bildirgec.org

Razielz

11 yıl önce üye olmuş, 18 yazı yazmış. 843 yorum yazmış.

Kung Fu Panda

Razielz | 09 June 2008 17:48

hiyaaaaaaaaaaaaaa haayt!
hiyaaaaaaaaaaaaaa haayt!

Animasyon filmlerini sitemizde görünce hemen bu film hakkında yazmalıyım dedim kendi kendime. 2 kere izlediğim bu film, buz devrinden sonra en çok beğendiğim animasyon-komedi filmi oldu.
Adından da anlaşılacağı gibi kahramanımız bir panda. Kendi halinde yaşıyan pandamız (ördek olan) babasının restoranında çalışmaktadır ama bu onun istediği bir hayat tarzı değildir. Restoranda garsonluk yapmak yerine bir kung fu ustası olmanın hayallerini kurmaktadır. Ve şans ona gülecektir…
200 kiloluk bir pandanın kung fu yapmasını izlemek çok hoşunuza gidecek.

yemek mi? kung fu mu?
yemek mi? kung fu mu?

Yönetmen, yani yöneten insan

Razielz | 16 May 2008 14:43

Film izlemeyi aklımızdan geçirdiğimiz zaman yapabileceklerimiz arasında : sinemaya gitmek, cd-dvd’den izlemek, internetten indirmek veya tv’den izlemek gibi seçenekler bulunmaktadır.
Evde otururken canımızın sıkıldığını hissettiğimizde televizyonu açıp, kanallar arasında zapping yaparken denk gelen herhangi bir filmi izleyebiliriz veya önceden tv dergilerinden gördüğümüz bir filmi bekleyip izleyebiliriz.
Evde tv’den film izlemek açıkçası benim yıllardır yapmadığım bir şey, çok severek izlediğim tv-dizilerini bile artık tv’den izlemiyorum. Reklam arası, tv’nin ses kalitesi, çevre şartları (çoluk çocuk, anne, baba, misafir) gibi engelleyici faktörlerden dolayı evimde film veya dizi izleyeceğim zaman bilgisayarıma yöneliyorum. Güzel bir ses sistemi, büyükçe bir monitor, kaliteli görüntü(DVD, HD) ve yüksek hızlı internet(veya cd-dvd’ler) yeterli oluyor.
Ama sanıyorum çoğunuzun bana katılacağı gibi film izlemenin en zevkli yeri sinemadır. Atmosfer, ses sistemi, dev ekran, patlamış mısır (içimde her ne kadar yiyenleri öldürme hissi doğursa da), bileti ikiye bölen eleman, fenerle yer gösteren eleman sinemada film izleme keyfini artırır. Aslında şimdiye kadar kısaca anlattıklarım çok farklı bir konu olarak yazılabilir, işlenebilir ama benim değinmek istediğim konu biraz daha öncesine dayanıyor.
Film izlemeye karar verdikten sonra ilk aşamayı geçmiş bulunmaktayız, ikinci aşamada ise (ki en önemli aşamadır kendileri) izleyeceğimiz filme karar vermek.
Karar verdikten sonrası malum ama filmi seçerken neye göre seçiyoruz?
Bazılarımız oyunculara göre, bazılarımız son çıkan filmleri, başkaları filmlerin ratinglerine bakarak seçerler. Peki siz hangisine göre izleyeceğiniz filmi seçiyorsunuz? Bu faktörlerin biri veya hepsi etkili olabilir tabi ama çok önemli başka bir faktörü daha eklemek istiyorum: Yönetmen.
Bazılarımız için en önemli etkenlerden biri olan yönetmen kriteri bazıları için hiçbir şey ifade etmeyebilir.

Hafife ne oldu?

Razielz | 21 December 2007 11:44

Bugun hafife girince alisik oldugum renkleri goremeyince sok oldum. Onceliklee baska bir sayfaya yonlendirildigimi sandim. En son eklenen konunun da farkli olmasi bunu dusundurdu. Zaten son gunlerde cok sey degisti hafifte bakalim bu degisiklik nasil etkileyecek

Bir Moskova Sabahi

Razielz | 26 November 2007 18:59

Gozlerimi actigimda yorganimla sevisiyor buldum
kendimi. Dun hava durumuna cep telefonumdan
bakmistim ama bu kadarini beklemiyordum. Yorganin
altindan cikmak istemiyordum, soguk odanin icinden
cikip tuvalete kadar uzanan yolu gitmeye bile
useniyordum. Yuzumu yikadim, her ne kadar yolda
yururken yuzumun donacagini bilsem de mentollu tras
kopugumle tras oldum, trastan sonraki olusan
yanmanin birazdan sokakta yururken esen, eksi on
derecenin etkisiyle bilmem eksi kac dereceye donusen
ruzgarla dinecegini biliyordum.
Bir seyler atistirdim, gomlegimi ve pantolonumu
utuledim, giyindikten sonra saclarima sekil verdim
kuru kuru, islatamazdim ki. Kapiyi acmamla burnuma
gelen kokuyla nefesim kesildi bir an. Bu kadar mi
soguktu? Copu goturup disaridaki cope atacak kadar
takatiniz yok muydu komsularim? Hizla gidip
asansorun metal dugmesine dokundum, bakalim hangi
asansor gelecekti? Yuk asansoru denk geldi. Binanin
kapisini acinca yuzume gelen bu sefer koku degil,
bir tokatti sanki. Adimlarimi attikca bedenim iyice
sogugu hissetmeye basladi. Ustumdeki montum sicak
tutuyordu ama giydigim kumas pantolon bu soguga
karsi yetersizdi. Yerdeki buzlarin ustunde kayip
dusmemeye mi calismaliydim? yoksa soguktan titremeye
mi? ikisi birden cok komik oluyordu.
Hele bir de daracik yolda karsidan birisi gelirse
yandim. Yururken aklimdan binbir turlu senaryo
geciyor, dusersem cebimdeki ellerimi yere temas
etmeden disari cikarabilirmiydim? Aikidoda
ogrendigim yere dusme hareketleri buzun ustunde de
gecerli miydi? Insanlara bakiyorum kimsenin yuzu
gorunmuyor, herkes kurklerin, deri montlarin icinde
kaybolmus. Aklima ilk gelen soru: acaba Rusya icin
uretilen kurk miktari, butun dunyada uretilen kurk
miktarinin kacta kacidir? Peki ya bu insanlar kurk
giymeseydi bu soguktan korunabilirler miydi? Peki ya
ben? Yaka kisminda bulunan tuyler acaba hangi
canlidan ne turlu iskencelerle alinmistir? Belki de
oluydu bir sey hissetmemisti hayvancagiz, kim bilir?
Amaaan sadece kucuk bir parca, onun ne zarari varki?
Evet, belki de cogu insan da boyle dusunup hic
cekinmeden aliyordu bu kurkleri.
Metroya yaklasiyordum artik, kulaklarimdaki aci
iyice artmisti, ellerimi ara ara cebimden cikarip
kulaklarimi isitmam pek ise yaramiyordu ama yapacak
baska bi sey yoktu bu durumda, sapkami almamistim
yanima, herkes yuzumu, gozumu gorsun diye. Yolda
gecen kizlar bakip bakip gecsinler, sonra arkami
dondugum zaman bana bakan bir cift mavi veya yesil
goz goreyim diye. Acaba bana mi bakiyorlardi? Yoksa
uzerimdeki bes bin dolarlik montuma mi? Yoksa 1500
dolara aldigim ayakkabilarima mi? Amaan fiyatlarini
nerden bileceklerdi ki.
Metronun Teksastaki bar kapilarini andiran ama daha
buyuk ve tavandan yere kadar uzanan iki kapisi
vardi. Birbirlerinden bir metre uzakligindaydilar,
iceriye soguk hava girmemesi icin guzel fikirdi. Yaz
aylarinda sokerler bu kapilari bildigim kadariyla
ama iyiki varlar. Kapilara dogru yonelmemle
itismeler baslamisti ama icerdeki sicakligi da
hissediyordum. Merdivenlerden inerken cok artistik
inmek gerekiyordu, ayakkabilarin altindaki
girintilere siginan karlar bu sicak ortamdan
kendilerini zemine birakip, eriyip cok
kayganlastirmisti ortaligi. Nihayet turnikelere
gelmistim artik montumun fermuarini acip, cuzdanimi
cikartip optik okuyucuya okutmustum kartimi. Kalan
bilet sayisini gosterdi bana hemen “1”, iyiki vardi
bu kart cuzdanimda. Yoksa onun sirasina girmeyi hic
istemezdim.
Turnikeden gectikten sonra yine merdivenlerden indim
ama caddedeki kar ve buz buraya erisemiyordu.
Vagonlara binecegim yere gelmistim, her zamanki gibi
yuzlerce insan vardi o kocaman salonda. Benim evimin
yakininda olan bu istasyon yerin cokta altinda
degildi, tahminen otuz metre, o yuzden normal
merdivenlerden inmistim.

Metro beklenilen yer
Metro beklenilen yer

Moskova metrosunun mukemmel
bir yapisi var, yapi derken mimarisini kastetmedim
aslinda cunku o mimari hakkinda bir kitap bile yazilir ve anlatilmaz, gorulmesi gerekir. Sehrin her yerini saran raylarin hepsi birbirleriyle baglantilidir, cogu insana cok karmasik gelen bu sistem aslinda cok basit ve cok kullanislidir.

Mafya

Razielz | 22 November 2007 22:51

Saatler oncesinden aramisti yardimcisi, Zero saclarini kestirmeye gelecekti, kuafor Mehmete “Zero gelecek gitme” dediler beklemeye koyuldu. Musteriler gelip gitti ama bir turlu gelmek bilmiyordu Zero. 22.05 gosteriyordu duvarda duran janjanli saat, masajini yeni yaptirmis sari sacli guzeller guzeli Mila, deniz mavisi gozlerini suzerek kuafore dogru adimlari atmaya baslamisti bile, calistigi musterisinin sacini bitirmek uzere olan Tarik Mila`nin geleceginden haberdardi. Bornozunun arasindan az cok goruluyordu yuvarlak hatlariyla o guzel gogusleri, koltuga oturdu Mila, Tarik ona 5 dakika sonra gelecegini soyleyip kosarak uzaklasti salondan. Mila espressosunu siparis ettikten sonra onundeki cosmopolitan dergisine dalmisti bile calan telefon dikkatini cekmisti ve cok sakin bir sekilde aynada yansimasini izlerken telefonlar konusuyordu.

Bugun benim dogum gunum, zamanim gittikce azaliyor…

Razielz | 07 November 2007 11:57

Sayin hafif ahalisi,

Bu sitede pek populer olmamamla birlikte, biraz sinir bozucu bir kisilik olarak giris yapmistim siteye. Uzun zaman oldu hafif`i okurum, pek fazla yazi yazamam, istesem de olacak bi sey degil cunku uflememisler kulagima, olmuyor, gelmiyor. Bu siteyi gercekten seviyorum, isim ve esim dolayisiyla bir kac kere birakma girisiminde bulunmam sonucsuz kalmistir. Sigara icmem ama sigara gibi bi sey bu site, istesen de birakamiyorsun, birakip gidenlerin de arada bir girip okuduklarini dusunuyorum zaten. Diger hic bir siteye benzetemiyorum, hatta sirf bir kac yazar icin surekli girip okuyorum, okuyorum, okuyorum. Isim zikretmek pek hosuma gitmiyor cunku sitede bu tur yazilan yazilarda (nikleri yazip ve onlara yorum yoneltmek) ismi gecmeyen kisilerde bir uzuntu yaratabilir.

Cin ve Hayalet Hikayeleri

Razielz | 29 August 2007 17:27

Çocukluğum boyunca bu hikayelerle büyüdüm, bazıları korkmak amacıyla bazıları ise artislik yapmak için anlatırlardı. Genelde ölen biri vardı hikayelerin içinde, bazen bir kaç ölü. Cinayet, eziyet, işkence gibi olayların yapıldığı mekanlarda gerçekleşirdi çoğu hikaye.

Avcilari bile vardir arkadaslarin
Avcilari bile vardir arkadaslarin

Bizim köyün okulunun altında şehit yatarmış, şehit mezarının üstüne yapmışlardı okulu. En sevdiğim öğretmenlerimden biri ve ilk öğretmenim olan Cengiz öğretmenin sırf o şehidi bir kaç kere görmesi yüzünden bizim köyden kaçıp gittiği hala anlatılır. Sonrasında gelen öğretmenlerin bazıları da bu hikayeyi doğrulayan olaylar anlatmışlardır.

yok başlık, başsız bu

Razielz | 25 August 2007 15:36

Gözümü Diyarbakır`ın bir köyünde açıyorum, vakit öğle vakti, inşaat alanına haber uçuyor hemen : Müjdemi isterim, müjdemi isterim! Bir erkek çocuğu, erkek çocuğu. Haberi duyan babamın o zamanki duygularını bilmek isterdim, hissetmek isterdim, dünyaya geldiğim an nasıl hissedildiğimi hissetmek isterdim. Benim çocuklarım da olacak belki ama o duygular daha başka.
Tozda, çamurda büyüdüm ben, kum yığınlarının üstünde kerpiçten arabalarımızla çizdiğimiz yolları takip ederdik, hiç bir bilgisayar oyunu vermedi o zevki hiç bir zaman. Okula küçük yaşta başlamıştım, okulun köyde olmasının verdiği imkanlarla, ne kadar çok severdim o zamanlar okula gitmeyi lise yıllarına inat. Dünyayı bir tek benim için dönüyor sanardım, olaylar sadece beni bağlardı. Büyümeme az kalmıştı, büyüdüm ama.
Bir sabah gözümü açtım ki Harputun zirvesinden bakıyorum manzaraya, bi kapattım, açtım Atakuleden bakıyorum Ankaraya, Tahrana gittim daha sonra ve Tebrize belki bi şeyler arıyorum, belki buldum. Baküdeki kız kulesine çıktım manzara yine fevkalade, daha yükseğine çıktım, Şehitlerin yanında yanan ateşe gittim, dokunmak istedim ateşe ama ben şehit değildim.
Sahile indim ordan yürüyerek İshak Paşa sarayına gittim, baktım ordan Başkaleye, yine göremedim. Sarayın kapısı yoktu yerinde Ruslar almış dediler savaşta, altındanmış kapı. Çıktım yola, Moskovaya doğru, burdaki bir müzedeymiş altın kapı. Çok fazla müze var bulamadım. Havaalanından ayrılırken diyememişti bana, uçağa bindikten sonra aradı ancak “seviyorum seni” dedi bana. Ben de seviyorum ulan, altın kapı sizin olsun.