Gün akar. Gün coşar. Gün zamandır. Gün ki, gülüp geçemediğin günler olur. Gün olur vurursun kendini sokaklara, kendini unutmak istediğin anlara imza atarsın. Başka bir gezegene gitmeyi ve orada kimsenin tanımamasını fayda olarak gördüğün durumları deneyimlemek istersin beyninin/ ruhunun içinde.Gün olur anı unutmak istesin, an olur; yaşamak değil yaşıyor olmak saydığın. Yaşamayı istediklerini yaşamaktır arzun, kederin. An olur bir okyanusa bakar bulursun gözlerini, uzaklara dalar tüm anların, bir yandan da uzak ne henüz bilmezsin. Belki uzağı bilmemek, bulunduğun her yeri uzağa dönüştürendir. O ki, kendine de uzak olursun, bir bakışa da, bir gülüşe de belki de…Yorulduğun sokaklarda dolaşırken bulduğunda kendini hangi rıhtımdan atmalı şu kader denileni çöpe. Kaderi yeniden yaratmaktır asıl olan, bunun için doğmadık mı, her gülüşe cevap vermek için mi bedenlendik sanıyorsun???Duymadığın sesler var, yanında yamacında duymak istediğin bir o kadar. Bir yanın biliyor, tüm yoksunluk hissin de bundan. Vizyonuna hem ulaşmak isterken hem de karganın kırk yaşına geldiğinde kendini yeniden yaratması gibi senin de kendini yaratman gerektiğinde ve başka türlü hayatta kalamayacağını bildiğinde; yine de zamanını ve eylemlerini bu yol için harcamazsa ruhun ve bedenin işte o an sürüncemeye düşersin.En fenası nedir biliyor musun? İnsanın kendiyle çelişkiye düşmesidir. Başkası seni üzse dahi, ‘çeksin kendi yazgısını görsün, kafasını değiştirmezse de kendi karanlığın da boğulur, uzak olurum olur biter.’ Dersin. Oysa kendinle sorun/ lar yaşadığında, çelişkiye düştüğünde edimlerinde; nereye gideceksin ya da kime giderse gitsin diyeceksin? Kendine mi? Kendinden kaçamazsın ki? Yarı yolda bırakamazsın da, bedenin de ruhundan da ayrılman mümkün değil. En yakın arkadaşını kaybetmek de kendinle bu yaşadığın sorun kadar yormaz seni.Gaia’ya (dünya) da diyemezsin ki, ‘Bir dakika ben ineceğim, bir parça Spatyom’da (öte alem) dinlenmem lazım.’ diye. ‘sanırım on beş gün yokum. Kafa dinleyeceğim, bahçelerde dolaşıp, ikiz kulelerde ruhumu sildirmem lazım biraz daha. İzlerim kapanmadan ben yola devam eder miyim bilmiyorum, zor geliyor… Ruhumda izler var, hatırlıyorum. Bunca iz ve bedenli olmak. Ve bir de elbette uyum sağlamam beklenenler arasında bulunuyor.Bedenime sadık olmak, kendime sadık olmak, vizyonuma sadık olmak, meditatif zamanlarda kendimi/ Tanrımı yeniden yeniden keşfetmek… Beklenen bu. Ben imzaladım sözleşmemi. Zamanım da doluyor. Biliyorum. Tüm bunlar söylendi. Deneyimleyen benim. Şimdi iş zamanı. Oyuncu da benim, sahne de Gaia. İşte perde. Oyun zamanı. Hadi şimdi sıra sende.- ‘Suflör susssss! İp ucu yok. Repliklerini ezberlemesi lazımdı. Henüz vakti varken… Tek başınasın, evet. Böyle olması gerekiyor. Sen de kabul ettin bunu. Benim için en iyi olan dedin. Seni geliştirecek olan… Ne oldu? Ne bu halin? Yardım istemeye gelince istiyorsun. Hadi oyna. Hayatın akışına katıl. Kaçırma kendini. Yaşamak için buradasın.’‘Oysa -çok güçlü görünen ben- bazen deneyimlemeye güç bulamıyorum. Bu güç için bir o kadar çekilmem gerekiyor yaşamdan, bir o kadar spatyom huzurunu/ruhunu hissetmezsem, ölecekmiş gibi oluyorum. Nefes alamıyorum o anlarda. O denli buradan ayrılıyorum. İşte bu noktada soruyorum: hangi deneyim, hangi bedenli olma hali, kalp şakramı açmadan hangi yolculuğa devam edeceğim? Önce sesinizi duyabiliyor olmam gerekmez mi? -Bu denli sesinizi duyamazken- algıları açılmış bir insan olarak nasıl kolayca devam edebilirim. En az çalışan kök şakram, en iyi durum da olansa elbette taç şakram.2012 sonrasında açılacak üç şakrayı ise son üç yıldır zaten hissediyorum, şükür. Bir yandan bu denli algılarımın açılması iyi değil. Neden? Çünkü o zaman bedenli olmakta zorlanıyorum. Devam etmekte güç geliyor. Gel bakalım çelişkinin kendisine… Ben ki, yola devam etmeli diyen kadınım, tekâmüldür asıl olan mısralarını okuyanım…Sırtımda bir ağrı, meditatif olmadan ve meditasyon yapmadan geçmiyor, en az yirmi beş yıldır. Yol ki, yol olmaktan çıktığı anlar oluyor. Sadece ‘Ben oraya varacak mıyım acaba?’ sorusunu getiren oluyor. Hani bendim, sözleri söyleyendim, ilerleyen ve ilerleyecek olandım.Ta ki, bedenlendim; kafam karıştı… Ruhum bulandı tozlara. Tözü göremediğim zamanlarda yaşıyorum çokça. Ben miyim bu dediğim oluyor… İradenin kendisi değil miydi bu? Erdem deyip yücelttiğimiz, en tepeye yerleştirdiğimiz neydi; alın yazısı mı, yazgını yazmak mı?İRADENİN ADI KADIN, NEREDESİN?‘Hadi yola düş!’ dediğim kadındım. İçimdeki güçten güç almasını bilendim. İçimdeki kıvılcımı aktif tutandım. ‘Tamam, bittim’ dediğim anlardan sağ çıkmayı bırak, üstüne zaferler benimle gelmedi mi? Nerede o kadın? Aynı güç içinde, sen neredesin?