye çarpmayayım diye, o sırada orada bir inşaat vardı, inşaata kırdı arabasını. İnşaatın iskelesine çarptı.

İşte o iskelede bir yerlerde bir spatula duruyordu. Vehbi’nin arabası çarpınca fırladı yerinden. Havada uçtu, uçtu, uçtu, gitti bizim Neşet Bey’in kafasına çarptı. Neşet Bey’i de o zaman kaybettik. Çok iyi adamdı. Şeker gibiydi. Allah rahmet eylesin.Müteahhide ihmalden üç ay verdiler. O da para cezasına çevrildi.Neşet Bey uzun yıllar annesiyle yaşamış, onunla yaşlanmıştı resmen. Bir gün annesi Hakk’ın rahmetine kavuşunca, Sabahat yengeyi göstermişlerdi ona.Sabahat yenge aslında yıllar önce evlenmiş, bir oğlu olmuştu. İyi kötü bir yuva kurmuştu zamanında. Sonra bir yangın çıkmış, her şeyi almıştı Sabahat yengenin hayatından. Kendi canını zor kurtarmıştı; ama o günden sonra kendine gelememiş, yarı deli yaşamıştı. İyi kadındı aslında. Kimseyi kırmak istemezdi. Şeker gibiydi o da. Sadece, hüzünlüydü; çok hüzünlüydü.Aradan 10 yıldan fazla zaman geçip de kendini artık toplamaya, hayata tekrar tekrar girmeye başladığında Neşet Bey’i göstermişlerdi ona.Evlenmişler; çok mutlu olmuşlardı. Neşet Bey çok iyi bir koca olmuş, Sabahat yengeyi iyice hayata döndürmüştü. Sonraysa, kader işte, Vehbi’nin çarptığı inşaat iskelesinde unutulmuş duran spatula her şeyi bir kere daha aldı Sabahat yengenin elinden. Sabahat yenge fena çöktü. Boş gözlerle bakmaya başladı hayata. Meczup meczup dolaştı sokaklarda.Sabahat yenge bir gün, kocası Neşet Bey’i elinden alan spatulanın uçtuğu inşaat iskelesinin kurulmuş olduğu binayı, bina bitip de içinde insanlar yaşamaya başladığında yakmaya kalktı. Neyse ki yangını erken fark edip söndürdüler de bir facia son anda engellendi. Sabahat yengenin akli dengesinin yerinde olmadığına karar verildiği için mahkemede ceza almadı.Bir de Mert var, sahi. Bir anlık sinirine yenilip Aziz abiyi öldüren, kendi hayatını yakan. Aslında çok iyi niyetli, herkesin sevdiği biriydi Mert. Küçükken de çok uslu bir çocuktu. Herkes çok severdi onu.Mert’in babası alkolikti. İçer içer, Mert’i de annesini de döverdi yok yere. Bir gün her nasıl olduysa, babasına karşı koydu Mert. İttirdi. Babası da düşüp kafasını sehpanın kenarına çarptı. Başından oluk oluk kan geldi. Hemen ölmemişti gerçi. Mert telefon etse, bir ambülans çağırsa belki de kurtarabilirdi babasını. Niye yapsın ki?Bütün mahalleli bilirdi zaten Yusuf’un ne lanet bir adam olduğunu. Herkesle kavgalıydı. Aslında çok iyi adamdı da işte, içince sapıtıyordu. Yıllardır ayık gören olmamıştı; öte yandan. O yüzden kimse fazla kurcalamamıştı. Sarhoş herif düşüp kazara öldü dediler.Mert, babasının sebep olduğu travmayı atlamadı hiç. Yusuf öldükten çok sonra bile, her gece onu tekrar tekrar öldürdü; yine de huzur bulamadı.Çok da sigara içerdi Yusuf. O gün, Mert itip de sehpaya çarptığında, sehpanın üzerindeki kül tablası da devrilmişti. Bütün izmaritler yere saçılmış, kana bulanmıştı hepsi. Mert zaten hiç sevmezdi ya sigarayı, o günden sonra iyice nefret eder olmuştu.