görebilecek kadar bakıyor musun?
Hadi oyun başlasın, önce sen sobele. Bir ağacın arkasına saklanmayacak kadar arkasındayım hayatın, bütün halimi açıklığa hapsedecek kadar. Önce sen ebe ol hemen arkandaki beni bulmak için. Ama bu kolaylıktan sakın şikayet etme. Çünkü ne kadar zor olduğunu göremeyecek kadar gök yüzünü unutarak öldürüyorsun. Bunu sen istedin!(?) Bu oyunu tanımlayan benden çok önce sendin, ben; oyun denilen şeyin ne olduğunu bilmeden.Hayret mi ettin, ya da şaşırdın mı? Neden, ben hala ipin gölgesinde ki cambaz olan sana şaşırmazken? Sen neden şaşırıyorsun. Sıkışmışlık sana yakıştı ve masum pençenin kanatacığı daha fazlasını tanımaya başladın. Sevinmeli miyim? Yoksa bu tehlikeyi bertaraf etmenin yollarını bulamayacağım kadar uzakta mı aramalıyım. Senden uzak bir yer olmamasına rağmen. Neyi anlatıyorum? Dinleyecek olan kimi bilmeden. Bilmem. Bakışlarında beynine duyan birileri olur elbet. Haykıran bir ben yokken.Bakıyorum, bakınıyorum, geri plana ittiğin asıl sen miydi hükümdarın kral eş seslisi, yoksa şimdikimiydi, pakladığın kirlenmişliğin saf nedimesi. Ahhh tanıdığım biri gibi konuştum acilen aptallaşmam gerek. Hayır ben çok önceden beridir böyleydim.“Kim itiraz etti? Sen arkada ki haylaz olan. Sensin dimi bunu yineleyerek yenileyen. Bak sınıfta o kadar bölünmüşlüğüm varken neden sadece sen itiraz ediyorsun, ben olanıma.”“Çünkü senden daha zeki olan bizlerin seni dinliyor olması onurumu zedeliyor.”“Tavuk yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmemiş. Daha önce yaşamana izin vermemiş olmam seni neden acıtıyor? Sonuçta seni tanımlayan cümleler ve ruh bana ait.”“Özgür olmayı istediğin gibi özgür olmayı istiyorum.”Öfkelenmiştim, o kadar çok öfkelenmiştim ki bir müddet konuşamadım. Sonunda “Bana masum yüzünü göster seni azat edeyim” dedim.“Bu dersi çalışmamışım” dedi hiç tereddüt etmeden ukalaca.Onu dinlemiyormuş gibi kapıdan başlayıp pencereye doğru sıralanmış zemini ölçtüm, bakışımla. Sonra işaret parmağımla baktığımı belirleyerek, dışarıda bir nokta seçip “İşte tam orası!” dedim kararlı bir şekilde. Hepsi aynı anda dışarıya baktı ve ben devam ettim “Yüzünden önce ruhunun şeklini çizdiğim yer “TAM ORASI”” dedim dişlerimi sıkarak. “Şimdi, benden dışsallaşmayı isteyen sen, içselimle beslediğimden kopunca, ne kadar yaşama devam edebileceğini sanıyorsun? Evet cevap bekliyorum. Buna seslenebilecek kadar cesur musun?”Hepsi aynı anda susmuştu. çakımla okyanusun öz suyunu çizip biriktiriyorum kaseye. İçemeyeceğim kadar zehirli… Ama sunamayacağım kadar değil. İlk zamanlarını hatırlıyorum bu çaresizliğin. Zehirli halin sağladığı statünün sende bıraktığı tanımsız lezzeti. Bu lezzetin ruhunda açtığı yaralardan geriye dönmeyi istemene rağmen seni çekiştirip duran karanlık tahtın ısrarı. Bahçende gezinmeye kalktığında tökezlemelerine adımlaşan, çürümüş ruhların sere serpeliği. Gece ve gündüz aynı anda yaşanıyor senin şehrinde. Cennet ve cehennem aynı anda sunuluyor mehtaba. Günahlarının efendiliği hüküm sürerken sadece itaatkar olan sen. Kaç aydınlık, gerçek içsel ısrarla, karanlıktan vazgeçememiş ki? Sakin ol, kendini senden çalacak kadar hain değilim, hem de hiç. Senin gösterdiğin yere oturup öyle konuşuyorum. Başka nasıl senin için tehdit oluşturmayabilirim ki? Sınırlarımı hiç bu kadar zorlamamıştım.Şöyle bir bakıyorum da saçlarının aralığına asılı kalan düşlerim ne kadarda sana ait. Seçemiyorum artık, neyin sen olup olmadığını. Ya da ben olup olmadığımı. Karışığım bu gün ve diğer her gün. Karmaşaya gark olan bütün saçmalıklar beni susturuyor savrulan tanımsız kimliğinde. Günahlarına tövbe etmesi için bir sen lazımken, hep dilini ezip kanadığını bahane ediyorsun avuçlarına. Artık bir tercih yapman gerek, hangi seni istiyorsun. Sakin ol! bu sandığın kadar imkansıza mesafesiz değil. İmkansızlığıma rağmen hala karşındayım ya…Basamak basamak indiğin sana yakıştırdığın seninle sadece oynanmış küçük oyunların yorgunluğunu yaşıyorsun. Ve tiksiniyorsun. Bulantını kusamayacak kadar miden ağzını kaybetmişken, ruhunu hesapsız bırakıyorsun. Her şeyin kefareti yok olmak değildir, bu her şey sana eşdeğerse. Açığa çıkıp cesurca kendini tanımlamazsan, bürüneceğin bir ışık bulamayacaksın, karanlığına tanıdık olanından. Hiçbir kelimem büyülü olamayacak kadar, sihrini en başta senin çalmana izin vermiş. Beni duymayı istediğin kadar sana konuşuyorum. Konuşabildiğim kadar seni tanımlayarak duyuyorum.Bir tanrı şehrine cehennemin girişine izin verdiyse bundan sadece o sorumludur. Kapının dış yüzüne terkedilmişliğin hesabını hiçbir gelecekten sormamalı ömür. Ve kapının kulpundaki parmak izinin sahibine benzetilmemeli hiçbir el. Bütün geçmiş küflü ve bütün gelecek bildiğin kadarla sıvanmışken.Bütün ön yargılar şimdiki zamanı zehirliyorken, yol alacağın bir sen yok beni huzuruna davet etsen de. Sadece keşkelerinin zeminde bıraktığı kayganlıkta ilerlemeye çalışan bir dev gibiyim ağırlığın yükü altında. Hayır topraktaki gölge çarmıh izdüşümleri değil, bunlar düpedüz bir kandırmanın avutmacası. Bir tanrı şehrine cehennemin girişine izin veriyorsa bundan sadece o sorumludur. Bütün yağmurlarımı sana adasam da ellerinle kapadığın bu topraklar yanmaya devam edecek. Zor değilsin sadece çelik bir duvarla her yanını kaplamışsın. Bildiğin gizli kapıyı açmadığın sürece kimse geçemeyecek. Hepsi bu…
yorumlar
Eline sağlık sevgili zorkedi…Ve son 2 kelimenle herşeyi anlatmışsın. Hepsi bu…İçimizdeki bize verdiğimiz hükümlerle ya bir adım önümüzde ya arkamızda. Oysa ki onu ta içimize yerleştirip benliğimize kabul etmek ise sadece bizim ellerimizde, kabulumüzde olan birşey. Gerçekten haklısın tüm olguları kendimize yapan sadece kendimiziz. Eğer ki hele yüzleşmeye gerçekten gücümüz varsa…Sevgiler
zorkedi, seni yazdıklarını okurken hep filmlerde konuşan ama görünmeyen, sadece sesiyle varlığını ölesiye hissettiren herkesin korktuğu, güçlü karakterleri hatırlıyorum..neden bilmem.ellerine sağlık.
Cok icten bir yazi kutlarim zorkedi kardesim…
Bende bu ben oluşurken neredeydiniz? Her şey… Çok uzakta… Bu dünyanın bir kopyasının kopyası gibi… Sevinmeliyiz yapmayın hadi! Asmayalım suratlarımızı. Başlangıcı bir yokluktan ibaretti… Şehrin herhangi bir köşesine gökten zembille inmiş ya da adı belirsiz bir yerden sürülmüş olabilirdi… Bilmiyorum… Gerçeklikle aramda o kadar mesafe varken… Ne ben bir şeylere dokuna biliyorum nede “O” bir şeyler bana… Acizliğimin ayan beyan farkında olanlar… Değil miydiniz cesedimi sırtımda taşırken bana gülen… Değil miydiniz ayın yalancı güneş yansımalarını aydınlık zanneden?Hadi bırakalım artık bu kendimizle olan oyunları. Gülebiliyor muyuz artık kendimize? Bende bu ben oluşurken neredeydiniz? Biliyor musunuz?…Yazdıklarımın adını bilmeyi red ediyorum artık. Yazdıklarımı ve dilimi temizlemeyi red ediyorum. Bırakalım beni yaratanlar yarattığı ile yüzleşsin. Belki böylesi daha iyi…Benzerlikler… Yada benzememişler… “eldeki tebeşir bitmek üzere olsa dahi, gidilecek mesafeleri hesaplamadan, bir çıkış kapısı çizmeye mecbur” olan o çelik kürenin kapısını da çizecektir. Çizmelidir de…Mükemmel… Yazıda, kelimelerde, aralardaki saklılarda… Kaleminize sağlık…
kimsenin elini uzatıp dokunamayacağı bir sefer başladı zorkedi.bir de, sadece uykumda cevaplanırdım ben.yüreğine sağlık.
çok hoş tuttum
Akşama okuyacağım sindirerek.
iyi de sen de herşeyi akşama bırakıyon,
Ne?Yada nasıl?Hiç olmaz ise bu bir şunu yapacağım şunu yapmayacağım yahut yaptıklarımın neticesi bu ise neden farklı düşünüyorum ancak gene olmuyor çünkü “Korkuyorum” mudur? nedir?Yorumculara da bir şey sormak istiyorum,Neyi tuttunuz?Anladınızda mı tuttunuz yok değil bizim ortak paradoksumuz ondan yakınlık mertebesindeyiz midir? Nedir?
yazan her kese;düşlerin rüyadaki hali ne kadar belirsizse ancak o kadar gerçeğe yakın sanılıyor, aks değil ayna buluyor şeklini görüntüde. hesaplayamayacak kadar deftersizim kalemsiz sonuçlarımda. kendimi düze çıkaramayacak kadar uzanmışken uçuruma, karşıya geçenlerin ayak izleridir bedende kendince can bulan. ama hayır ben onları bir bir öldürüp haddimce yeniden diriltiyordum yaşamaya. ve merak ediyorum hangisi daha sonsuz.gerçeği okuyabilecek kadar susamışmı masumluğuna bakışlar, yoksa hala muhtaç mıdır korktuğu aydınlıktan arta kalan karanlık izdüşümüne. ne kadar ürpersede kalbim, ne kadar korksada öleceği zerrelerden, herkesin cebinde sakladığı bir anda ben uzatırım ellerimi sonsuzluğuna…
donmuş beynim yeni yeni çözüldüğünden yeni yeni idrak ediyorum yazılanları ve kendimi.plakton; başkaları ne kadar yaratsada eksilttiği sadece kendi kendileri, ve seni tamamalayacak tek bir süvari var o da senin kalbinin merkezi. bırak onlar yazdıkları senaryoyu okurken oynayamadıkları kendi kuklarını sayıklatsınlar kabuslarında. tanıyabilecekleri kadar uzak tanımsızlaştıramayacağın kadar yakın bir yaşamı kucaklayan sen kazan bütün zaferlerini. diğerleri yalanı izlerken sarmaladığın gerçeğinde ısınan bir sen olacaktır muhakkak.mecburiyetten değilde, tercihten olsun çizdiği çıkış kapısı kendini iyileştirmeye. emrivakide öldürebileceğim kendim bile yok sınırlarımda. eldeki tebeşirimi kaybetme riski olsa dahi.
hypatia;yüzleşmek en takatsiz kaldığımız o azılı korkularımız. yetemeyeceğimiz o kadar çok yalnızlık varki, bu yüzden yalnızlığa terkediyoruz her bir yaşamı güç yetiremeyeceğimiz takatsizliklerimizle bir bir. bütün ışıkları biz kapattık ve bütün karanlıkların elindeki bıçağı biz çizdik. yaralandıkça ağladığımızsa başkaları oldu bu da bizim acziyet imzamız oldu, en siyahından. sanırım bu sefer hepsi bu… denilemeyecek kadar daha fazlası var kelimelerde. malesef.
absence of sence;güçlü karakterler ve görünmeyenin sesi. nedenini bilmediklerimiz, unutmamak için ayrıntı resimlerini beynimize kazıdıklarımız oluyor her mevzuda. uzaktan seslenecek kadar güçlüyse nida, ölesiyeden çok öldüresiyedir hissettirdikleri belkide.
teşekkür ederim xnicox kardeş, içtenliğimi fark ettiğin için…
proksima;ne gecede ne de güdüzde üzülmesiniz kalbiniz ağırlığıyla bedende yeterince hengameyken. şehirde katil varsa katledilmeye hevesli bedenlerin süslü yansımalarındandır. ha bu katilin suçunu meşrulaştırırmı ASLA. cinayetler artarken, debelenen vicdanın kimsesizliği artar sadece. ister geceyi bürüsün, ister gündüzü çektiği sancı hep aynı kalır. ketleşmeden bu diyologlar monoloğu algılayamayacak kadar başkalarını oturtur karşına. sökeceği bir kerpeten yoksa ne çare. ama biliyorum ki, her kesin güneşi başkalarının karanlığından daha güçlü.
puella;belki sert geçecek bu kış, belkide yazı soğutan ışık gibi imkansız. ama haritayı açıktan okuyabileceğim kadar aydınlatırsan bakışlarını, hiç belirlenmemiş bir başlangıcı bulabilmem için ayrıntıları görmem o zaman daha mümkün olacak. hoş bakışlar terkedilmiş gibi kıylarımda, ruhunun parmak izlerinden tanıdığım kadarıyla. sanırım göz kapakların kapalıydı, uykuda gibi. lakin duyabileceğin kadar uyandırdığıma inanmıştım ki yanılmamışım. ki mümkünse bu sefere kimse uzatmasın ellerini, yollar yeterince kalabalık kendi ayak izlerimizden, toprak yeterince çürümüş ara ara. ilk defa mutlu edecek bu uzaklaşma süreci. denizcilerin dediği gibi “Vira Bismillah”…
Teşekkürler zorkedi, bize değer verip tek tek yazdığın cevaplara.Satırlarını okurken kalbimden geçen, kendi kendimiz açtığımız o yaraların izleri, başkalarının açtığı yaranın aksine hiç silinmiyor. Belki kendimize en dürüstlüğümüz o izler. Boşuna demezler insanın kendine ettiğini kimse edemez diye. Dilerim gönül gözümüz açılsın, kendimizi fark edelim…
wassagoo2000;her kes neye vardığını bilmeden, korkularına mı kapılmış yoksa karanlıklarında mı aydınlanmış yoksa kararsızlıklarına ket vurup hemfikir mi olmuş belirsiz bu hengame. lakin uzakta bir yerlerde tutuşan bir şehir varsa istemesede yanar bakışlar alevin eşliğinde.hiç sordun mu kendine? her kesin sustuğu dakikalarda ben; neye söylüyorum, neyi söylüyorum, niye söylüyorum diye.(?)zor mu oldu soru, fazlamı içselleştirdik yoksa dışsal sancılarımızı, hatırlayamayacak kadar küle döndü hafızam.söylenenler belki tekerrür abidesi, belki de yeniliğin hevesi. ama söyleten asla basitliğini hecelemedi. uç bir yerde sığlığa bulaşamayacak kadar derin miyim yaşanmış hüzünlerde, yoksa boğulduğum bu okyanusta dalga olarak kıyıya vurup sığlaşan mıyım? bu hadım edilmiş bir gerçekliğin sadece bir parçası belkide. belkide geriye dönüp bakamayacağım kadar bu günümdedir, rıhtım kıyılığında.ya da boşver koruluklar yeterince ağlıyor, ağaçlarda ağlamasın bu saatten sonra, zaten hiç alışkın değilim teselli seyahatlerine.
rica ederim hypatia, kalbin her zaman kendini bilerek yaşayan mutluluklara doymasını diliyorum, hakettiğinden fazlasıyla.
Yok bükülen şişe tozlarının altındaki yanılsamaların içrekliğinde kalan bir hamamböceği edebi uydurmasının sikerttiği beyinlere idi benim yorumum, sana değil, sana olan olmuş, geri adım atman lazım (günümüz sinerjisininn hieaayttt)Bu ne lan!
wassago2000;ne ben nede benim olanların korkaklığı üstlenerek atacağı hiç bir geri adım yok. her zaman ileri her zaman ileri. ki; ha huzurumdaki konuklara olmuş söylediğin ha bana olmuş değişmez.sen duvarlarındaki mızrağı dışa çevirip kendine sürüklediğinde de yaralayacağın bir ben yok lakin; mevsim topraklarındaki sürükleme izinden hoşlanmadım. hemde hiç. aklını hoca heybesinde bir sağa bir sola dağıtan sırıtlak eşeklerin nallarını nalbanta gönderip öldürteli uzun zaman oldu. bu yüzden akılsızlaşmaktı tercihim.ben şu senin yapay harçlı soğuk taşlı duvarlarını üzerne devirmeden, sen şehrimin duvarları dışına devir. yoksa altında kalan sana acımak aklıma bile gelmeyecek…
Bravo, gerçekten ne demeliyim ki sana şimdi şehrin duvarları felan… Pöf… Dışarı devirmek mi, kuzum sen ne yazdığından, nede okuduğundan bir haber değilsin belli, okunuyor ancak nedir bu sır gibi ağdalı imiş gibi yazıvermek, hatta çizivermek.Dip not: Bende göreceğin ancak aklın duvarı olacaktır (filtre babında) o’nu sakın sınır veyahut yıkıcı/yakıcı güç belleme ki rahatsızlığın hazma dönüşebilsin!Kenar köşe notu: Anlamak zor olmamalı zor kedi! Kızma bir ne demeye geliyor oku rica ederim…
wassago2000;aptalım ben, anlamsızlığımdaki anlamamam bundan olsa gerek, ve şu akıl duvarlarını ondan anlamadık olsa gerek. biz dış dünya okuyup anlamamakta ısrar ederken, siz iç dünyada bizi taklittesiniz anlaşılan.