günaydın İstanbul
…Bir sabah İstanbul’un boğaz sularına ne kadar yakından baktığımı farkediyorum; elimde çiy tutmuş porselen fincanda, sulu bir nescafe – pis bir tadı var. Gecenin şarabı üzerine pek gitmiyor ama içmek zorundayım, yoksa boğazın suları beni yutacak, biliyorum.Birazdan gün doğar; bekliyorum. Ben hafifçe ayakta sallanırken, ardımda yeterli bir mesafeden, garsonların uykulu gözlerle beni göz hapsinde tuttuklarını biliyorum. Ya, iki arada bir derede sulara gömülürsem?bu bir pilli patisözüdür! Geride, arabanın içinde, üç kankam sabah kuşları uyanırken, uykuya dalmayı tercih etmişler. Ses etmiyorum. Biliyorum çünkü, yorgunluğun soğuk bir arabada dahi insanı nasıl sarmaladığını; uykunun dehlizlerinde kaybolmanın tadının, soğuğun ayak parmaklarına yaptığı baskıyı nasıl ötelediğini… Çok pratik ettiğim bir his bu!Zavallı hallerimi, acizliğimi bir arabanın camlarına içeriden gazete örterek kapatmaya çalışmanın yetersiz kaldığı kifayetsiz anları, anımsıyorum. O günlerin omuzlarıma bindirdiği beygir yükünü yeniden taşıyormuşum hissine kapılıyorum. Acı acı gülümsüyorum. Acının tadı, dudak yarası gibi içimi kanatıyor. Bu yüzden sabah soğuklarını seviyorum, mazoşistçe! Beni hayatta ve ayakta tutuyor, direncimi perçinliyor.”Artık garsonların yürekleri yeterince ağızlarındadır, yazık” deyip biraz uzaklaşıyorum, boğazın sularına yakın durduğum noktadan; geriye bir iki adım atıp boş bulduğum soğuk ve nemli bir sandalyeye bırakıyorum kendimi! Güneş doğduğunda bu şehrin bütün hareketine ne fayda getireceğini düşünüp, boşveriyorum.Bu şehir hiç uyumuyor ki!Mesela, bir gece öncesinin hareketine, temposuna etki eden birşey olmadı ki! Devingenliği sayesinde hareket, bir noktadan diğerine kayıveriyor; barlarda, restoranlarda tüketilenler çöpe, çöpler sokağa, sokaklar çöpçülere, çöpçüler çöp kamyonlarına emanet! O kamyonlar olmasa çöpün içinde boğulup kalacağız.En nihayetinde, biraz kafamın bulanıklığı geçse de baktığım yere tam odaklanamama problemi yaşıyorum. Odaklansam müthiş bir baş ağrısı ve mide bulantısı “geliyorum” diyor. Ne çok içmişim! Utanç verici bir durum. Kimbilir, acaba dansederken poposunu avuçladığım adam, olanları anımsıyor mudur? Onu da boşveriyorum. Elimde boşalan pis içimli nescafeyi havada tutup, denge oyunu oynuyorum. Garson tabak ve bardak yere uçup kırılmasın diye anında yanıma seğirtiyor. “Buyur abla!” diyor. Seviyorum insanlara bu pis eziyeti çektirmeyi, sadistçe. Ama oğlana, “Bu seferki adam gibi bir nescafe olsun!” diyorum. Bardağa yapışıp, utanarak, “Peki abla!” deyip gidiyor.Bacak bacak üstüne atarken üzerinde oturduğum sandalyenin sabah neminin pantolona geçtiğini de biliyorum, umurumda olmuyor. Birazdan güneş doğacak.Bir kez daha farklı bir gökyüzü ile burun buruna geleceğim ve o gökyüzü ile ne halt edeceğimi yine bilemeyeceğim. Olsun!Pandiklediğim adamın daha sonra karşıma geçip “Ne iş?” dercesine gülümsediğini hatırlıyorum. Hoşuna gitmiş, anlaşıldı. Bir dahaki sefere sadist önlemler alınacak.Güneş karşıki tepeden kendini gösteriyor. Kahvem geliyor, sonunda birşeye benzemiş. Kendi kendime muzur bir çocuk gibi gülümsüyorum.
yorumlar
İstanbul yaz yaz bitmez… Kaç kişiyi yutmuştur acaba, kaç kişiye umut kapısı olmuştur. Kimilerinin hayellerini süslemiştir, kimileri de terk edip gitmiştir…
İçki içmeden önce alınan tabletler var Pati, sabah midende hiçbir rahatsızlık hissiyle uyanmıyorsun,,ama sen sabahlayınca, uyanmaya da gerek kalmıyor ki..=)İstanbul geceleri başkadır..Sabaha karşı evinize girmeye çalışan hırsızla bile burun buruna getirir sizi..
AH Istanbul ahhh…
pandik, bir samimiyet ve dostluk göstergesi, hatta sevgiyi muzipçe ifade edebilme şeysi
Pilli’ye yavas, yavas isiniyorum.. aslinda pek fena biri degilmis, ama bi de su pusu huyunu biraksa, valla süper olacak…
AH İSTANBUL ŞEHİRLERİN EN GÜZELİDIŞARDAN TAM BİR CENNETİÇERDE CAN PAZARI
Dünyanın en güzel,en karmaşık,en gizemli şehri istanbul…hakkında yazılan onlarca hikaye,eleştiri,masumiyet yada hakaret yazıları,şiirlerde cabacı….eee birde alimleri,mimarisi yani yok yok sa bu şehirde …mutlaka bir yanı zifiri karanlıkta kalacaktır.önemli olan bunların kıymetini bilmek se yaşamalı doya doya bu şehir de aşkı sevgiyi,şiiri şarkıyı;mey se meyney se ney …İstanbul
yah! bir de bu vardı…İstanbul’un renkleri…
pillipati, o kadar güzel yazmışsın ki, bir an kendimi yanındaki sandalyede ıslak ıslak oturuyor ve gelecek olan adam gibi neskafeyi bekliyor hissettim…ne çok yaşanır öyle geceler…geceye başlarken dimdik ayakta, makyajın yerinde, aklın başın yerindedir…sonra bir kadeh, derken iki, üç beş…muhabbet harikadır, durduramazsın kendini. beraber gittiğin insanlar daha bir yakındır sana o an..hatta beraber gitmediğin, yeni tanıştıkların bile kanka olur iki dakikada:)sonra ya bir çorbacıda, eğer şansın varsa senin yaptığın gibi deniz kenarında bulursun kendini…müthiş bir yorgunluk ama güzel herşey. yorgunsun ama yoğunsun da bir yandan…harika bir yazı, harika!
ben takıldığım bir nokta var. rakibina. poposu mu avuçlandı?b. pandik mi atıldı?kestane kebep, acele cevap.
Nankör olduğumu vurma yüzüme dalgalarınla. Özür dilerim… Sadece 300 metre uzaklıktayken bile ziyaret edemiyorum seni. Ne kadar ihtiyacım var bakılmışlığına, bakılmışlığında ki asaletine. Yorulmamışsın hala. Hazır karşımdayken uzun uzun bakayım sana. Bir de sade bir Türk kahvesi söyleyeyim kendime. Malum, sarhoşum sabahın bu görmeyen saatinde.Her şeye yeniden başlıyorum. Unuttuklarımı hatırlıyorum. Koskoca İstanbul’da yeniden bakıyorum bakılmaktan hiç yorulmamış denize… Tutmuş sözünü, kimseye anlatmamış anlattıklarımı ve kimseye göstermemiş bana gösterdiklerini. Çocukluğumu, eski aşklarımı, rüyalarımı, kayıplarımı ve kimseye söyleyemediklerimi yinede vuruyor yüzüme. “Sözünü tutmadın!” diyor. “Artık yalnızca köprüden geçmek zorunda olduğun zaman bakıyorsun bana. Ben hala saklarken seni en dingin yerimde, sen şehrin akıntısına kapılıyorsun, korkuyorsun! Sözünü tutmadın!”“Sözüm söz! Neyin ne olduğunu biliyorum artık. Zamanı geldiğinde yerleşeceğim kıyılarına, her şeyi bırakıp!…”(Şehrin akıntısından kurtulmak için, sabaha karşı deniz kenarında içilen bir türk kahvesi… Bir İstanbul sabahı… Hepsi bu.)
Ömrümü yiyen o İstanbul sabahları…Fındıklı’da, Arnavutköy’de, Hisar’da, Dolmabahçe’de defalarca ürkek ürkek buluştuğumuz ilk ışıkların neşesi, o neşenin bende yarattığı buruk hüzün, yorgunluğu omuzlarında hissedip güneşe bakıp derin bir nefes almak, görüp görebileceğin en sessiz zamanların yerini hayatın seslerine bırakması..Yediğin soğuktan dişlerin birbirine vururken daha yeterince üşümedim biraz daha dayanabilirim diye düşünmek… Biriktirdiğin hüzünleri bir çırpıda salıverirsin boğazın sularına da gık demez, bir kuş kalbi gibi pır pır etmeye devam eder..Bir sonraki buluşmaya kadar…Pilli pati, karşılaşmış olabilir miyiz geçmiş bir İstanbul sabahında, deniz kenarında…
Belkide karşılaştık hepimiz, bir İstanbul sabahı farklı düşünüşlerle, belkide aynı çay bahçesinde… Denize bakıyordum, kusura bakmayın sizi farkedemedim…
istanbulum farkLI kokar yagmurlu gunlerdebüyüsünü saçar ruzgarIyla her bir sokagaHiç titrer mi hasret çeker mi yüregim yoklugundaistanbul agladIgInda…
istanbul mu ? Her seferin de başka bir kapıdan girmenin cazibesi renkliliği… Dünya’ya gelip de istanbul’u görememek bence beterin beteri gibi bir şey olsa gerek diye düşünüyorum her şeye rağmen kıymet bilmeyenlere…Bir masaL gibi başlar hikaye; sağlığınaBence sirinlulu bu da var dı :))
Güneşin doğacağını bilmek ne güzel öyle değil mi ?Ama öyle yerler var ki güneşin doğuşu ile karanlık güçlerin kan dolu kavgası ile aydınlanıyor ve hiç güneş doğmasın dercesine adeta şahlanıyor yalnızlık !
@akoni, @guddicini,yutulanlar olarak İstanbul’un işkembesinden besleniyoruz gibi geliyor bana!@pillibebekkuyuda,her türlü tablet nevisiyle hiç işim olmaz. böyle daha iyi…@nico,bu yazıyla memleket hasretinize dokunacağımdan emindim. :)@lulu ve @necro,görseller için teşekkürler, İstanbul yine de yaşanmadan anlaşılması pek kolay olmayan bir şehir…
çok hoş ve içten…bence burada önemli olan evet istanbul’ u es geçmeyeceğim ama, şehirden öte kişinin çevresine (garsonlardan, çöpçülere, uyumayan şehre, sandalyedeki neme) duyduğu farkındalık, yaşam sevinci…böyle bir yaşam sevincin olduğu için kutlarım pilli pati!
@expresyon, @dejavu, @seda, @cpgulen,kıpırdamış yine hüzün, kelimelerinizde…İstanbul’un dokunmadan edemediği bir tarafımızdır bu.habire, melankoliye iter, yalnızlığı hatırlatır, her dem bize…
hayat bize bir tek şey öğretiyorsa o da tekamül ettiğimiz olmalıdır, değil mi @makaleci?@çilek,sen de harikasın güzel insan!
Ne kadar içsende yeterince içmiş sayılmazsın…
pilli pati aynen öyle..net yani…
ve @net cafe,sorunuzun cevabının aslında @kopanisti’nin naif yorumunda biryerlerde gizli olduğunu söylemek isterim.aman kestaneler yanmasın! yazık olmasın…
sayın @zen,mey bir bahanedir çünkü…
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.İstanbul benim canım;Vatanım da vatanım…İstanbul,İstanbul…Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…Bulutta şaha kalkmış Fatih`ten kalma kır at;Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…O manayı bul da bul!İlle İstanbul`da bul!İstanbul,İstanbul…Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği.Oynak sular yalının alt katına misafir;Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?Cumbalı odalarda inletir “Katibim”i…Kadını keskin bıçak,Taze kan gibi sıcak.İstanbul,İstanbul…Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…Eyüp öksüz, Kadıkoy süslü, Moda kurumlu,Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayındanHala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;Güleni şoyle dursun, ağlayanı bahtiyar…Gecesi sünbül kokanTürkçesi bülbül kokan,İstanbul,İstanbul…Necip Fazıl KısakürekBu siiri cok sevdigim icin buraya kopyaladim, özür dilerim…
İstanbul’a dair favorilerimden…
Necip Fazıl candır! özür dilenecek bir durum yoktur… teşekkürler, şairlerin saçak güvercinleri gibi usulca mısra döşediği İstanbul… yine kurtarır paçasını bu bakımlardan, yine gösterir güzel yüzünü bize…
Dibinde ne yüzerse yüzsün İstanbul güzel denizdir,ufkunuzu karartmasın bu denizin düşündürdükleri,ters yüz ettikleri pilli pati
bir istanbul şiiri icin..–>
sansasyonel şiir:)
bak aklıma geldi.bir başka İstanbul gecesi, içkiler yine gırla… bir ara dans ederken bizimkilerden birini gaza getiriyoruz. mekan yeraltında olduğundan sıcak. “ısındın” diyoruz, t-shirt’ünü çıkarıyor. bir anda japone kollarla kalıyor, o nasıl bir atlet öyle?herkes nedense bir anda içkilerini tazelemek için dağılıyor…
🙂