soğumuş kahvemi fincanından yudumlayarak, o site senin, bu site benim geziniyorken sıkkın sıkkın, hiç ummadığım bir anda o’nunla; Lucy In the Field With Flowers‘la gözgöze geldim! belki de yıllardır surf yaparak aradığım ama bir türlü bulamadığım o şeyi bu kez bulmuştum. içimde yeşeren umudun neden olduğu tarifi mümkün olmayan heyecan, yudumlamakta olduğum orta şekerli, sütsüz kahvemi “puufrs!” diye bilgisayarımın -kaç inçlik olduğunu yine surf yaparken öğrendiğim- monitörüne püskürtmeme neden oldu: harikulade! bunun uzerine konuyu incelemeye koyuluşumun akabinde, yukarıda resmini gördüğünüz, narin vücut hatları ile bir kuğuyu anımsatan grigor’la karşı karşıya kalışım, bana doğru yolda ilerlemekte olduğumun sinyallerini veriyordu. incelemelerim sonucunda, umutlarımın boşa çıktığını ve gördüklerimin bu kadarla kaldığını sanıyorsanız, sıcak bir tebessüm ederek yanıldığınızı söyler; sizleri, gururla şu linklere davet ederim:işte tam şurada “museum of bad art – the art too bad to be ignored!”, şurada “weird art gallery”, şurada “gay paintings gallery” ve şurada da “the museum of depressionist art”.ayrıca aşağıda gördüğünüz; bir hanımefendinin, minik kedisi ile beraberce resmedildiği esere bir isim vermek ve açıklama yazmak isteyenler için “write that caption yarışması” düzenlenmiş. ödül olarak birinciye 15, ikinciye 30 ve üçüncüye de 45 saniyelik şöhret vadediliyor. zaten sanat eserlerinin değerini vurgulayan asıl unsur, haklarında yapılan yorumlar değil midir? sırf bu yüzden, özellikle museum of bad art‘da sergilenen eserler hakkında yapılan yorumlara da bir göz atmanızı öneriyorum.benim favorilerim -tabii ki ilk göz ağrım lucy’den sonra- “Storm Clouds with Wig and Eyebrows” ve bir hayvansever olarak tabii ki de “dog“.bu blogu hazırlayarak, “san’at, toplum içindir” tezini savunan sanatsever hafif sakinlerinin ruhlarında, geçici bir huzursuzluğa neden olduğum için özür dilerim. yine de siz -hissettiğiniz bu korkunç huzursuzluğa rağmen- ve tüm sanatseverler, içinizdeki o masum, minik sanatçıyı hiç kaybetmeyin, e mi?
yorumlar
Eger bu, san’ate bir tepkiyse, perspektifiyle kendi kaosunu yaratmis diyebiliriz.
-san’at; san’at içindir en çokta benim içindir- mentalitesinden güzel bir yargı olduğuna kesin gözle bakabiliriz.neden diye düşünenlere; -yaratılan bu kaosun kime ait olduğunu bilmek en güzeli.-diyede cevap vermek en kötüsü olabilir.
Bir kara sanatçı olarak, şunu söyleyebilirim: “Sanat benim yaptığım şeydir, başkalarının seçtiği ve başkaları için olan değil”. Bu anlamda bu yazı hoş olmuş. Bir de DeviantART var.
I’m going to learn how to fly!fame.”belonging to someone else under the siege of the dark forces.”
Sanat’in sanat icin degil de, halk icin oldugunu dusunemiyorum bile. Milyonlarin hayran oldugu sanatcilarin ‘toplum’ onune cikmamis eserleri sanat degil midir diye sorarim sanat toplum icindir diyenlere. Ama su bir gercek. Sanat’in kendisi degil ama eserleri toplumu etkilemek icin iyi araclardir. O yuzden somurulmeye acik bir kavramdir ki orneklerini cokca goruyoruz gunumuzde de, gecmisde de.
dizilerde, filmlerde falan entel bir ortam yaratılmak istendiğinde keçi sakallı ve pipolu tiplerin hararetle tartıştığı konuydu bu sanat sanat için midir mirim, hayır toplum içindir bıy bıy! sanat sanat içindir diye bişey olamaz sanat halk içindir diye de bişey olamaz. bir resim yapmış olmak için yapılmaz. dolayısıyla sanat yapılan eylemdir ve sırf sanat yapmış olmak için resim yapılmaz, beste yapılmaz ya da ne biliyim kamerayla filme çekmezdi di mi bi yönetmen maksat sadece sanat yapmak olsaydı. oynatırdı oyuncuları ve bakardı yarattığı çerçeveye. her şekilde dikkate alınan, hedeflenen bir ikinci kişi vardır. sanat bir iletişimdir, başkalarına sesini duyurman için bir araçtır. başkalarına senden çıkan sesin onlardan nasıl farklı olduğunu göstermenin yoludur. bu fark o sesten ya da renkten hoşlananların hayatını anlamlandırır, renk verir. anlamayanlar içinse zaten bişey ifade etmez. insan içindir yani…korkmayın. ısırmaz.
sanatın en büyük vazifelerinden birisinin de insanları yakınlaştırmak aralarındaki iletişimi sağlamak olduğunu düşünüyorum.bir sanat eseri sayesinde birbirinize yakınlaşıyor ve ortak şeyleri paylaşıyorsanız maksat hasıl olmuş demektir.denizdeki incinin pekte bir kıymeti olmadığını düşünüyorum.inci bir kadının boynunda daha güzel.Takanla bakan arasında bir vazifesi var çünki.bana bir şeyler ifade ediyor yerine bize bir şeyler ediyor daha güzel.sanatçı insana hitap edeceğim diye alçalmasına gerek yok.eğer insalara kendi sanatınızı öğretmek istiyorsanız ilk etapta onların dilini konuşmalısınız.Bir yandanda çıtayı devamlı yükletmek.İnsanı eğiten bir kişdir sanatçı.büyük bir vazifedir bu.”sanat birleştirendir” diyip duruyorum.siyaset sanat mıdır peki?insanları ortak bir noktada topluyorsa evet.fakat yüzbinler kardeş olurken başka bir yüzbinlere düşman oluyorsa hayır.Bu yüzden gerçek sanatçıların hümanizmaya hitap eden insanlar olacağına inanıyorum.toplumdaki üst tabaka insanların alt tabakya “sanat budur” diye dayatmadığı sürece sanat hümanizma üzerinde boy atacaktır.peki varmıdır sanatçı? varsa kimlerdir?bu gün sinanın eserleri alkışlanıyorsa sinandır sanatçı.veyahut dünyanın her tarafından insanlar mevlanayı, yunusu görmeye geliyorlarsa yunustur, mevlanadır sanatçı.”gerçek sanat ayırmaz, birleştirir” sözünü hatırlatır selam ederim.
Baskalariyle eseri paylasmak ve tepki alamak sanatcinin pek tabi tercihi olabilir, ama ya paylasmak istemiyorsa? Bu o kisinin sanat yapmadigi anlamina gelebilir mi? Sanat ozgun olandir. Sanat icra etmek ozgun bir eser ortaya getirmektir. Sonunda elinizde kalan seyi baskalarinin gormuyor olmasi onun sanat eseri olmasini engelleyen bir sey olamaz. Yonetmen filmi pek cok amacla cekebilir. Para kazanmak, hatun kaldirmak ya da sirf kendisi icin. Sayet ortaya ozgun bir sey koyuyorsa bu sanattir. Ancak her eser sanat eseri degildir. Mesela her resim sanat eseri degildir. Her muzik parcasi sanat eseridegildir. Kistas nedir derseniz iyi ya da kotu olusu degil, sadece ozgun okup olmamasidir. Eserinize o ozgunlugu farkli sekillerle de verebilirsiniz. Sekil yonuyle, bicim yonuyle ya da bicem yonuyle, uslubunuzla ozgun olabilirsiniz. Yapmamaniz gereken tek sey kopyalamaktir.
“Sanat” kelimesi arapça bir kelime olup san’a kökünden türetilmiştir.Osmanlıda zanaat, bir iş yapmada gösterilen ustalık gibi manalarda kullanılmış.Çok şahit oluyorum büyüklerin” sanatın ne evladım?” diye sorularına.Türk Dil Kurumunun tarifleri susuzluğumuzu gidermiyor.Kelime kelime değil, yanar döner bir oyuncak sanki!Kaypaklığından her şekle giriveriyor.“Bir duygunun, tasarının veya güzelliğin…” iyide kime göre, neye göre güzel.Bu gün üniversitelerimizde “Güzel Sanat” denen şey de ne demek oluyor o zaman. Diğer bir tarifte “…topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine..” hangi topluluk, kim bu topluluk bilen yok.topluluk dediğiniz halk mıdır? Tamam tamam; galiba biz bu yüzden iri göğüslü, baldırı çıplak, televizyonlarda cirit atan kimselere sanatçı diyoruz.Sanatın en büyük yönünün “insanlar arasındaki anlaşmayı sağlaması” olduğunu tekrar etmek isterim.Tolstoy’un “Sanat ancak, belli bir sınıf için değil, büyük kitleler için yarar sağladığı zaman sözü edilebilir bir değere ulaşır” diye bir sözü var.Ortaya konan ürün ister iki kişi arasında isterse milyonlar arasında anlaşmayı sağlasın sanattır.Lakin toprağın altındaki “bilinmeyen” nadide bir parça topraktan çıktığında kıymet kazanır.Yani esere kıymet veren insanın kendisi.Bilmesi, anlaması, görmesi…Sanatların çatışmaması lazım.Çatışırsa sanat değil “savaş” olur.Yapılan eserde bir sanat eserinden öte bir savaş aleti halini almıştır.Elbette bir sanat eserinde özgünlük elzemdir.Ama bu özgünlüğün bahsettiğim “anlaşma”yı baltalamaması gerekir.ilave:elimde ferit devellioğlunun 2004 basınmı 21.baskı osmanlıca- türkçe ansiklopedik lugatı var.sanat için şöyle demiş:”1.ustalık hüner marifet.2.bir şeyi güzel yapmak, bir şeyin güzel, beğenilir olması için uygulanan kurallar”
bir sanat eserinin ne olduğu konusunda. ama kimsenin görmediği bir işi kim sanat eseri olarak değerlendirecek. kendi kendine de bir sanat eseri yarattım ben diyemeyeceğine göre insan kim diyecek bunu. ayrıca sanırım suphinin de anlatmaya çalıştığı şeye geliyoruz. bir yaratının sanat eseri olması için illa bir güruhun bunu böyle kabul etmesi mi gerekir?
bu blogda sergilenen eserlerin teker teker neler hedeflenerek yapıldığını tabii ki bilemiyoruz fakat moba, lucy ve diğerlerinin soğuk ve rüzgarlı bir ağustos gecesi (1993), scott wilson -ki kendisi de moba’nın küratörü- tarafından bir çöplükte bulunup, sergilenmeye başlanması ile ortaya çıkmış. yani, gerçekten de var böyle bir müze ve moba, dünyanın ilk ve -şimdilik- tek “kötü sanat” müzesi. yolunuz boston’a düşecek olursa, moba’nın adresi, telefon numaraları ve bulunduğu bölgenin haritası şurada.moba’nın açılıma da dikkatinizi çekmek istiyorum: “museum of bad art“: kötü sanat müzesi. (kötü de olsa, sanat). “art too bad to be ignored”: gözardı edilemeyecek derecede kötü sanat (hala sanat, inatla sanat!). kişisel fikrimi soracak olursanız sanat, sanat içindir, göstereyim amcalara pipimi şeklinde yaratılmaz her zaman bir sanat eseri; sanatçının ruhunun derinliklerinden, benliğinden çıkagelir aniden. iyidir, kötüdür, toplum beğenir ya da beğenmez; o ayrı bir aşamadır bence. yani sanat, sanat içindir ama toplum sanattan kendine pay çıkarır, çıkarmalıdır. ha, aramızdan biri çıkar da sanat tarihinin başlangıcından bu yana tartışılagelmekte olan bu konuyu, inancımın aksi şekli ile savunup, beni ve benim gibi düşünen diğer sanatseverleri utandıracak olursa, hemen fikrimi o yönde değiştirebilirim, dert değil.kısacası, ben ne dediğimi biliyor muyum, sevgili sanatseverler? peki ya siz? allah iyiliğinizi versin, ahah. :o)
Biraz Ana Britannicayı karıştırdım. Daha öncede dediğim gibi çok kaypak bir mefhum sanat.Üzerinde anlaşılabilen efradını cami, ayrını mani bir tarifi yok.Kitaptaki tarif: Bazı düşüncelerin, amaçların, durumların yada olayların, beceri ve düş gücü kullanılarak ifade edilmesine ya da-bizi draco beye götüren harfler- başkalarına ifade edilmesine yönelik yaratıcı insan etkinliği.Doğal süreçler sonunda oluşan şeylere sanat denmiyor.Dikitler, sarkıtlar vs.vs.(O Allahın sanatı, ayrı konu). Sanat diyebilmemiz için kişiden bir çabanın bir gayretin sadır olması gerekiyor.Özgünlüğün elzem olduğunu tekrar tekrar söylemeye hacet yok.Gelelim “güzel sanat” meselesine.Burada yanlış bir önyargıya kapıldık galiba.Bakın “güzel sanat” tabiri nasıl çıkmış.“Başlangıçta, bir hammaddenin elle işlenmesi ve ona biçim verilmesi anlamında, sanat ile zanaat çok benzer etkinlikler oluşturmuştur-( Osmanlı örneğinde olduğu gibi)-.Bir çok dilde görülen bu özdeşlik sonradan güzel sanatlar(beaux-arts) kavramının ortaya çıkmasıyla, yani yarar amacı taşıyan nesnelerin üretilmesi ile kullanılmak için değil, yalnızca seyredilmek için nesneler üretilmesinin ayrılmasıyla ortadan kalmıştır.”Birilerinin de çıkıp “kötü sanat” icat etmesi ve bizimde “bakın kötü diyor kötü” diye işaret etmemizin pekte kıymeti yoktur.Yapmışlar olmuş mantığı sahici durmuyor.Sanat eserinin ruhun bilmem nerelerinden geldiğini bilmiyorum ama bazen şıp diye ortaya çıkar bazen de uzun bir çalışma gerektirebilir.Sanatçının toplumun payına düşesini almasını beklemeden servis yapması gerektiğini düşünüyorum.“Sanat için sanat” büyük bir lüks bence.Olsa olsa yine aynı lüks içindeki insanlara hitap eder.Ya halktan kopmuş bir sanatçının yada üst düzey bir halkın? sanatçısının sanatı.Tüm dertlerini çözmüş “hadi artık sanat için sanat yapalım” denebilecek bir durum.Ülkemize baktığımda daha çoook zaman var bu devirlere diyorum.
illistrasyona fazlaca pentür ve imge yüklenince mi, hatta zihnimizdeki psikopatolojik metinlere seslenince mi oluyor bu moderen sanat?!Her şey pek bi dekoratif…Sanırım zenaatkarlık = sanat, bundan gayri.
tabii ki de keyfiyet, ya ne olacaktı?kötü sanat diye bir şey, icad mı edilmiş? hadi canım, inanmam. olmaz öyle şey.ha, bir de sizin görüşünüze göre, sanat için sanat icra etmek, çok büyük bir lüks imiş, öyle mi? lisede beyinlerimize tıkıştırılmış “lale devri” hikayelerinin etkisi altında, gereğinden biraz daha fazlaca kalmış olmayasınız?ülkemize baktığınızda, sanat için sanat devrine daha çok zaman varmış gibi geldi demek size. o neden anlamadım? bizim, ülkece başımız kel mi?
Lale devrinde “sanat için sanat” mı yapılmıştır?Lale devri; kültür ve ilim tarihi bakımından takdire şayan bir devrimizdir.Kimi yazarlar tarafından Aristo, Eflatun ve İbn Sina’nın vasıfları ile mukayese edilen İbrahim paşa sayesinde, Osmanlı Devleti İlim, irfan gücü ile Avrupa karşısında 200 sene daha ayakta durmayı başarmıştır.Lale devri sanıldığı gibi (sadece) sefahat ve Eğlence devri değildir.Devrin adını lale çiçeğine olan sevgi, sadece o devre ait olan bir şey değildir.Lale çiçeğini, atalarımızın Orta Asya’dan getirip, yaşadıkları topraklara yaydıklarına dair kaynaklar vardır.Lale kelimesinin ebced hesabına göre hesabıyla Allah kelimesinin ebced hesabına göre hesabı aynıdır.Bu itibarla laleyi öven beyitler bile yazılmıştır.Lale devrini kısaca hülasa ettikten sonra, benim “yada üst düzey bir halkın? sanatçısının sanatı.Tüm dertlerini çözmüş “hadi artık sanat için sanat yapalım” denebilecek bir durum.” sözümü tekrar düşündüm.Üst düzey bir halk?, tüm dertlerini çözmüş?…sanırım yanlış bir laf etmişim.Sanatçının her zaman toplumda bir adım önde olması gerektiğini, ve işin sadece “dertleri çözmekle” kalmayıp daha da ileri gitmesi gerektiği sonucuna vardım. Ben her zaman sanatçıya bir misyon yüklüyorum.Esere baktığımızda sanatçı,belki bir ders verecek bize belki bizde ortak hisler meydana getirecek ve bizlerin arasında bir köprü kuracak.Kötü sanat…Kusura bakmayın galiba ben sizin yazınızda geçen “kötü sanat” tabirini yanlış anladım.Veya hiç anlamadım.
devamlı alıntı yaptığın kitaplarının arasında kurut suphiciğim.sonra da bizlere ebced hesabıyla oniki sene sürmüş olan o devrin nesnel olarak ne yarar getirdiğini anlat. bunu yaparken de bir adet parmağınla (allah birdir ya o açıdan) lale soğanına dokunuyor ol.yahya kemal’in ruhuyla oturmuş rakı içiyorduk geçenlerde, bünyeler de pasarofça ile gevşemiş tabii, üstad bir başladı, saydı da saydı modernleşeceğiz diye ota bulanan kafaları ve zırt pırt kalkışma yapan köktencileri. (tam kökten demedi başka bir kelimeydi ama sabah hatırlayamadım.)
bir gün, bir kaç arkadaş oturmuş bir kafeteryada kahve içiyorduk. ben bir fıkra anlattım -ki çok iyi bir fıkra anlatıcısı olduğumu asla iddia etmem- ve fıkra hafif tebessüm ettirebilecek ya da bilemedin maksimum “hah-hah” dedirtecek bir fıkra idi ama böyle yerlerde yuvarlatamazdı insanları kahkahalarla. işte ben de sakin sakin anlattımdı fıkrayı, arkadaşlarım da tebessüm ettilerdi hafif muhabbete vesile olduydu ama bir iki tanesi de böyle boş boş baktılardı yüzüme ve tebessüm eden diğerlerinin yüzüne. meğer gülmeyenlerden bir kaçı fıkrayı komik bulmamış, eyvallah tabii. belki de güldürürken düşündüren bir fıkra değildi de bana öyleymiş gibi geldiydi, ondan öyle olduydu. olabilir… olur öyle, çok doğal ama gülmeyenlerden birisi, fıkradaki kahramanın başına gelen şeyin hiç de hoş bir iş olmadığını söyleyip bana kızdıydı ve güldüğümüz için bizleri ayıpladıydı hatta. meğer fıkrayı anlamamış da ondan yani. beğenmese bir şey demeyecektim ama durum biraz farklıydı sanki. eh, bu durumda ben de fıkraya baştan başlayıp, açıklaya açıklaya bir daha anlatmam gerektiği hissini duyar gibi olmuştum. korkunççç. anlatmayayım dedim önce, sadece şöyle bir gülümseyip “allah iyiliğinizi versin, ben başka bir şey anlattımdı ama olsun, bunu da konuşabiliriz” diyeyim dedim (bkz: yumurta tavuk(!)). baktım olcak gibi değil, fıkranın bana komik gelen yerini açıklamak zorunda kaldım. tabii o zaman da hiç gülmedi o kişi yine çünkü fıkranın hiiiiç komikliği filan kalmamıştı ben öyle anlatınca. hay aksi…not: : hala inanıyorum ki sanat, sanat içindir ve toplumun yapması gereken şey, sanattan payına düşeni almayı denemektir.
Gücenmeyiniz pagan bey ağabeycim.Buyrun size de bir tane gül vereyim.Dikeni biraz fazlaca ama kusurumuza bakmazsınız artık.Kitaplardan alıntı yapmam gücünüze gitmiyor değil mi? Kitaptan öğrenmezsek nereden öğreneceğiz.Lale devrinde padişah ve sadrazamın, meşru çerçevede de olsa eğlence ve ziyafetlerde fazlaca vakit geçirmesi insanların gayrı meşru işlere girmesine vesile olmuştur.Öyle ki şeyhülislam afyon ve esrar kullanımını yasaklayan fetva vermiştir.Yine bu devirde padişahın ara sıra katıldığı helva sohbetleri ve lale eğlencelerinin yapıldığı doğrudur.Daha öncede dediğim gibi lale devri sanıldığı gibi sadece eğlence devri değildir.Bu devirde sarayda ve sadrazam köşklerinde, tefsir, hadis, fıkıh ve tarih dersleri yapılmıştır.Osmanlı ve Türk tarihi ile ilgili en önemli çalışmalar bu devirde olmuştur.Prof.Dr. Ahmet Akgündüz ve Doç.Dr. Sait Öztürk’ün yazmış olduğu “Bilinmeyen Osmanlı” kitabında Ayni’nin “Ikd’ül Cüman” isimli meşhur tarihi, Hondmir’in Farsça çok geniş bir tarih olan “Habib’üs siyer”adlı eseri, Mevlevi Ahmed Dede’nin “Cami’ud-Düvel” adlı muazzam eseri, hep bu dönemde kurulan ilim heyetleri tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir.Yine bu dönemde Damat İbrahım Paşanın gayretleriyle köy olan Muşkara’yı imar edilmesi, Dar’ül Hadis Medresisi gibi çok sayıda vakıf eserlerin meydana getirilmesi ve başta çinicilik olmak üzere kaybolmaya yüz tutan Türk sanatlarını ihyaya çalışılması ve yine matbaa gibi önemli bir müessesenin hizmete sunulması bu devirde olmuştur.Yine aynı kitaba göre; Nedim,Seyit Vehbi, Tarihçi Raşid, Nahifi ve Ahmed Neyli gibi edip ve şairler, Damat İbrahim Paşanın himayesiyle ölmez eserlerini vermişlerdir.Osmanlı Yayınevi’nden çıkan “Belgalerle Osmanlı Tarihi” adlı ansiklopedik eserin 3.Cildinde , yukarıda ismini verdiğim eserlerden farklı olarak; Aristo,Kitabü’s Semaniyye fi sımı’t-tabii- Tercümetü Müceıledi’s- Semaniyye li Aristetalis( kusura bakmayın ismi bu) adlı eserin ismi verilmiş.Kötü sanat..Çöplükte bulunup sergilenen eserler neden “kötü” diye adlandırılıyor.Çöplükte bulunduğu için mi? Önemli olan eserin nereden geldiği midir? yoksa insanlar üzerinde bıraktığı ortak duygular mıdır?Sanatta kötü de ne demek? Kime göre kötü? Başkalarının dayatmasıdır kötü olan şey?Sanat yeterki insanları yakınlaştırsın, ortak bir şeyler tattırsın.Yanlız bu ortaklık başka bir güruha düşmanlık yapmasın.Ben daha çok Ana Britannicadan aldığım tarifteki “başkaları”yla ilgileniyorum.Neye ihtiyacı vardır o başkalarının.Sanatçı eserini yapıp köşesine mi çekilmelidir? Bu rahatlık olmalımıdır sanatçıda? Bence olmamalı.Sanatçı vatandaşın payına düşeni alması için uğraşmalı.Bu uğraşının sanatçıya bir büyüklük katacağını düşünüyorum.
evet, of.
fikrimce bir şeyi tanımlamak başka bir konu, onun ne için olduğunu, neye yaradığını, neden yapıldığını incelemek başka bir konudur.bana göre sanatın hiçbirşey için olması gerekmemektedir. yada sanat için olan birşeyler varsa bu ondan sonra gelenin de sanat için olması gerektiğini göstermez. sanat adı altında sayısız farklılıklar gösteren bir sürü ama bir sürü şey bulabiliriz.şimdi bunları yazarken biraz üşüdüğümü hissedip bir battaniyeye sarılıyorum burdan yola çıkarsam battaniyenin renkeri desenleri falan filanları dolayısıyla battaniyeye de bir çeşit sanat eseri denilebilir. neden yapılmıştır? sıcak tutmak ve soğuktan korumak için. ama sadece bu amaç için yapılmış olsaydı elbette tek renk ve hiçbir estetik değer barındırmayabilirdi. e peki şimdi bu sanat içinmidir toplum için mi? bu örnek tabiki istenirse çürütülebilinir. ama bu düşünce yolu bir çok şey için uygulanabilir.merak ettiğim başka bir şey daha var. şimdi diyelim ki bu yumurta mı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar kısır döngüsüne bir son verebildiğimizi düşünelim ve hangisinin daha önce olduğunu kesin olarak belirleyebildiğimizi varsayalım değişebilecek ne vardır ortada ? hmm ben sanatı toplum için yapıyordum meğerse sanat içinmiş, banane o zaman işim olmaz sanat manatla diye düşünen birileri olur mu sizce? veya tam tersi? hayır efendim senin bu yaptığın sanat için olmuş oysa biz sanatın toplum için olduğuna karar verdiğimizden senin bu ortaya koyduğun saçma sapan şeye sanat diyemeyiz gibi bir yaklaşım mümkün müdür? kısaca burada anlaşıldığı gibi sanat sanattır. ne için olduğuyla çok ilgilemeye gerek yoktur.yukarıda okuduklarımdan aklımda kalnlardan biri de toprak altında kalan eserlerin bulunana kadar yani insan tarafından görülene kadar sanat olmayacağı gibi yaklaşımlar… egoizmin dorukları 🙂 çok farklı kavramlar olduğunu bildiğim halde başka bir şeyden örnek vermek istiyorum. hepimizin bildiği gibi insan vücüdundaki ana sistemlerden biri de kan dolaşım sistemidir. kan ne renktir ? kırmızı. fakat kana bu rengi veren etkenlerin biri de aslında oksijendir. bir çok bilim adamınca insan vücudunda ki kan hücrelerinin çeşitli oksijen değişimlerinde maviye dönüştüğü ileri sürülmektedir.yaratıcılğın ve estetiğin olduğu yerde genellikle sanat da vardır. sanatın olduğu yerde toplumun da olması gibi bir şart koşulamadığı gibi toplumun olmadığı yerde de sanat olamaz şartı da koşulamaz. sanat toplum tarafından kabul edilmelidir ancak ondan sonra sanat olabilir yargısı da çok mantıklı görünmüyor.sanırım herşey neyi nasıl görmek istediğimizle alakalı bu konuya yakınlık gösteren -rain- isimli bir beatles şarkısının sözlerini paste ediyorum. bu şarkı dünya tarihinde ilk videoklip çekilen parçadır. demek istediğim söyleyenlerin sahne görüntülerini klip olarak değerlendirilmesinden daha öte bir durumdur. yani yıllar önce şimdi ki mtv nin temelerini atan grup yine beatles tır. konumuzla alakasına gelirsek alın size sanat; toplum, yaratıcılık özgünlük, yön verme, yoktan varetme gibi bir çok özelliği barındıran bir durum sanırım kimse bunun sanat olmadığını iddia edemez ;)If the rain comes, they run and hide their heads.They might as well be dead.If the rain comes. if the rain comes.When the sun shines, they slip into the shade.And sip their lemonade.When the sun shines. when the sun shines.Rain, I don’t mind.Shine, the weather’s fine.I can show you that when it starts to rain.Everything’s the same.I can show you. I can show you.Rain, I don’t mind.Shine, the weather’s fine.Can you hear me that when it rains and shines.It’s just a state of mindCan you hear me? can you hear me?Sdaeh rieht edih dna nur yeht semoc nair eht fi.Nair.Enihsnus.
Bu yumurta tavuk ornegi aslinda kisir dongu gibi gorunur ama tamamen ideolojik bakis acisina gore degisen, ki saniyorum ortaya atilma sebebide budur, bir durumdur.Soyle ki, yaratilis teorisine inananlar, tavugun dunyaya tavuk olarak geldigine inanirlar, demek ki yumurta tavuktan cikmaktadir, ancak evrim’e inanlar, tavuk turunun bir onceki atasindan mutasyon yoluya olustuguna, dolayisiyla ilk tavugun yumurta icerisinde olduguna inanirlar.Iste bu tartismanin koku budur. Neye inandiginiza gore, ki bu ornekte evrim-yaratilis teorileri karsilastirilmistir, ‘felsefi’ bir tartismadir.Ne anlatmak istediginizi anliyorum ama daha once de ahkamlara konu olan bu tavuk-yumurta esasi budur.
Öncelikle sabrınızdan dolayı kutlarım sizi.Faydalı bir şeyler yaptıysak ne mutlu.Bu gün bir seyahat sırasında cemil beyin konuyla ilgili bir yazısına gözüm ilişti.Bu blogun altında güzel duracaktır.“Dadaizm ve sürrealizm, kitleye sırtını çeviren sanatın yüzde yüz iflasını bir fizik kanunu katiyetiyle ispat etmekte…Artık “sanat için sanat” tekerlemesi,ya hazin bir gafletin ifadesidir yahut da bir ricatın.İlham perilerinin iltifatı hiç kimseye kavgadan kaçmak imtiyazı vermez.Fildişi kule, ikinci harp sonu dünyasında davasız sanat meczuplarını barındıran bir miskinler tekkesidir…Vatandaşları günün çetin kavgalarında yer alırken yıldızlara serenat besteleyen bedahatın adı:savaş kaçağıdır…Fikir ve sanat adamının yeri:fikir ve sanat kavgasının ateş hattıdır…Her sanatkar agora’ya inmek,hayırla şerrin savaşında ister istemez yer almak mucburiyetindedir.Fildişi kuleye kapananlar şerrin zaferini(bilerek veya bilmeyerek)kolaylaştırmış olurlar.Kitlelerin yükselmesi, insanlaşması,ışığa kavuşması için sanat:işte çağımızın şiarı.”(Yirminci Asır,”Fildişi Kule Efsanesi”,1.11.1947)Kopya değil temessül.
Cemil beyin, ben bir hiçim. Cemil Beyin ben mümessilim. Cemil cemil Cemil Beyin…Cemil Beyin Yeşil Kürkü. Şu şarkı da geldi aklıma supi supi supi supi supi hey ya hey ya.
bir dadaizmle sürrealizme bok atmamıştınız o da oldu lale suphi bey. 20.yy sanatının şekillenmesinin, belki de nefes almamızın yegane sebebi, nacizane fikrime göre özgür sanat akımlarının en şahanesine hem de cemil amcayı kullanıp laf attın ya, o fildişi kulesine bok diye sıvayacağım seni, çok pis döveceğim, üstüne rahat birşeyler giy:şimdi şöyle al sana breton’dan bir alıntı (cinai şebeke ses tonuyla): “sürrealizm tıpkı dadaizm gibi tüm sanatlarin, tüm sanatlara endekslenmiş muhalif militanıdır. sürrealizm, saf psişik otomatizmdir. düşüncenin gerçek işlevlerim sözlü veya yazılı olarak ya da daha başka bir yolla ifade etme girişimi, herhangi bir moral (ahlak) ya da estetik ön-koşullandırmaya bağlanmadan, mantık kontrolü da olmaksızın düşüncenin yönlendirilmesidir. zihnin ve temsil ettiği herşeyin tüm olarak serbest kalmasını sağlayan bir yoldur… sürrealizm bir şiir çeşidi değildir. kendi üzerine dönen zihnin haykırmasıdır ve prangalarından kurtulma çabasıdır” andre breton – what is surrealism?zaten senin yazdıklarını okuyup ciddiye alıyoruz ya suç bizde. bak suphiciğim, çocukluğuna dönelim, sürrealizm, sen büyüyüp kirlenmeden önce (dünya değil sen, senden sonra öbürü kirlendi) aklın, beynin, ruhun ve gözlerin sadece dibini aydınlatan mum misali böyle kapanmadan önce, tüm iyi niyetinle daldığın elma ağacıdır güzel kardeşim. nasıl yani? şöyle: “hayatın ve ölümün, gerçeğin ve hayalin, geçmişin ve geleceğin, yükseğin ve alçağın, belirli bir ruhsal yönelişte ayrı ayrı kavramlar olmaktan çıkacağım gösteren çok şey vardır. bu noktaya ulaşmamızı sağlayacak merkezi etki olarak sürrealist eylemlerin dışında başka bir etken arayan, boş yere çaba harcamış olur.” diyor ikinci sürrealist manifesto. tıpkı sen yahu!işte bulunduğun bu ahval ve oneirizm içinde tıpkı bilinç akımı kullanan modern harikalar gibi otomatik konuşuyorsun iki gözüm. senin tayfanda, hani devlet kuralına uymadığı için ellerinden deriler alınınca, toplanıp, hep bir ağızdan “çocukları yetim kalsın!” diye bed hem de çok beddua eden sakallılardadır sürrealizm.sürrealizm olmazsa ne olur hayatımızda? neyimiz eksik kalır diyorsun şimdi monitöre boş boş bakarak, biliyorum. sürrealizm olsaydı suphiciğim, sigarasından son bir nefes çekip, tüm iğrençliğiyle son nefesini dolmuşun içine veren insan olmayabilirdi mesela,sen zaten bir miro’dan fırlamış gibi duran imgesin suphiciğim, hatta bu da yetmez, sen tam bir sürrealist kolajsın suphiciğim, ayaklı manifestosun. sen bu topraklara tıpkı matbaa gibi sonradan gelen akımsın, akım derken bokum diyensin.suphiciğim seni, kuyruğunu ve cemil amcayı bunu sen istedin isimli güzide lale punk yapan grubun hicazkar şarkısıyla selamlıyorum:karşımdaki adamın bıyığıyuttu birden zavallı kadınıbulamadım düşürdüm çakmağıbirden kim söndürdü ışığı?kırıldı içtiğim bira bardağıkestim bindiğim macun dalınımuhabir kene bayrağıadamın yanındaki kadının kulağısürrealizm dadaizm kakaizmbunların hepsi olsun sizinmodernizm, kübizm, ha ha optimizmbunların hepsi olsun sizinakvaryumdaki japon balığıduyamaz beni yok onun kulağıkaçırmadan ipleri, kulağıyutmadan mideye adamın bıyığıbıyığı ve adamın kanlı dudağıkesmiş bira bardağının kırığıyanıyor adamın kırmızı bayrağıkadın benden önce bulmuş çakmağısürrealizm dadaizm kakaizmbunların hepsi olsun sizinmodernizm kübizm ha ha optimizmbunların hepsi olsun sizinmodernizm faşizm anarşizmbunların hepsi olsun sizinayrıca dada manifestoları türkçede, ayrıca sürrealist manifesto da türkçede, dadaizm hakkında, wikipedia sürrealizm maddesi.ben kitapçıya kadar tutamam altımı hemen okuyacağım dersenbir ülke düşün ki yarabbbimmm (en az üç b ile) cemil meriç suphilerin elinde, dadaizm bedri baykamın şeyinde, sabah programları seda sayan’da…
yatsak rüyamızda daha renklilerini görsek. Nedir bunca laf ne için olduğunu, ne olduğunu bilmediğimiz iki boyalı fırça darbesi için madem?