12:30Kimselere söylenmeyen bir yeminle dilini hançerlemişti. Öylece duruyorken karşısında, hayatın tam olarak kaç metrekareye tekabül ettiğini sorarak baktı gözlerime. Başının üzerinde tam olarak ne olduğunu bilmediğim bir tavan vardı. Ayakları… ne kadar ağırdı!13:50Eminim şu an sadece ayaklarımın ağırlığını düşünüyordur. Ben kaçıncı kişiyim benliğinin zindanlarında? Şu köşelerden tutunsam, merkezinde soluyabileceğim o kaçınılmaz bağa ulaşabilir miyim? Ya uzakta atıyorsa! Ya hiç kendinin bile olmamışsa! Hayır! O kalp sadece bana ait kalmalı.14:30Yorulmak istemiyorum ama hala ayakları ağır. Yolun hangi başında olmalıyım bilmiyorum. Tam olarak kaç çentik atmalıyız. Bir saniye, elime bulaşan şu zaman artığı da nesi? Kol saatimden nasılda firar etmişler, barkotları da silinmiş: anlamıyorum neden bütün soru işaretleri ve ünlemler cümlenin sonuna gelir. Vurgular ve sorular başlangıçta nihayete ermesini istiyorken hepimiz!16:00İki eliyle sobeledi beni. Hiç kimse bana böylesine bakamamıştı. Nasılda yanına aykırı bir ışığı vardı. İçime umarsızca atarken gözlerinin tohumunu, en fazla benim çizdiğim gökyüzü kadar uzanabilecekti. Ve o gökyüzü ki; öylesine sonsuz, öylesine imkansız … Hayır şeytanın bile aklı ermiyor bu gerçeğe, bütün zarlarını ateşe atmadan önce kırdı. Düşeşlere el koyup, kızıla öyle boyadı.16:45Sana ne! Nefes alıyorsam. Sana ne! Ölüyorsam. Sana ne! Öldürüyorsam. Sana ne! Ölemiyorsam. Eğer bakışlarında üşümek isteseydim, gözlerinin renginde bir güneşte ısınırdım. Evet aynı düşleri görmek için uyuduğumuz yarım yastığı inkar etmiyorum. Gecenin altında pürüzsüz bir ay gibi yürürken hatırlatmıştın her şeyi. Eş zamanlı kelimelerle konuşmayı öğrendiğimizden, en büyük nefreti yeşertmiştik varlığımızda. Öfkeyi iki kere yaşattığımızdan.17:35Hiç rüzgar değmemiş güvercin kanadı ne denli acemiyse, nefretin intikamında o denli acemi duruyor. Kanayan kulaklarımdan anlıyorum ki, bildiklerini hatırlamazlıktan geliyorsun. En son sen kuşatmıştın gökyüzümü bir sarmaşık misali. Güneşimi sarmış, kavurmuştun ışığımı. Seninle nefes alıyorken, köklerinle perçinlemiştin içimdeki varlığını. Her seferinde kanayarak uyandığım sabahlarda, sana boyanıyordum; kan siyahı dokunuşların misali. Ama şimdi…18:16Çok düşündüm. Kanatlarımı gererek, yılgın atların bayramını şenlendiriyordum. Pegasus değildim, bir kuş ya da bir melek. Sadece rüzgarın esaretini kafeslemek istiyordum. Uzandığım daldan koparırken celladın masasını, kan gölgesiyle ıslanmış sayfalardı karşılaştığım. Ellerim acele ederken bakışlarım ağırlığıyla hızlandırmıştı uyku merasimini. Utangaç edepsizliğiyle uyanmaya uyuyarak merhaba diyordu melez şeytanlarım. Kapağı açtın, kafesin kaçmasına sebep oldun. Geride kalan kanatsız kuş sadece lanet etmek için ötüyordu, bunu hala fark edemedin.19:00Sen kimsin?19:45Ben senim!20:25Sen ben olamazsın!20:56Sensizliğe başka nasıl katlanıyorum sanıyorsun.21:17Bende sensizlik diye bir şey yok!21:48Varlığım varlığınla nefes aldığı içindir.22:11Nefret eden sensin!22:35Nefretimi isteyen de sen!22:55Hadi kır şu saati artık, aramızdaki dakikaların ulaşılmazlığı gibisi yok!23:10Elim bir ara gider gibi oldu, karanlığın içinde savrulan sarkaçla ışığı yakalamak için. İlerledim, sadece birkaç saliselik mesafe kalmıştı. Elimin ısırıldığını his ettim. Canımın acısıyla görebildiğim kadar yukarı baktım. Aşağı doğru uzatılmış yüzlerce baş bedenlerinin intikamını acılarından vazgeçerek alıyordu. Evet saat gece on ikiyi vurmuştu, tam zamanında gecikmiştim. Gülümseyen melez şeytanımın yüzüydü, onu gülümseten gurursa benim. Bir zaman dostumun söylediği gibi “Britüs renginde akmalı kan, Britüs renginde olmalı intikam!” Ve şöyle yazmalı anıtların gölgesinde “ÖLÜM BURADA YATIYOR”.