Son zamanlarda çevremden sürekli aynı yakınmayı işitiyorum. Kadın erkek farketmiyor, aynı cümleler dökülüyor dillerden; adam-kadın gibi adam-kadın yok piyasada, düzgün bir ilişki kuracak kimse kalmadı memlekette, bu erkeklerin çivisi çıkmış, kadınlar erkeklerden beter olmuş, kadının sevgilisi var, adam evli, çok kapalı hiç anlamıyorum maksadını, İNANACAK kimse kalmadı, GÜVENECEK kimse kalmadı.Yalnızım dostlarım, yalnızım, yalnız…Herkese göre herşey aşırı hızlı, inanılmaz laubali bir hal almış ve hiç kimse beş para etmiyor diğerine göre. Aynı ihtiyaçtan muzdarip kadınlar ve erkekler birbirini suçluyor , birbirini değersiz görüyor.Herkes O” kadını, “O”erkeği arıyor. Ama kimse “O” değil.Kim “O” peki? “O” aslında; kendi olmak dışında hiç bir sorumluluğu olmayan, ama birinin ihtiyaçlarını doyurmak üzere beklediklerini karşılayacağı ümit edilen, asla kendi gerçeği görülemeyecek olan kişi.“O” benim, “O”sizsiniz, “O” biziz.Peki arayan kim? Arayan; taa 7 göbek geçmişinden gelenlerle beraber, doğumundan itibaren edindirildiği şartlandırılmışlıkları, kalıpları ile, korkuları, acıları, incinmişlikleri, şokları, doymamış ihtiyaçları olan ve bunun telafisini kaynağından değil de karşısına çıkan kişiden farkında olmadan (bilinçsiz bir şekilde) talep eden, asla doymayan ve dışardan gelenle de asla doyurulamayacak olduğunu bilmeyen umutsuz kişi.“Arayan” benim, “arayan” sizsiniz, “arayan” biziz.Annenin güven veren, bereketli, şefkatle bizi saran, doyuran göğüslerinin sıcaklığını arıyoruz.Bizi dışarıya karşı koruyan, kollayan, üzerimizi örtecek elbiseyi, başımızı sokacak evi, karnımızı doyuracak yemeği bize sağlayan babanın, güçlü kollarını arıyoruz.Annesini beğenmeyip, babasına hayran olan kız oluyoruz; karşımızdaki hiçbir berkek asla yeterince iyi olamıyor.Babasını beğenmeyip, annesini hayran olan erkek oluyoruz; karşımızdaki kadın asla annemizin tırnağı kadar olamıyor.Annesininden yeterince beslenemeyen erkek, özlediği anneyi arıyor sevgilide; ondan alamadığını sevgiliden almaya çalışıyor.Babasından yeterince beslenemeyen kadın, özlediği babayı arıyor; ondan alamadığını sevgiliden almaya çalışıyor.Ebeveynlerimizin hayaletleri tıkıyor görüş alanımızı; ya onlarda bulamadığımızı karşımızdakinden bekliyoruz , ya da fazlasıyla bulduklarımızı karşımızdakinin eksik hanesine yazıyoruz.Hepsi sadece bu değil elbette. Ama terazinin dengesini bozan, kefenin içinde baya ağırca bir külçe. Yaşam sürecinde ilk deneyimlerle edindiğimiz korkular, acılar, hayal kırıklıkları ile bilinçaltına yerleşen, bizi içten içe kemiren inanç kalıpları, nereden ne şekilde çıkacağı belli olmayan zehirli oklar gibi vurup aniden düşürüyor bizi neresinden tutup çözemeceğimizi bilmediğimiz karmaşık duyguların içine. Farketmek için sadece daha derin bir anlayışla bakması gerekiyor insanın, kendine. Ne kadar aç ve ne kadar çıplağız.Ama kendine gerçekten bakmak, görmek ve kabul etmek çok acı veren bir deneyim. Buna razı olmak ise çok zor bir çoğumuza göre.Bunun yerine kendimize edindiğimiz imajlarla, kendimizi güçlü göstermeye harcıyoruz tüm enerjimizi. Kendi değerimize bile tam olarak inanmadan, sahip çıkmadan etrafımızdakilerin, özellikle karşı cinsin, bizi öyle algılaması için protez varlıklar, güç nesneleri ediniyoruz. Silahlanıyoruz çünkü hayatta kalmamız için vermemiz gereken bir savaş olduğuna inanıyoruz, hem de sahte olduğunun bile farkında olmadığımız bir galibiyet için.Aslında kaybediyoruz.VEKarşımızdaki sahte oluyor, çünkü biz kendi kendimize karşı dürüst değiliz.Karşımızdakine inanılmaz oluyor, çünkü biz kendi kendimize yalanlar söylüyoruzKarşımızdakine güvenilmez oluyor, çünkü kendi içimizde güven yokKarşımızdaki bizim için sadece bir beden oluyor, çünkü biz kendi bedenimizin ötesine geçmeye korkuyoruz.Karşımızdaki yetersiz oluyor, çünkü biz kendi içimizde tam ve bütün değilizKim ne arıyor?Kim ne aradığını nerden bilsin ki.Kim kendini bile bilmiyor.