piano keys
Hayatımızın her döneminde birşeyi öğrenirken beş duyumuzun yanısıra özellikle yaptığımız tekrarlar bir hayli önemlidir. Hele ki bu öğrenme aktivitesi; piyano çalmak olacaksa ellerin ve ayakların koordinasyonu, defalarca tekrarlar ziyadesiyle önemlidir. Öğretmen önce sadece sağ elle, sonra sadece sol elle dersler verir. Son derece düzenli ve disiplinli çalışmanın, tekrarlarda bulunmanın önemini her fırsatta dile getirir. Sonra bir bakarız; iki el-ayak koordinasyonu ve tabii ki beynimizin orkestrasyonu sayesinde Chopin çalıyoruz.Kuruçeşme’de yaşadığım zamanlar, bazı Pazar sabahları yakınlardaki bir teras katından havaya karışan Chopin’in Nocturne c# minör tınılarıyla uyanırdım. Uyku sersemi gülümser ve “bu adını sanını bilmediğim komşumun yine Szpilman krizi tutmuş” diye düşünerek yataktan kalkar, camları ardına kadar açar ve nocturne bitmeden kalan son kısımları da yakalamaya çalışırdım. Perdeler esen meltem uyaklığında savrulur, ben ise yarı uyanık lavaboya doğru yol alırdım… Müzikle evin havası aniden değişirdi.Dinlemekten bıkmadığım halde ısrarla gidip Wladyslaw Szpilman tarafından yorumlanan bu eseri satın almazdım. Komşumdan dinlemek hep en keyiflisiydi. Bir de tabii, nisbet yapar gibi olmamak için…bu bir pilli patisözüdür! Savaş zamanları açlıkla terbiye olmuş bu adamı düşlerdim. Bu adamın ellerini düşlerdim. Polanski’nin The Pianist yapıtında Szpilman’ın hayatından o kesitleri gözümüze gözümüze sokarcasına kurguladığı o sahnelerin gerçek yaşamda hangi derecede yaşandığını merak ederdim. Teras katından yükselen tınılar olayı yumuşatırdı belki ama bilirdim ki; The Pianist sevgiliye sarılıp izlenebilecek türden bir film değildir. Sıklıkla insanın kendinden utanmasını gerektiren sahneler vardır ve romantik bir ambiyansı kat-i surette yaşatmaz. Bir piyanist için en önemli uzvu olan ellerin filmde nasıl ve ne derece yıprandığını, kamera sürekli bize hatırlatır. Bir insanın insanlık dışı şartlara zorlanmasının ne demek olabileceğini; fiziksel ve ruhani yıpranmışlığın nerelere varabileceğini; bize yutkunmayı unutturacak kadar ileri giderek gösterir bu film. Görebilenin, bakabilenin içi acır, burkulur. Szpilman bu kadar acı çekmiş midir ya da film Polanski’nin kendi çektiği acılarla yoğrulup, Szpilman’ın çektiği gerçek acıları yeterince yansıtabilmiş midir? Yaşayan tarih bunun tanığıdır. Başka da kimse olamaz, zaten!Ama kesin olan birşey var ki; eğer denildiği kadar doğruysa ve Chopin’i zamanında Szpilman’dan daha iyi çalabilen biri yok idiyse Szpilman’ın hayatını kurtaran da Chopin olmuştur.
yorumlar
hıımmm ,düşünmekteyim.
24 saat klasik müzik dinlemem ama kitap okurken, uyumadan dinlemeye çalışırım, o an en azından ortaokuldan beri dost edindiğim trt3′ ü dinlemeye çalışırım.piyano enstrumanında mendelsshon‘ u tek geçerim…Shakespeare’ in bir yaz gecesi rüyası’ nı bestelemiştir, eşsizdir…
piyanist’i izlediğim gece uyuyamamıştım, sabaha karşı biraz daldığımda rüyamda tekrar o sıkıntıları çektim o piyanist benmişim gibi. şimdi yazıyı okurken “hadi tekrar izleyim-mi ki acaba?-” oldum. hala kararsızım…
burada da yazmiştim böyle bir heves gelmiş ti gittim aldim bir arkadaşin tavsiyesi üzerine şimdilerde özel ders aliyorum
Yaşadığın o sabah dinletisini ben de bir sene öncesine kadar komşumdan keman dinletisi olarak alıyordum. Verdiği zevk gerçekten doyurucu. Benim kemana ve onla yapılan eserlere ilgim komşum sayesinde artmıştı. Piano ve onla yapılan eserlere ilgim ise Pianist filmiyle tavan yapmıştı. Hatta o filmi izledikten sonra keman ve piano virtüözlerine saygım ve hayranlığım kat be kat arttı, hele ki virtüözlerin geçmişinde ya da hayatında sahip oldukları unutulmaz acıları veya sakatlıkları varsa…onlar için hissettiklerimi anlatamam bile..
keman sesi insan sesine en yakın enstrüman diye duymuştum…harika bir ses hakkaten
…
kesinlikle öyle makaleci:) harika bir enstrüman..eğer dinlemekten keyif alıyorsan vanessa mae yorumuyla sabre dancei dinle derim. Bu kız resmen konuşturuyor kemanı..
insan sesine en yakın olan “ney” galiba ama, kemanında tınıları hiç fena degildir. Farid Farjada ne dersiniz arkadaşlar oda fena degildir kemanda.Sabahları böle uyanmayı kim her zaman isterim 🙂
insan sesine en yakın olan “ney” galiba ama, kemanında tınıları hiç fena degildir. Farid Farjada ne dersiniz arkadaşlar oda fena degildir kemanda.Sabahları böle uyanmayı kim her zaman isterim 🙂
çok teşekkürler, vanessa mae süper hakkaten…çok eser var sevdiğim benimdephantom of the opera çok etkileyici mesela…
benim kesinlikle diye katıldığım konu, kemanın harika bi çalgı oluşuydu:) benim de bildiğime göre insan sesine en yakın olanı ney, arkasından yaylılar olarak keman ve viyolonsel gelir.
ney…onu duymamıştım iyi oldu, ve doğru olabilir,benim keman diye kalmış,yanlış sıralama ile biliyormuşum demek:)
ben bir enstrumanın insan sesine yakın olmasıyla güzel olması arasındaki ilişkiye anlam veremiyorum. insan sesi güzelse -ki benimki berbattır mesela- insan sesi dinlerim. ne diye insan sesine yakın diye keman dinleyim. her enstrumanın kendine göre güzelliği var. önemli olan çalabilmekte, kullanabilmekte (insanın sesini kullanabilmesi de bir marifet).piyanoda tuşeli çalımları severim ben. mesela rahmetli cüce piyanist michel petrucciani hayranıyımdır caz piyanistlerinden. klasik eserlerde chopin sevme nedenlerimden biri hem genel olarak tuşeli eserler olması hem de chopin’in zamanı için fazla modern armoni kullanarak aslında caz yapıyor olmasıdır. mozart’ın köşeli armonisini severim (direk köşeli demek doğru değil belki ama şimdi aklıma gelen kelime bu).ama iş kemana gelince o tuşe hissinden tamamen uzaklaşırım ve yumuşak, macunlu stili tercih ederim. mesela stephane grappelli bu konuda ilk tercihimdir.ya da mesela rock gitaristlerinden mark knopfler parmak stiliyle beni hasta ederken, steve vai‘nin şeytani çalımlarına ayrı hayranımdır.diyeceğim o dur ki her enstruman kendi çapında güzeldir. önemli olan ona can verendir (çalarak ya da besteleyerek), nasıl çaldığınla nasıl yorumladığınla ilgilidir mevzu. mesela biz okulda 4 kişilik bir sipsi grubu kurmuştuk, fena halde eğleniyorduk 🙂 ilk çok sesli eserimizi çaldığımızda kantin yıkılmıştı. konser verelim dedik, üzerine bir sürü geyik yaptık “konser bittiğinde sipsileri gömlek cebimize koyuyoruz, sonra seyirciyi selamlarken onlar düşüyor patır patır” filan diye. hala gülümserim aklıma geldikçe. bu arada grubumuzun adı “sipsi kings” di… 🙂
elbette ki haklısın aksini -kendi adıma konuşayım- iddia etmiyorum asla da etmem.. zaten böyle bir zevk olabilir mi? ah bu ne kadar da benim ses rengime uygun!? neymiş bu alet? ah keman (ya da ney), evet işte budur! ya da aman tanrım şunun tuşlarının çıkardığı ahenge bak piano! işte benim aşkım, benim çalgım!!? eğer bu duyguyla enstrümana ve eserlere bakılıyorsa gülmekten ve uzaklaşmaktan başka birşey yapmam. Güzel olan ne varsa dinlerim, kim çalıyor bakmam veya hangi enstrüman kullanılmış önemsemem..ama özellikle takip ettiklerim klasiklerdir ve onların varyasyonlarıdır. Bu arada zevkinizi göz önüne alarak “sipsi kings” performansınızı görememiş olmakla şanssız sayıyorum kendimi.
gitarı konuşturan adamlardan biri de brian may ‘ direlbet queen ‘ den biliriz kendilerini…
Andy Mckee – Guitar – Drifting – http://www.candyrat.com
Nocturne geceye özgü, geceyle birlikte iyi giden gibi bişeydi sanırım.bu bağlamda tuşlara her dokunusu başka bir büyü etkisi yaratan yann tiersen den bahsetmemek fevkalade ayıp olur diye düşündüm.( kendimce) (buradan yann’a selam ederim;)
* Ferhat ErdemSipsi Zeytin Dalı Hadi Gali Sende Gel Teke* sipsi turkey folkmusic mehmet ali kayabaş. h.demir.t.türen. 😉
nası yani…serbestten keşife sıçrama nasıl yaşandı..
@xerre, ben de anlamadım. oysa ki yazıyı serbest’e göndermiştim ve orada yayımlanmıştı.arkadaşlar, yorumlarınızla yazıyı donattığınız için çok teşekkürler. @freefreshfish, sipsi kings’i artık dinleme şansımız hiç mi yok? 🙂
valla o proje 8 yıl öncesine aitti. grup arkadaşlarımı bir araya getirsem inan çok isterim gerçek bir konser vermeyi. gruptan iki kişi istanbul’da albümlerde çalıyor (sipsi değil, keman ve gitar 😉 diğeri çellist ama öğretmen olmayı tercih etti. ama gerçekten nefis bir projeydi hayata geçseydi. siyah pantolonlu, beyaz açık yakalı gömlekli, beyaz çoraplı ve rugan ayakkabılı dört kıronun sipsi’yle bach çalması olay olurdu yani. şöyle çıkardık haberlere :”ankaralı gençler milli çalgımızı tüm dünyaya tanıtıyor!”. allah belanızı versin… 🙂
Ben de trance başyapıtlarını seslendirecek bir yaylı dörtlüsü hayal etmişimdir hep.Sash – Encore une Fois‘yı bir yaylı quartet çalsa fena olmaz mıyıdı?
çok güzel ve keyifli bir yazı olmuş. ellerine sağlık. yazının kafamda oluşturduğu imgeler çok hoş fakat ifadesi zor.aklına sağlık
peki ya o koskoca piyanoyu sağa sola taşıyamadığı için çalmayı bırakmak zorunda kalmış, sonra da kaybettiği zamanı asla geri getiremeyeceğini bilen bana kim ne demeli?hayatımın en büyük acısıdır piyanosuzluk…
@ekvator,müziği ifade etmenin zorluğu hakkında minik bir ekleme:o halde susup dinleyerek tadını çıkaralım! :)@gazal,imkanın varsa, eski doğu bloku ülkelerinden birine taşınmanı tavsiye ederim. hemen hemen her eşyalı kiralık evde mutlak surette bir piyano vardır.
Wladyslaw Szpilman yorumlu – Chopin, Nocturne c# minor (1980) eser hakkında:bazen notalar oldukça fazla sırtlanırlar hayatların yükünü. kimi insanlar ancak hayatlarının bir kısmını notalara dökebildikleri ölçüde rahatlayabilirler… onlara “müzisyen” deriz. hayat bir yük silsilesidir omuzlardaki, yüreklerdeki… hatta hafızalarda yaşanmış kısımları dahi hayatın; birer yüktür… insan hafızasını kurcalayıp, gerisin geri olayları tekrar düşündüğünde hayatının yükünü tekrar taşır gibi olur.kimileri de o notaları alır, (“yorumcu” deriz onlara) bir süreliğine taşırlar, kendi güçlerinin yettiği ölçüde onları bir yerlere getirir, sonra da usulca başka bir yere bırakırlar. notalar da hayat gibi çoğu zaman ağır olabilirler. yani onları da gerektiği gibi taşıması genellikle zordur.hatta dinleyene dahi yüktür notalar… havada tınılarını bırakıp uzay boşluğuna yayılırlarken, kendilerine kulak kabartanların yüreklerini de ezerler…Wladyslaw Szpilman hayatını bir piyanist olarak yaşamış, ölümün kapısını çaldığı her dakika çalamadığı piyanoya hafızasında yaslanmış, hayata müzik ile tutunmuş kalmıştır. bu parçayı yorumlayan parmaklar, Chopin’in bu notalara bıraktığı yükü sırtlanmışlar, hatta performanslarını sergilerken kendi hayatlarından da bir kısım yükü o notalara aktarmışlardır ki şu an dinlemekte olduğunuz parçanın size bıraktığı yürek ezikliği dahi, belki sizin o notalara yüklemeye çalıştığınız kendi hayatınızın yüküyle çarpışıp etkisini daha da arttırmaktadır.notalar böyledirler işte… yazması da yorumlaması da dinlemesi de güçlü birer yürek ister…
”notalar böyledirler işte… yazması da yorumlaması da dinlemesi de güçlü birer yürek ister…”Şu anda sanatçı geçinen kaç kişi nota bilir, sorarım pilli pati, kaç kişi ”Mozart tan Riquiem i”, can kulağıyla dinler ve yorumlar, yorumumuz bile şöyledir Mozart ın son zart ı..değil mi..Yaşasın İmparator İbo..Ve daha, nice küçük, İbo lara..
Konu müziğin resmedilişi ve Amadeus’a gelince bir ahkam eklemek istiyorum.Evrenin seslerine yahut var olduğuna ilişkin gerçek ve ciddi bir inançtır notaların çıkışı. Pythagoras ve gorienlerin bıraktığı.Ney bildiğim kadarı ile sümerlerden kalan kadim bir enstrüman arp “harp” gibi.Görüldüğü üzere savaş, yıkım ve sesler ki evrende bu şekli vuku bulur, bizi de fazlası ile etkilemiştir. Amadeus’un kendisi bile eğlenceli müzik olarak sadeleştirilmiş ve kendini tekrar eden, baskıy dayalı “Sihirli Flüt” gibi algılamıştır. Her halükarda müziğin dramatik yapısı dinleyici ile çok kuvvetli ve çıplak bir bağ kurulmasını vaad eder.Çoğu fıkrayı hatırlayamamız gibi. Klasik müziğin çoğu eserinde bu gitgelleri, eğlenceli olandan yıkıma geçişleri notolarda resmeder kompozitörler. Çoğumuzun aklında kalan ve reklamlara fon olan ise kreşendolardır çoğunlukla…Requem ise daimi çılgınlık ve duraksama anlarında dahi sizi zamansız ve beklenmedik birşekilde alıkoyma etkisine sahiptir. Dramatik yönünü ele almayacağım dahi!Bence özellikle Requem’de ortaya çıkan deha, bu müziğin buralardan olamayacağı hissi ile beraber herhangi bir uyumsuzluğa (en kaotik anda dahil), yahut kolaja izin vermeyişidir.Hatırlayın advantage reklamında kullanılan yine bir yükseliş kısmı sayabileceğimiz aslında hiç patlamayan bölümdür. Bu kadar dolu ve kreşendoya hazırken kendini dingin bir moda sokabilecek denli olgun bir müzikal hareket olarak dahi algılanablir. Olgun bir düşüncenin, mucizevi birşekilde duyulması…Bach için, “O” bizim baamızdır diyen Amadeus, kendine haksızlık etmiştir. Ancak Bach kadar füturistik bir müzikal karakter, kompozitör görmediğimi, duymadığımı da ifade etmeliyim.Bildiğimiz anlamı ile “Barok” Bach’ın notalarında olgun bir müzikal kültüre oturmuştur. Ancak din dışı eserlerininde bulunmasından çıkarabileceğimiz gibi onun küçük kaçışları bence onun çok değerli eserlerinden daha epey daha yukarı çıkarır. Org ile sunduğu sesler bir an için sizi bugün bile geleceğe götürür.Nasıl olduğunu anlamak için çaba gösteren bir adamın yorumu minvalinde değerlendirirseniz ahkamımı çok sevinirim. Ben bir müzik adamı değilim, kabalık etmek istemiyorum. Sadece kolaj çalışmalarım var, deneysel diye de adlandırabileceğiniz ve tabii zevk’im/seçkim. Enstrüman ve müzik bilgisi konusunda (bu dipsiz kuyuda) pek ala cahil sayılabilirim.Affedin… (hem büyük kompozitörlere yaptığım bu saygısızlıktan ötürü, hem de buna sizide karıştırdığım için)Küstah bir duruş ancak özgürlük bunu serbest bırakabilmekdir. Bunları düşünüp hissediyorum, ne yapayım yalan bir duruş mu? (Pek ala bir müzikoloğun yapacağı eleştireye, savunmam)
Ve saygıdeğer Pillipati;Bu yazını okuduğumda yorum yapamayışımın, yahut tutamayışımın bir nedeni vardı.Alımlamam; Acı. Ben sevmem acıyı yemekte bile, bizi harekete bunun geçirdiğini görmek bani kahrediyor. Gerek Polonski’nin gerekse Szpilman’ın yaşadığı acının sahneye konması yönünde gelen yorumlar, gerek bu çağırışım beni engelledi/imişti.Şimdi görüyorum ki, hem burada hem zipsofizm’de bu denli hoş ve naif, bana yaşadığımı hissettiren (piyano ile uyanışın, mimiklerini ifade etmen) bir yazı ile karşılaşmam ve buna imkan bulma ihtimalim pek az.Demek istediğimi hemen açayım, sevgilim:)Sen ne yapmışsın bunu şimdi görüyorum…Böylesine bir hoşluğu bu denli yoğun bir hüznün içinde çıkarmışsında, içinde nefreti ve sevgiyi değil bahar meltemini barındırmışsın, usulca belki ölesiye!Şapka çıkarıyorum ve hatta soyundum bile. (lütfen bu ahkamımı içimde beliren hazzın kurbanı olarak yazdığım gerçeği ile alınız)
istanbul’da olanlar, kaçırmayınız derim.. kilisede org başkadır.pati nerelerdesin..
Bilgiyi beğendim teşekkürler.ilginç bilgiler – ilginç yazılar – ilginç sorular
İlgimi çekmedi desem yalan olur, teşekkürler 🙂komik videolar
Bilgi için teşekkürlerreklamacaiaçai 1200acai berry
bilgi için teşekkürlerbalon süslemeleribalon süslemebalon süslemesibaloncuuçan balon